23 May 25 - Cum 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Absürdün Dansı II

Absürdün Dansı II

İlmiye Sınıfının Zamanın Ruhuna Yabancılığı

Yeni bir yüzyılın eşiğindeyiz. Medeniyetlerin çöküşüyle sarsılan, hakikatle yalanın birbirine karıştığı, ümmetin kan ve gözyaşıyla sınandığı bu çağda, İslam dünyasının ilmiye sınıfı adeta bir trajedinin figüranı gibi sahnede. Kimi yerde sükûta gömülmüş bir sessizlikle, kimi yerde ise fıkhî bir ayrıntının kıvrımlarında kaybolmuş bir entelektüel meşguliyetle karşımıza çıkıyor. Bu hal, mahalle yanarken saçını tarayan kızın öyküsünü andırıyor. Fakat burada yanan sadece bir mahalle değil; Gazze’de bir çocuğun teni, Doğu Türkistan’da bir annenin duaları, Yemen’de bir babanın umudu, Şam’da bir yetimin geleceği yanıyor.

Taşra Tartışmalarında Kaybolan Hakikat

Bugün birçok “âlim”, dijital minberlerden sabunun abdesti bozup bozmayacağına dair uzun uzadıya beyanatlar verirken, aynı coğrafyada emperyalizmin postmodern çizmeleriyle ezilen milyonların sesi çıkmıyor. Faiz sarmalına alınmış ekonomiler, rızık endişesiyle imanını kaybetme noktasına gelen kitleler, yapay zekâ çağında modern câhiliyenin yeni putlarına secde ettirilen nesiller… Fakat bizim ulema, hâlâ hilalin teleskopla mı çıplak gözle mi tespit edilmesi gerektiğini hararetle tartışıyor. Koca koca adamlar hala evrim teorisini tartışabiliyorlar, gündemlerine alabiliyor. Oysa bu tartışmalar, gökyüzünde ışığını kaybeden ay gibi, anlamını çoktan yitirmiş durumda.

İslam tarihinin büyük âlimleri İmam Malik, İmam-ı Azam, İbn Teymiyye, Seyyid Kutub zulme karşı söz söyleyenlerdi. Bugün ise birçok ilmiye mensubu, siyasal otoritelerin yanında konumlanıyor. Bugünün ilahiyat dünyasında ise eleştirel bakış konformizme, adalet arayışı yerini bürokratik itaate bırakmış durumdadır.

İslam’ın ilk dönemlerinde ilim, zalime karşı hakkı söylemenin adıydı. Bugünse birçok ilahiyat mensubu, sistemi eleştirmektense sistemin bir uzantısı olmayı tercih ediyor. Kürsülerden korkusuzca zulmü dile getirecek, sarayın değil sokağın, mazlumun, işçinin, mültecinin, mazlumların, madunların, işgal altındaki toprakların yanında duracak bir ilmiye kadrosuna ihtiyaç varken, biz hâlâ ilmî unvanların ardına saklanmış konforlu suskunlukları izliyoruz. İlahiyat dünyası sistemin eleştirisini yapmak yerine sistemin muhafazası çalışır çabalar durumdadır.

Bir neslin felç edilmesi

Modern çağın ifsat projeleri dört bir yandan hücum ederken, gençlik kimlik krizleri içinde boğulurken, bir kısmı deizme, bir kısmı nihilizme sürüklenirken, ilmiye sınıfı gençliğe ya nasihat veremiyor ya da “sabret” dışında bir şey söyleyemiyor. Oysa bu çağ, tebliğ, tevhid ve direniş çağrısı bekliyor. Vaaz değil, inkılap ruhu bekliyor. Diyanet ve ilahiyat gibi kurumlar, iktidarların gündemine değil, ümmetin gündemine kulak vermeli. Zira İslam ilmiye geleneği; saraya methiye düzen değil, sultanın karşısında diz çökmeyenlerin, her bedele razı olarak sultana hakkı haykıranların omzunda yükseldi.

Soru şudur: Bu çürümüş zihinsel konfor alanından çıkmak mümkün mü? Evet. Lakin bu, konformist zihinlerin değil, fedakâr yüreklerin, sorumlu ve erdemli insanların işidir. İlim, sadece bilmek değil; hakkı haykırmak, bedel ödemek, yürümek, direnmek ve öncülük etmektir. Bu, sadece kitap sayfalarında değil, sokakta, hapishanede, savaşta, acının ve direnişin olduğu her yerde görünür kılınmalı. İmam-ı Azam’ın zindanı, İmam Gazali’nin içsel mücadelesi, Seyyid Kutub’un darağacı; bize bunu öğretir.

Yüz yıl önce düşen hilafet, aynı zamanda ilim ahlâkının da düşüşüydü. Bugün ilim yeniden bir direniş aracına dönüşmedikçe, sadece geçmişin nostaljisini yapmak bizi bir yere taşımaz.

Yeni bir ilmiye anlayışı inşa edilmelidir:

  • Saraya değil sokağa yakın,
  • Teoride değil pratikte yaşayan,
  • Zalim karşısında susmayan,
  • Mazlumun duasına muhatap olan…

Tıpkı Haccac’ın zulmüne boyun eğmeyen Said bin Cübeyr gibi, ya da dar ağacında Kur’an okuyan Seyyid Kutub gibi örnekliklere ihtiyacımız var.

Hesap vakti yaklaşıyor

Bir medeniyetin çöküşü sadece bombalarla olmaz. Bir toplumun çöküşü sadece dışarıdan gelmez. Asıl çöküş, asıl yıkım içeriden yükselen suskunlukla, ilim sahiplerinin hakkı terk etmesiyle başlar. Bir ümmetin dirilişi de bir hakikat çağırısı ile mümkündür. Belki bir sözle, belki bir duruşla. Belki bir âlimin “yeter!” demesiyle filizlenir.

Yeni yüzyıl, bir yol ayrımıdır: Ya ilmiye sınıfı yeniden halkın ve hakikatin safında yer alacak ya da tarihin çöp sepetine atılan nice sınıf gibi unutulacaktır. Bu çağın suskun alimlerine düşen görev, sadece bildiklerini öğretmek değil; çağın acılarına tercüman, umutlarına katalizör olmaktır. Çünkü mahalle yanıyor ve saçını tarayanların değil, yangını söndürmek için koşanların zamanıdır artık.

Tekraren söylüyorum, bir toplumun sonunu getiren, sadece dış düşman değil; içeride susan vicdanlardır.
Ve tarihin çöp sepeti, hakikate sırt çevirenleri hiç affetmemiştir. Unutmayalım ki, mazlumun ahı, kürsülerde susan âlimlerin unvanını silip süpüren bir adalet tufanına dönüşür!

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir