04 Şub 25 - Sal 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Devrimin Kodları (7)

Devrimin Kodları (7)

Sonuç sadedinde meselenin künhüne vakıf olabilmek için kurgulanmış ve uygulanmış ilave devrimlerin(xxx) işlevine de bakmak lazım. Hani bugün değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen ve oysa yazımı dahi birilerinin teklifiyle olmuş, oralara yazılmış olan yasa maddeleri gibi iş bu sacayağı vazifesi gören devrimler de sorgulanamaz nitelikte, yeni sistemi perçinleyen işlev görmüşlerdir.

Şimdi ‘takvim değişimi’ mesela; işte peşi sıra onca delil, gerekçe sunulabilir ve fakat perde arkasına bakıldığında ise görülecektir ki asıl amaç ‘o, yüzü döndürdüğümüz söylenen batı/Hıristiyan dünyası ile uyum ve köklerin aidiyetini gösteren ‘Hicri takvim’in ihsas ettiği dine dair değer ve vurguları örtmek, ötelemek ve yok saymaktır.

‘Kültür Devrimi’ öz vurgusu altında ‘Harf İnkılabı’, ‘Tevhid-i Tedrisat Kanunu’, ‘Tekke ve Zaviyelerin kapatılması’ gibi uygulamalarla yapıp edilenler sırf bir alfabe değişimi, eğitimin kalitesinin artırılması, modern kurumlarla daha sağlıklı eğitim faaliyetinin sergilenmesi olmayıp köklerle irtibatı kesmeye dair her tedbirin işe koşulmasıdır. Niteliği, o zamana kadar üretilen bilgi birikim bir bahsi diğer olmakla beraber, o noktada da hayli ihmal ve ihlaller, eleştiri yapılabilecek uygulamalar olmakla beraber, örneğin alfabe değişimi, bir günde ahaliyi sadece cahil bırakmamış, bu yeni süreç buradaki kitlenin farkında olduğunu düşündüğümüz orijinal anlamıyla ‘cahiliye’ yolunu açan, insanımızın öyle veya böyle, bir şekilde salt okuma anlamında dahi olsa bu dinin ana kaynağıyla irtibatının kesilmesi işlevini görmüştür.

 Burada ta öncelerden batılı ülkelere ait ‘kolejlerin’ ülke sathına yayılmış olması ve bugünlerde ‘Fulbright Eğitim Komisyonu’ uygulamaları meselenin ne kadar derinlerde ve girift ilişkiler ağına sahip olduğunu ve buna karşı ortaya konacak cehd ve çabaların da en az o kadar plan programlı ve kalite ölçekli olması gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır. Rabbimizin müdahale ve murad-ı ilahisi ise O’nun (cc) takdirindedir ki bizler o durumu daima cepte zannederek, yanlış hesaplar yapıp durmaktayız! Sorumluluk ve imkanlar mazeretini aşarak sergilenecek gayretler olmadan hak ediş davası!

Keza edebiyat ürünlerinin (hikaye, roman, piyes vb.), beyaz perde yansımalarının hepsi bu ‘eğitim şart!’ denilen hususu tahkim ve takviye içindir. Kelimenin tam ve gerçek anlamıyla ‘eğitim şart’! Bizim burada ‘tedrisat’ vurgusu ile ‘talim ve terbiye’ birlikteliğini dillendirmemiz de gerekiyor. ‘Kimden okudun’ eski tabiri ile amaçlananı, alaylı-mektepli ikircikliğine düşmeden meselenin ‘diploma’ ötesinde bir liyakat ve nitelik eksenli olduğu da daima hatırlamalıyız. Bir devrimle nelerin ters-yüz, alt üst edildiğini anlamak için eğitim noktasındaki kurgu ve operasyonlara bakmak yeterlidir.

Bu meyanda ‘Türkçe ibadet ve Türkçe ezan’ olgusuna hassaten değinmek gerek. Elbette işin boyutları çok farklı ve derinlerde olmakla beraber harf inkılabından, yeni sistemin tesisi sürecinden, yeni forma uygun vatandaş tipinin yaratılmasından (!) bu olguyu ayrı düşünmemek gerek. Süreçte yapılan icraatlar, dillendirilen söylevlere bakıldığında işin içindeki çapanoğlu o zamanki figürler, -ne yazık ki bunlara bugünden İslamcı demek de zül geliyor- kanaat önderleri, alim bilinenler tarafından dahi idrak edilememiş, iş ve niyetler fark edildiğinde de iş işten çoktan geçmiş olmuştur. Yeni sistem banilerinin, yeni süreç hemen öncesindeki dine, vahye, resule karşı kullanılan dikkatli ve sitayişkar dili hemen akabinde çok farklı yere evrilmiş, kınayıcı, tahfif ve tahkir edici bir söyleme yerini bırakmıştır. Bu manada A. Dilipak’ın Beyan yayınlarından çıkan ‘Bir Başka Açıdan Kemalizm’ kitabı yeterli bilgi ve belge sunmaktadır. Akabinde anayasadan ‘İslam’ ifadesinin ilgası ‘laiklik’ ilkesinin ikamesi yeni yön ve norm tayininde ‘görünen köy kılavuz istemez’ sadedinde birer gösterge olmuşlardır. Hilafet ve saltanatın –tartışılacak boyutları, eleştirilecek yönleri, tashih edilecek boyutları olmakla beraber- ilgası da geçişi kolaylaştıracak(!) uygulamalar olmuştur.

