SAFFAT 174-182
174. “(Ey resûlüm!) Şimdi sen bir süre için o inkârcıları kendi hallerine bırak.”
175. “Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler!”
(Ey resûlüm!) Şimdi sen bir süre için o inkârcıları kendi hallerine bırak.
Yani onların sana yaptıkları eziyetlere bir müddet karşılık verme veya onlarla bir süre savaşma!
Bunun nasıl olduğu konusunda iki delil vardır.
Birincisi, Hz. Peygamber’in (s.a.) peygamberliğine delildir, çünkü onların âyette bir süre daha küfür içinde kalacaklarını ve sonra bu halde iken helâk edileceklerini haber vermekte, şöyle buyurmaktadır: Bir süre için o inkârcıları kendi hallerine bırak!
İkincisi, bu âyet, Cenâb-ı Hakk’ın onu koruyacağına, onların kendisini öldürmek ve helâk etmek için gösterdikleri gayretlerden muhafaza edeceğine delildir; bu yüzden Allah onu belli bir vakte kadar onlarla savaşmasını ve onlara saldırmasını yasaklamıştı, çünkü onlar fırsat bulurlarsa kendisini öldürmek ve helâk etmek kararını almışlardı. Bu da göstermektedir ki, Cenâb-ı Hak onlara bu sözü söylediğinde peygamberini korumuş ve düşmanın saldırısından muhafaza etmişti.
İmam Maturidi’nin bu şekilde açıklamasına karşın, bu ayetlerin nazil olduğu dönemde Müslümanların müşriklerle savaşması veya onlara saldırması pek mümkün değildi. Dolayısıyla “onları kendi hallerine bırak” ifadesiyle savaşmak veya saldırmak anlaşılmamalı, doğrusunu Allah bilir ya, Peygamber ve Müslümanlara, onlarla tartışmaya girme, onlara tebliğ ile ilgili çalışmalarında fazla yer verme, onlara karşı dikkatli ol, onlardan kendini koru gibi anlamlar anlaşılmalıdır. Bunun bir yenilgi olmadığı, taktiksel bir manevra olduğu ayetin devamından anlaşılmaktadır,
Sonra şöyle buyurmuştu: Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler!
Şu ilâhî beyanda belirtildiği gibi: “Haydi hepiniz bana tuzak kurun, bana aman vermeyin!”{Hud-55}
Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler.
Bu beyan, açıkça ve çıplak gözle görmek mânasına gelmektedir.
Bazıları şöyle dedi: Hallerini gör onların, yani başlarına azap indiğinde gör onların hallerini, bunun gerçekleşmiş olduğunu kendileri de görecekler.
Hallerini gör onların mânasına gelen “ebsırhum” sözünün, onlara azabın geleceğini bildir, azap başlarına geldiğinde onlar da bilecekler anlamına gelmesi de muhtemeldir.
176. “Azabımızın çabuklaştırılmasını mı istiyorlar?”
177. “İstedikleri başlarına geldiğinde (önceden) uyarılmış olanların sabahı çok kötü olacaktır!”
Azabımızın çabuklaştırılmasını mı istiyorlar?
Bu âyet-i kerîme, onların azabın hemen gelmesini istediklerine işaret etmektedir. En doğrusunu Allah bilir ya, onlar azabın hemen gelmesini, Peygamber aleyhisselâmla alay etmek kastıyla ve onun kendilerini azabın gelmesiyle korkutmasını inkâr etmek için istiyorlardı.
Sonra Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: Azabımızın çabuklaştırılmasını mı istiyorlar?
Bu, hayret ifade eden bir cümledir, yani onlar azabımın çabuklaştırılmasını nasıl isterler? Bir millete azap göndermek ve onları helâk etmek istediğimde, azabı ve helâki indirmeye kādir ve hükümran olduğumu bilmiyorlar mı? Yani ben buna kādirim ve onu yaparım demektir.
Sonra Cenâb-ı Hak onlara azabı gönderdiğinde sabahlarının karanlığa gömüldüğünü haber vermekte, şöyle buyurmaktadır:
İstedikleri başlarına geldiğinde (önceden) uyarılmış olanların sabahı çok kötü olacaktır!
Buradaki azap “sahalarına indiğinde” sözü, muhtemelen yakınlarına indiğinde mânasına gelmektedir. Bu ifade, kendilerine ve başlarına indiği anlamına da gelebilir. Nitekim başka bir âyette Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın vâdi gelinceye kadar yaptıklarından dolayı inkâr edenler ya kendileri felâkete uğrayıp duracaklar veya felâket onların yurtlarının yakınına inecektir”{Rad-31},
Yani azap onların başına inecek. En doğrusunu Allah bilir.
Sonra Cenâb-ı Hak, uyarılmış olanların sabahı çok kötü olacaktır buyurmaktadır. Onların sabahları kötü olacak, çünkü azap başlarına geldiğinde onları ebedî cehennemlerin azabına uğratacak. En doğrusunu Allah bilir.
178. “Evet, sen bir süre için onları kendi hallerine bırak.”
179. “Ve hallerini gör; ileride kendileri de görecekler!”
Evet, sen bir süre için onları kendi hallerine bırak. Bu âyeti az önce açıklamıştık. Hallerini gör; ileride kendileri de görecekler buyruğunu da belirtmiştik. Bazıları buna, sen bak, onlar da bakacaklar diye mâna verdi.
180. “Mutlak izzet sahibi olan Rabb’in, onların yakıştırdığı nitelemelerden münezzehtir.”
181. “Bütün peygamberlere selâm olsun!”
182. “Ve âlemlerin Rabb’i olan Allah’a hamdolsun.”
Bu üç âyette, Allah’ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğuna dair açıklamalar vardır, onlar da şunlardır:
Allah’ın birliğini tasdik etmek,
bütün işlerinde Allah’a tevekkül etmek, verdiği nimetlere dair Allah’ı güzel şekilde övmek ve ayrıca
bütün peygamberleri yüceltip övmek.
Tevhide gelince bu şu sözünde dile getirilmiştir:
Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetlere karşı insanların hamd etmek ve güzel övgüler yapmak ve aynı zamanda bütün peygamberlere de güzel övgülerde bulunmak gerektiğidir.
Mutlak izzet sahibi olan Rabb’in, onların yakıştırdığı nitelemelerden münezzehtir.
Mülhitlerin, çocuk edinmek, ortağı ve eşi olmak gibi asla Allah’a lâyık olmayan bütün nitelemelerden, Cenâb-ı Hak kendini tenzih etmekte ve aklamaktadır.
Bunu söyleyen insanın, Cenâb-ı Hakk’ı bütün bu isnatlardan uzak ve münezzeh olmakla niteleyenin alacağı sevabı alması ümit edilir.
Mutlak izzet sahibi olan Rabb’in ifadesi de tevhid söz konusu edilmektedir. Şöyleki: Cenâb-ı Hak şan ve şerefle, mutlak kuvvet sahibi olmakla ve her şeyin tasarrufunun kendisine ait olmakla ilgili bir nitelemekten oluşan bir tevhittir.
“Her şeyin tasarrufunun kendisine ait olması” sözü ile ifade edilen Allahın rab olması, egemen olması, hüküm koyan olması, işleri çekip çeviren olması manasına gelir. Birçok zaman ve birçok kişi bu ifadeleri yüzlerce kez okumasına rağmen ifade edilmek istenen manayı kavrayamıyor, dolayısıyla hem Kuranın ifadesiyle Allahtan başkasına itaat ve ibadet edip hem de hala Müslüman kaldığını sanıyor. Kuranın kelimelerinin ne manaya geldiğini günümüz dilinin ona verdiği anlama göre değil, Kuranın ona yüklediği anlama göre anlamalıyız.
Peygamberlere yapılması gereken güzel övgülere gelince bu da, Bütün peygamberlere selâm olsun meâlindeki âyette ifade buyrulmaktadır.
Cenâb-ı Hak kullarına, bütün peygamberlere güzel övgülerle onları övmelerini emretmektedir. Bu konuda Resûlullah (s.a.) da şöyle buyurmuştur: “Bana selâm gönderdiğinizde, diğer peygamber kardeşlerime de selâm gönderin, çünkü ben ancak peygamberlerden biriyim”{Taberi ve Suyuti}.
İnsanlara verdiği bütün nimetlere ve güzelliklere karşı Cenâb-ı Hakk’a güzel bir şekilde hamd ü senâ etmeye gelince, bunu da şu âyet-i kerîmede ifade buyurmaktadır:
Âlemlerin Rabb’i olan Allah’a hamdolsun.
Allah’ı bilerek ve kabul ederek bunu söyleyen ve okuyan birinin, bunları söyleyen ve okuyanların hepsinin alacağı bütün sevabı alması umulur. En doğrusunu Allah bilir.
Burada “rab” kelimesinin manası dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bilerek ve kabul ederek söylemek önemlidir.
Mutlak izzet sahibi olan rab. Bu beyanın anlamına dair bazıları şöyle dedi: İntikam ve kudret sahibi olan Rab! Bu ifade, her güç-kudret sahibi olanın ve her şan ve şeref sahibi olanın dayandığı Rab mânasına da gelebilir.
Allah’a hamdolsun sözü de böyledir, yani bir şeye hamd ü senâ eden herkesin o hamd ve senâsı hakikatte Allah’a varır. Gerçek muradının ne olduğunu en iyi Allah bilir. Başarıya ulaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür.
. “Mutlak izzet sahibi olan Rabb’in, onların yakıştırdığı nitelemelerden münezzehtir.”
ayetinde Allah’ın rablığı ve yakıştırılan nitelemelere dikkat çekiliyor. Dolayısıyla “Allah’ın dinine en uygunu bizim yaptığımızdır” yalanlarıyla kanun ve kurallar koyarak gendi egemenliklerini kuran ve Kuranın ifadesiyle tağut olarak nitelendirilen yönetim ve idareler de bu ayetler kapsamında değerlendirilmelidir.
Allah’ın çocuk edindiğini iddia etmek ne kadar büyük bir yalan ve iftira ise, Allah’ın rab ligini tanımayıp kulları bu mevkie koymak, kulların kural ve hükümlerine tabi olmak da o derece yanlış ve büyük bir iftiradır.