SÂFFÂT SÛRESİ 88-111
TE’VİLATÜ-L KUR’AN – İMAM MATURİDİ’den
83. “Kuşkusuz İbrahim Nuh’un yolunu izleyenlerdendi.”
84. “O, tertemiz bir kalple Rabb’ine yönelmişti.”
85. “Babasına ve halkına, ‘Siz neye tapıyorsunuz?’ demişti;”
86. “Allah’tan başka birtakım düzmece ilahlar mı edinmek istiyorsunuz?”
87. “Peki, âlemlerin Rabb’iyle ilgili düşünceniz nedir?”
88. “Sonra yıldızlara şöyle bir baktı;”
89. “Ben rahatsızım, dedi.”
Müfessirler derler ki: Kavmi, Hz. İbrahim’i (s.a.) bayramlarına götürmek istemişlerdi, fakat Hz. İbrahim, kendisini bırakıp gitmeleri için yıldızlara bakmış ve ben hastayım demişti, niyeti de kavminin taptığı putları kırmaktı, nitekim putları kırıp parçalamıştı.
Hz. İbrahim’in (s.a.) yıldızlara bakması, kavminin yıldızlara bakarak iş yaptıkları için olduğunu söylüyorlar. En doğrusunu Allah bilir ya, eğer durum böyle ise, yıldızlara bakmakla kendisi de kavmi gibi davrandığını onlara göstermek istemiş olmalıdır. Şu ilâhî beyanda belirtilen husus odur: “Rabb’im budur; zira bu daha büyük, demişti”{Enam-78}.
Bunu, onlar gibi davrandığını göstermek için, kendisini daha kolay rahat bırakmalarına delil olsun diye söylemişti. Çünkü yaratılanlar arasında bilinen uygulama da böyledir; başka birini dininden veya mezhebinden çevirmek isteyen kişi, onun düşüncelerine uygun davranır, sonra onu ondan vazgeçirmeye çalışır; bu yol, istediği neticeyi elde etmek için ona muhalefet ve düşmanlık göstermekten daha iyi netice verir. Çünkü insana kendisiyle uyumlu olanın sözü, muhalifin sözünden daha çok tesir eder. En doğrusunu Allah bilir.
Burada Hz. İbrahim (s.a.), ben hasta olacağım demek istemiştir. Bu, dilde caiz olan bir ifade tarzıdır. Nitekim Allah bir âyette şöyle buyurur: “Elbettesen ölüyorsun, onlar da ölüyorlar”{Zümer-30}, yani elbette sen öleceksin, onlar da ölecekler, yoksa şimdi ölüyorlar demek değil. Buna göre Hz. İbrahim’in (s.a.) ben hastayım sözü, hasta olacağım anlamına gelir.
Yahut ben hastayım sözünü gerçek anlamda kullanmıştır, bu konuda o doğru söylemektedir. Çünkü yaratılanlardan hiç kimse yoktur ki, az da olsa onda bir rahatsızlık bulunmasın! Hz. İbrahim’in (s.a.) sözü de bu anlamdadır.
Bazı rivayetlere göre o toplumda bir takım kimselerde temasla bulaşan bir hastalık vardı ve bu yüzden İbrahim (a.s.) ben hastayım dediğinde çevresindekiler hemen onu bırakıp gittiler.
Bazıları şöyle demiştir: Hz. İbrahim üç yerde yalan söylemiştir. Biri, buradaki ben hastayım sözüdür.
Bu, korkunç ve çirkin bir sözdür; resûllerden veya nebîlerden birine yalan nispet edilmesi caiz değildir, hiçbir şekilde böyle bir şey vâki olmamıştır.
90. “Bunun üzerine diğerleri onu arkalarında bırakıp gittiler.”
91. “İbrahim gizlice tanrılarının yanına vardı; ‘Niçin bir şeyler yemiyorsunuz?’ dedi;”
Bunun üzerine diğerleri onu arkalarında bırakıp gittiler. Yani kendisini de götürmek istedikleri halde hasta olduğunu söylemesi üzerine Hz. İbrahim’i bırakıp işlerine ya da bayram yerine gittiler.