Bilmem nereden medeni (!) hukuk, bilmem nereden ceza hukuku, farklı bir yerden idari yapı ve işleyiş, başka bir cenahtan iktisat politikaları devşirilerek bu türedi yapı temin ve tesis edilmeye çalışılmıştır. Eski dönemden geriye cenaze defn ve teşyi işleri kaldı desek yeridir! Gömlek değişimi görece tepkilerle karşılaşsa da gönüllü-gönülsüz tutturulmuş, tutulmasa da zorla yutturulmuş, havuç ve sopa yöntemleri duruma göre işe koşulmuştur!

‘Az zamanda çok işler yapıldığı’, ‘on yılda on beş milyon genç yaratıldığı’ vurguları öyle sıradan, gelişi güzel kullanımlar mıdır, sanıyorsunuz?! Bizlerin müktesebatımızdaki ‘Kur’an nesli’, ‘Asımın nesli’ gibi vurguların idrakine varmanın zamanı geldi de geçiyor!

Süreçte ‘demokrasi’ ‘medeni hukuk’, ‘çağdaşlaşma’, ‘muasır medeniyet seviyesi’, en hakiki mürşit; ilim’ söylemleri ve beşerî/ideolojik vurguları da hepsi birer bahsi diğer ve özel olarak anlaşılmayı, analizi hak etmektedir.

Medeni hukuktan ‘İstanbul sözleşmesine’, köprülerin altından çok sular aksa da bu sular maalesef ne berraktır ve ne de saf! Oldukça derişik! Hak-hakikat dışında her ne varsa içine boca edilmiş! Sonra ne bağışıklık kaldı bünyede ve ne de mikrobu tanıyacak yetkinlik! Bizdeki safiyet bozulup saflar bölününce, saflık(mecazen/yan anlamıyla) da artınca ne olsa geçer oluyor, her ne zoka olsa yutuluyor! Vahyin buyrukları tutulmayınca başka ne sonuç bekleyeceğiz ki?! Uyuşturucu bolluğu ve uyuşukluk doğal sonucu! Başımıza gelenler hep ellerimizle yapıp işlediklerimizden ve/veya işlememiz gerekirken işlemediklerimizden, ihmal ve ihlallerimizden kaynaklanmıyor mu?! Bizim müsaitliğimiz değil midir, biraz da bu fırsatı onlara sunan!?

Demokrasiye geçişteki sancılar(!), süreçteki senaryolar, tek parti uygulamaları, hulle partiler deneme girişimleri(!), onar yıllık periyotlarla karşılaşılan ihtilaller, açık oy-gizli tasnifler, parti kapatmalar, siyasi yasaklar, izne tabi partiler, muhafazakar zannıyla gösterilen/sevkli bir yöne temayüller ve bunların marifetiyle çıkarılan ‘koruma kanunları’, halen süren dokunulmazlıklar sistemin atraksiyonlarının ne bitmez tükenmez olduğunu anlatmaya yetmiyorsa bırakın gitsin! Duymak istemeyene hiçbir söz fayda etmez! Tarih ders alan olmayınca tekerrür edip duruyor, duracak! Müslüman, ‘sözü dinleyen ve en güzeline uyan’ ise ve ‘en güzel söz’ de elimizdeyse, bilmem ki başka söze ne hacet!

Oyunun içinde kalarak oyunu bozamazsınız, şöyle bir dışarı çıkın ve geniş açıdan bakın; hem saflıktan, kullanılmaktan kurtulun, hem safınız belli olsun!

Hep beraber…

Ahiri kelam; vesselam!..

(XXX) Bu malum ve mezkur sürecin bir isyan, darbe veya devrim olup olmadığı konusunda ne söylenirse söylensin tartışılmaya devam edecektir. Kavramsal tahlilde bir darbe olmadığı, olamayacağı dediğimiz üzere ‘cumhursuz cumhuriyet’ ifadesini hak edişinden ve ne başında ne de sonunda halkın/kitlenin kale alınmaması, esamisinin okunmamasındandır. Çok daha örgütlü ve hem askeri hem de bürokratik gücü elinde bulunduran ‘İT’ hareketinin, Osmanlının ıslahat girişimleriyle yöneldiği medenileşme/uygarlaşma, batılılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma temayüllerinin bir ileri adımı ve nihai noktası olarak bir darbeden söz edilebilir ki bunun ileriki on yıllık periyotlarda yeni düzenin tahkimi, onarılması, benimsetilmesi adına tekrarlana geldiğine de şahit oluyoruz. Ancak ‘tartışılabilecek her türlü defosuna rağmen dine dair aidiyeti ve kitlenin tasvibini örfî olarak da olsa almış eskiyi(!) devirmek ve yeni normun mihverinde yeni bir forma evrilmek’ nitelemesi anlamında ve ‘zor-zorlama ve halka rağmen’ (Burada halk tamamen edilgen bir pozisyonda ve farklı badirelerden geç(iril)mesi, kendisine mihmandarlık edecek şahsî ve fikrî önderlikten de yoksun olmaklığı sebebiyle masum ve istisna sayılır mı takdir sizin!) vasıfları sebebiyle ‘devrim’ dersek pek de yanılmış olmayız, literatüre bağımlı kalmadan… Keza ‘karşı devrimin’ de en az bu sürecin kapasitesi ve edimlerindeki nitel(!) ve nicel faaliyetler, hesap-kitap, strateji ve taktik, farkındalık, bilgi-bilinç içkin çabaları gerektireceği de unutulmamalıdır.

‘‘Devrimler silahlı milislerinin eylemsel gücünden ziyade aydınlarının kavramsal üretimleriyle temayüz ederler.’’ (Ümit Aktaş, ‘Suriye: İsyan mı, Devrim mi?’) ifadesi burada dikkate şayan bir ifadedir.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir