Bismillah;
Ölünce götürebilecek misin?
– Hayır
Demek ki senin değil.
Banka veznedarı gibi. Parayı başkasının hesabına hesabına sayıyor farkında değil.
Ahmaktır o. Alemin malıyla övünüyor!
Yeşil Efendi.
Bugün benim deyip harıl harıl saydıkların yarın kim bilir kimin eline geçecek? Çocuklarının mı, hiç bilmediği damatlarının gelinlerinin mi? HAciz koyan Bankanın mı? Bir kumarbazın mı?
Kim bilir kimi?
Seninse, sakın kimseye verme…
&&&
Fanon şöyle der:
Eğer psikiyatri insanın kendisine ve çevresine yabancılaşmamasını sağlamaya çalışan bir bilim dalı ise…
“Kendi ülkesinde kendi milletine yabancılaşmış bir Arap’ın (Türk’ün, Kürd’ün) hayatını bir KİŞİLİKSİZLEŞME (Ruh hastalığı-AHÇ) halinde sürdürdüğünün tespitini yapmak zorunda kalırız… Cezayir’de (Mısır’da, Türkiye’de vs.) olanlar bir halkın beynini uyuşturmaya yönelik beyhude bir çabanın zorunlu arızi sonuçlarıdır.”
Beynin uyuşturulması demek, onların insanlıktan çıkarılmaları, kendilerini kendi köklerini düşman olarak görmeleri, kendi kültürlerine kendi dillerine yazılarına ve topraklarına yabancılaştırılmaları demektir.
Robert J Young, Postkolonyalizm, s:174
Sömürülen yenilmiş ülkelerin insanları “Batılılaştırma”, “Çağdaşlaştırma” adına kendi dillerine, kendi dinlerine, kültürlerine, eserlerine, dedelerine, kıyafetlerine, yazılarına, mezar taşlarına, tarihlerine
YABANCILAŞTIRILARAK
kişiliksizleştirilmiş, şahsiyetsizleştirilmiş, ahlak ve erdemlerinden koparılmış, psikolojileri bozuk, ruhsuz bir topluluk haline GETİRİLMİŞLERDİR, diyor sanırım.
Sanırım Türkiye için de CUK oturan bir tespit bu.
&&&
Başı boş değişim diye bişi yok.
Ferdi ya da tüm toplumsal değişimler ideolojik bir vasfa sahiptir.
Bu yüzden din bazı şeyleri sürekli tekrar ederek ana hattı sabit tutar: Ahiret, ölüm, hesap, Cennet cehennem, dünyanın geçiciliği gibi…
Modernist bir muhayyileye göre bunlar tekrardır. Ve modern muhayyile tekrarı sevmez onu çürüme olarak görür.
Modern muhayileyi zihinlerine yerleştirmeye başlayan Müslümanların da tekrarları bir arıza olrak görmeye başlamaları etkilendikleri ideolojinin sonucudur kanaatindeyiz.
Sözgelimi binlerce yıl halı örer bu yörenin insanı. Her halı dokuyucusunun o andaki ruh hali halının ilmiklerine, düğümlerine yansır. Bu nedenle halılar hep değişir. Hiç bir halı diğerinin aynı değildir.
Lakin hepsinin ortak desenleri ortak figürleri vardır.
Tekrarın içinde sürekli bir değişim söz konusudur. Değişimin içinde de sürekli bir tekrarlar.
Abdurrahman Arslan, Zaman Dışı Konuşmalar, s:212
Değişim kaçınılmaz. Değişime direnmek FITRATI bozar.
Ancak nereden geldiğini nereye gittiğini bilmeyen SABİTESİZ değişimler de YOLU Kaybettirir. İleri mi gidiyorsun geri mi dönüyorsun belli değildir. Kazanımlar belaya dönüşür.
Değişimin KİMLİĞİ ve KİŞİLİĞİ keybettirmeyecek değişmeyecek SAĞLAM kulplar, rehberler eşliğinde olması, bir GELENEĞE ve sürekliliğe dayanması gerekir. Değilse yönü, şuuru, şahsiyeti, kişiliği kaybetme kaçınılmazdır, diyor sanırım.
&&&
Job’un Tanrı’ya serzenişlerinden kulağımıza çalınan sözler şöyledir:
“Tanrım çok fazla şey istiyorsun. İnsanları neden bu kadar önemseyip abartıyorsun ki? Yoksa amacın onları hiç durmadan sınamak mı? Beni biraz olsun rahat bırakmayacak mısın? Kafamı Hiç dinleyemeyecek miyim? Burnumu rahat rahat karıştıramaya hiç fırsatım olmayacak mı?”
Durum böyle olunca birbiri ile çelişkili olan ikili bir süreçle karşı karşıya kalıyoruz:
Bir yandan diğerlerini yok etme ya da tüm yasakları çiğneme pahasına kendimize YENİ Bir elbise/kimlik dikmeye çalışmak
Diğer yanda sırtındaki ağır yükten ya da istemeden sırtına giydirilmiş kıyafet yırtıp atar gibi kimliğinden kaçıp kurtulmak.
Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh, s:56
Özgürlük ideolojisi insanlığı 2 seçenekle karşı karşıya bıraktı:
Ya kadim ahlaki, erdemi, dini kurallara toplumsal, ailevi, arkadaşlık vs. bağlarını yok etmeyi göze alıp kendimizi “TV’lerin bize dayattığı” ÖZGÜR kimliği inşa etmeye çalışacağız
Ya da yine ahlakı, erdemleri, dini, aileyi, dostluğu ve TV’lerin dayattığı ÖZGÜRLÜĞÜ de umursamayıp BOş Beleş ve Nihlist bir hayat süreceğiz
diyor sanırım.