İbrahim gizlice heykel ve önünde saygı gösterilen sembollerin yanına vardı. Yani onların ilah edindikleri ve ilâh adını verdikleri putların yanına gitti. Burada ilah sözünü onların inançlarından dolayı kullanmıştır, yoksa onlar ilâh değildir. Nitekim Hz. Mûsâ (s.a.) da buna benzer bir söz söylemişti: “Şimdi şu tapıp durmakta olduğun ilaha bir bak!”{Taha-97}, yani sana göre ilah olan şu putuna bak demek istemişti, yoksa o tanrı değildi.
Niçin bir şeyler yemiyorsunuz, dedi. O sırada onların önüne yemek konulduğu için Hz. İbrahim niçin yemiyorsunuz demişti.
92. “Neyiniz var, niçin konuşmuyorsunuz?”
Yani ihtiyaçlarınızı niçin söylemiyorsunuz? Yahut bu sözü, sizi kimin dövüp parçaladığını niçin söylemiyorsunuz, mânasında söylemiş gibidir. Tıpkı şu ilâhî beyanda belirtildiği gibi: “İbrahim getirilince, ‘Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın?’ diye sordular. İbrâhim, ‘Hayır’ dedi, bu işi şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşabiliyorlarsa onlara sorun!”{Enbiya-62,63}
Bunu kendilerine kimin yaptığını sorun onlara. Bu sözle o, yemeğini yiyemeyen, konuşamayan ve kendisine zarar vermeye çalışana engel olamayan putlara tapmakla ne kadar akılsızca hareket ettiklerini göstermek istiyordu, bu söylenenleri yapmaya bile kādir olmayanın âhirette size şefaat edeceklerini nasıl beklersiniz? diyordu. En doğrusunu Allah bilir. Şu ilâhî beyanda da bu husus belirtilmiştir: “İbrâhim, ‘Peki ama’ dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?”{Şuara-72,73}
Bütün bunlarla birlikte şu da anlaşılmalıdır. Allah’ın dışında tapılanlara tapma ve kulluk şekli semboller ve heykel ve yapıtlar yoluyla olur. Onlara değişik manalar yüklenir. Hatta bu tapılanlar peygamberler bile olabilir. O sembol, heykel ve yapıtları konuşturanlar, onların söylemleri sayesinde kendi egemenlik ve idarelerini sağlarlar. Bunu yaparken de din adına, Allah için böyle yaptıklarını söylerler. Yanlarından eksik etmedikleri din adamı pozisyonundaki kişiler de onları destekler. Allah’ın dışında başkasını ilah edinmek ve başkalarına ibadet etmek bu şekilde olur.
Bu kıssa bize konuşamayan, cansız put ve sembollerin İbrahim (a.s.) zamanında da aynı şekilde mevcut olduğunu, aynı yöntemlerin o gün de uygulandığını göstermektedir. Yoksa Allah tarafından peygamber seçilen, olgun bir yetişkin yaşında olan Hz. İbrahim’in putlara Niçin bir şeyler yemiyorsunuz? Neyiniz var, niçin konuşmuyorsunuz?” demesinin izahı olmaz.
93. “Sonra onlara güçlü darbeler indirmeye başladı.”
Yani döndü ve insanların yanına gitti. Buradaki “darben bil yemîn” kelimelerine farklı manalar verilmiştir.
Bazıları şöyle dedi: Yeminine uyduğunu göstermek için onların yanına gitmişti, çünkü o şöyle yemin etmişti: “Allah’a yemin ederim ki siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!”{Enbiya-57} En doğrusunu Allah bilir.
Bazıları ise şöyle dedi: “Darben bil yemîn” sözü, kuvvetli vuruş anlamına gelir. El kelimesi kuvvet anlamında kullanıldığı gibi, sağ el manasına gelen “yemîn” kelimesi de burada güç-kuvvet anlamında kullanılmıştır.
Bazıları ise şöyle söyledi: “Darben bil yemîn” sözü, sağ eliyle vurdu demektir, nitekim insan işlerini çoğu kez sağ eliyle yapar.
94. “Diğerleri öfke içinde koşarak İbrahim’in yanına geldiler.”
