Allah’ın adaleti ve hikmetinin her şeyde apaçık tecellisini görmemize rağmen duyduğumuz bir emri ya da yasağı sırf bilişsel düzeyde anlamlandıramadığımız için yok hükmünde değerlendirmek adaletli bir tutum değil.
Adil olan yaklaşım, ayetleri Allah’ın emir ve yasaklarındaki hikmeti kavrama gayreti göstermek seklinde olacaktır. İnsanı o yaratmıştır. Yarattıklarının neye ihtiyacı olduğunu, güçlü yanlarını, potansiyelini, kişileri ateşleyen gücün ne olduğunu en iyi onun bilmesi mantıklı olandır.
Bu kuşatılmış ilim ve hikmetle bizim için en ideal olan hayat görüşünü, toplum modelini, değer inşasını yine bizlere vahiy yolu ile göndermiştir. Yani tekelde ele alınan onlarca konu başlığı tümelde Allah’ın hüküm ve yasa koyucu olarak bizleri yaşamlarımızda ne tür bir işlevsellikle konumlandırdığı meselesidir.
Önce şunu anlamalı ve kabul etmeliyiz ki o bir kural koyucudur ve otoritedir. Bu gücünü ilim ve irade ve kudret sıfatlarındaki kâmil olma hali ile ortaya koyar. Bizi kul yapan kısımda burada devreye girer. İlim, irade ve kudret konularındaki sınırlılıklarımız bizi Allah’ın kulu yapar. Ona boyun eğmeyi teslim olmayı gerekli kılar. Aklımızın sınırlı bir araç olduğu hakikatini kavramaya bizleri zorlar.
Aksi halde aklın kuşatamadığı her şeyi, gözün göremediği her şeyi reddetmeye bizi sevk edecektir algımız. Bu durumda da akla biçtiğimiz değer dogmatik bir hal alacaktır. Hatta kendi kendimize tanrısal bir akıl kurgulamış olacağız. Oldukça tutarsız bir sonuç olacağı aşikar.
İnsan kendi için en muteber varlık, değer tanımını tüm o değişken ruh haliyle, sınırlı kapasitesiyle, etkilere açık algısıyla, kusurluluğuyla nasıl yapabilsin? Bir bardağa engin okyanusları sığdırabileceğine inanmak kadar gülünç.. Belki bir sanrı.. daha fazlası değil…
İnsan; oluş’un en üst modeli. Kendisine biçilmiş halifelik vazifesini tutku ve inançla yoğurabilirse adil bir düzenin temsilcisi olma şerefi bahşedilen tek varlık. Meleklerden de üstün olabilme imkanı ruhuna kodlanan kutlu canlı. Haysiyet ve onurunu kaybetmeden var olabilmesinin şartı layığıyla kendisini yaratan rabbine kul olabilmesidir. Başka kimsenin veya şeyin kulu olmamasının yegane şartı.
Anlıyorum ki konu hep aynı cevherin etrafında dönüyor. İlke ve görüşlerimizi dayandırdığımız merkez noktasında kim ve ne var? Neye göre yaşıyoruz hayatımızın düzenlemesini ne belirliyor? O ,her ne ise bizim ilahımız oluyor. O’nun kulu oluyoruz.
Ele aldığımız konular birer yansıma. Kaynak ne ise yansıyan o’dur. Üzerinde esas durmamız gereken Allah’ın bizim merkezimize yakınlığını belirlemek olacaktır. Onu yaşamımızın hangi oyuklarına dahil ediyoruz. Onu gerçek anlamda tanıyor muyuz? Kulağımıza çalınanları önce bir aşalım. Ayetlerinde kendini eksizsiz tanıtan, anlatan Allah’tan bahsediyorum. Onu tanıma zahmetine dahi girmeden veya onunla ilişkimizin henüz adını bile koymadan söz ve emirlerini yargılamaya kalkmamızın hangi haklı tarafından bahsedebiliriz? Bu hiç vicdanlı değil.
Allah’ın, kendisinin ilahı olduğunu bilen ve tanıyan kişi onun söz ve hükümlerini körelmesine değil bilinç hali ile kavrar, anlayamadığı noktaları da keşfedilmeyi bekleyen hazineler olarak görür. Tatlı bir heyecanla yola koyulur ve eninde sonunda ya hazineyi bulur ya da o yolda olma halinden memnun olur. Ama şunu yapmaz; henüz kavrayamadı, aklına yatmadı diye geçersiz hükmü vermez. Bu bilgiye ve hakikate hürmetsizliktir. Dahası cahilliktir. İsterse kucağında kitaplarla gezsin. Kuran böyleleri için esaslı bir benzetme yapar; ‘Kitap yüklü merkepler’ der. Tek becerileri bilginin hamallığını yapmaktır.
Belki birazda laf cambazlığı. Uzaktan hoş gelir fakat yaklaştıkça çürük zihniyetlerin tanıdık genzi yakan o kokusu sarar her yanı.
Gerçeği sırtlanmak isteyenlere İslam’ın verdiği ödevlerin başında önce kendi içlerini çürüklerden arındırmak gelir. Ve sonra toplumun arınması en önemli amaçtır. Çünkü eğer bulunduğun yeri değiştiremezsen o seni değiştirmeye başlar.
Kolaylık ve rahatlık vaat edilmez. Hatta ıstırap bir süre yol arkadaşı olacaktır. Olanı yıkmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Hunharca, düşmanca değil umutla ve güzellikle yeniyi kurma gayreti vardır her Müslümanın içinde.
Kulun başka kullara kulluğu zilletine Hz. İbrahim’ce bir duruşla cevap verilir. İçte ve dışta olan tüm putlara iner balta. Önce nefislerde yıkılır batılın sarayları. Ardından nemrutça düzenler ve nemrut zihinliler ile devam eder bu savaş. Ta ki insan oluşun izzeti ve sevinci bir hak olarak kazanılıncaya dek. Sürdürülmelidir bu hak. Bunun için uyanık kalınmalıdır; hazır, tetikte ve bilinçli. Ruhunun aydınlanmamış tek bir dehlizi dahi kalmamalıdır. İnsan karanlığa meyilli odalarını güneşe daha fazla maruz bırakılmalıdır ki karabasanlar üşüşmesin uykusunun en derin vakitlerinde.
Düşüncelerde ve duygularda Allah’a ayırdığımız ovalar kadar hürüz. O nispette varız. Onun varlığına dayanmadan varlığımız, suyun üzerinde bir köpük. Birazcık hava o kadar.