Bu cümlenin zahiri, Hz. İbrahim putları kırdığı ve yapacağını yaptığı sırada koşarak yanına geldiler manasına gelir. Ancak başka bir âyette, Hz. İbrahim putların yanından ayrılıp gittikten sonra onların geldiğine işaret eden bir ifade yer almaktadır, bu da aradan bir müddet geçtikten sonra olmuştu.
Onların şöyle söyledikleri görülmez mi: “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir.
Bazıları, ‘İbrahim denen bir gencin bunları diline doladığını işitmiştik’ dedi”{Enbiya-59,60}.
Eğer Hz. İbrahim putların yanında iken koşarak gelmiş olsalardı, tanrılarımıza bunu kim yaptı demeye ihtiyaç duymazlar, aksine bunu İbrahim yaptı, derlerdi. Hz. İbrahim’in de, “Hayır, bu işi şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşabiliyorlarsa onlara sorun”{Enbiya-63} demesinin anlamı olmazdı. En doğrusunu Allah bilir.
“Yeziffûn” kelimesine, bazıları yürüyerek gittiler manasını, bazıları da koşarak gittiler anlamını verdi. Bu kelimenin aslı, insanın başına bir şey geldiğinde veya kendisine bir şey yapıldığında hızlı adımlarla yürümesi anlamına gelir. En doğrusunu Allah bilir.
95. “Dedi ki: ‘Kendi ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?’”
96. “Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.”
Kendi ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Âyet, kendi elleriyle yonttukları, sonra da onun fayda ve zarar vermeye kâdir olmadığını bildikleri halde kendilerine tanrı edindikleri putlara taptıklarından dolayı onlarıbeyinsizce davranmakla suçlamaktadır. Başkalarına tapmak caiz olursa, onları yontana tapmak, yontulana tapmaktan daha evlâdır, çünkü yontanın fayda ve zarar vermeye gücü yetiyor, fakat yontulanın hiçbir şeye gücü yetmiyor. Daha uygun ve daha faydalı olmasına rağmen yontana tapmadığınıza göre, sizi ve fiillerinizi yaratana tapmayı bırakıp hiçbir şeye gücü yetmeyen yontulan putlara nasıl taparsınız?
97. “Ötekiler, ‘Onun için bir yapı kurun ve (orada hazırlayacağınız) kuvvetli ateşe atın onu!’ dediler.”
Ötekiler, ‘Onun için bir yapı kurun’ dediler. Sanki onlar birbirlerine şöyle diyorlardı: İçinde odun toplamak, o odunlarla büyük bir ateş yakmak ve sonra da onu cehenneme çevirmek için ona ait bir yapı kurun! Sonra İbrahim’i o ateş cehennemine atın! “Cahîm” kelimesinin ‘büyük ateş’ anlamına geldiğini daha önce 64. Ayette söylemiştik.
98. “Böylece onu engellemek için bir plan kurdular; ama biz onları alta düşürdük.”
Yani biz onları helâk ettik. Müfessirler şöyle derler: Cenâb-ı Hak onları helâk edinceye kadar kendilerine bir şey göstermedi. En doğrusunu Allah bilir ya, sözünü ettiğimiz husus, sanki onlar İbrahim a.s.’mı helâk etmek istediler, fakat kendileri helâk edilenlerden oldular anlamına gelmektedir. En doğrusunu Allah bilir.
99. “İbrahim, ‘Ben Rabb’ime gidiyorum’ dedi, O bana yol gösterecektir.”
Bazıları şöyle dedi: Ben Rabb’ime gidiyorum sözü, ben ahirete kendi kalbimle, amelimle ve niyetimle gidiyorum anlamına gelir. Rabb’imin bana emrettiği yere veya izin verdiği yere gidiyorum manasına da gelebilir, bundan maksat da Bâbil’den Şam’a hicret etmektir. Yahut Rabb’imin rızasının olduğu yere veya Rabb’ime itaat edebileceğim yere gidiyorum anlamına da gelebilir. En doğrusunu Allah bilir.
O bana yol gösterecektir, yani Rabb’im beni kavmimin bana yaptıklarımdan kurtaracaktır. Bazıları bu cümleye, Rabb’im bana hangi yoldan gideceğimi gösterecektir manasını verdi.
Böyle bir anlam vermek de mümkündür, nitekim Mûsâ aleyhisselâm da Medyen’e doğru yöneldiğinde şöyle demişti: “Umarım Rabb’im bana doğru yolu buldurur”{Kasas-22}.
Buna göre İbrahim aleyhisselâmın O bana yol gösterecektir sözü, Rabb’imin emrettiği yere gitmek için bana yol gösterecektir manasına gelir, yani ben yöneldiğim cihete Rabb’imin emri ile yöneldim, O bana yol gösterecektir. En doğrusunu Allah bilir.
Bazıları bu cümleye Rabb’im bana kendi dininin yolunu gösterecektir mânasını verdi. Bu, Allah’ın dinine teslim olmak için yaratılanlar tarafından yapılan ilk hicret idi.
100.“Rabbim! Bana iyilerden olacak bir evlat ver!”
Sanki Hz. İbrahim şöyle demektedir: Rabb’im bana bir çocuk ver ve onu salihlerden eyle! Bunun delili, Hz. İbrahim’in bir çocukla müjdelenmesidir.
Onun isteği üzerine kendisine bir çocuk müjdelenmesi, onun çocuk istediğine işaret eder. Sonra bu âyet, Allah’tan erkek çocuk istemenin caiz olduğunu da göstermektedir.
Ancak Hz. İbrahim çocuğu salih ve temiz olmak şartıyla istemişti, tıpkı diğer peygamberlerin istediği gibi. İbrahim aleyhisselâm böyle bir çocuk istemiş ve şöyle demişti: Rabbim! Bana iyilerden olacak bir evlat ver! Zekeriyya aleyhisselâm da şöyle dua etmişti: “Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle!”{Ali imran-38}.
Onlar, böyle dua etmelerinden dolayı Cenâb-ı Hak tarafından övülmektedirler: “Onlar, ‘Ey Rabb’imiz!’ derler, bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi günahtan sakınanlara öncü yap!”{Furkan-74}.
Rabb’inden çocuk isteyen herkesin, Allah’ın selâmı üzerlerine olsun, peygamberlerin istedikleri şartlarla istemesi gerekir. Bu şarta uyarak Allah’tan çocuk istemek, Azîz ve Celîl olan Allah için istemek, O’nun emriniyerine getirmesi ve O’na kulluk yapması için istemek anlamına gelir, yoksa kendi zevkini tatmin etmesi ve dünyada mutlu olması için istemek anlamına gelmez.
“Ey Rabb’imiz! Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet!”{Furkan-74} meâlindeki âyet ise iki anlama gelir. Birincisi, bize gözlerimizi aydınlatacak eşler ve çocuklar bahşet mânasına gelir. İkincisi de, Zekeriyya aleyhisselâmın “Bana temiz bir nesil”{Ali imran-38} dediği gibi bize eşlerimizden, çocuklarımızdan ve soyumuzdan gözlerimizi aydınlatacak nesiller bahşet anlamına gelir.
Sonra bu âyet, çocuğun, Cenâb-ı Hakk’ın insanlara bir lütfu ve ihsanı olduğuna işaret eder. Bunda dolayı Zekeriyya aleyhisselâm “Temiz bir nesil”{Ali imran-38} demiş, Cenâb-ı Hak da, “Allah dilediğine kız çocukları bahşeder, dilediğine de erkek çocukları bahşeder”{Şura-49} buyurmuştu. En doğrusunu Allah bilir ya, daha önce söylediğimiz gibi çocuk Allah’tan gelen bir hediyedir.
101. “Bunun üzerine kendisine akıllı ve edepli bir erkek çocuğu olacağını müjdeledik.”
Çocuk dünyaya geldiğinde onun hilim ile (akıllı ve edepli olmakla) nitelemesi ihtimali yoktur, ancak Cenâb-ı Hak burada sanki şunu söylemektedir: Kendisini, imtihan çağına geldiğinde amellerle, emir ve yasaklarla halîm (akıllı ve edepli) bir çocuk sahibi olmakla müjdeledik. Yani imtihan edilecek yaşa geldiğinde, imtihan edildiği hususlarda akıllı ve edepli olacak bir çocuk müjdeledik. Katâde şöyle dedi: Azîz ve Celîl olan Allah, Hz. İbrahim ile ona müjdelediği çocuktan başka hiç kimseden halîm (akıllı ve edepli) olmakla bahsetmemiş ve onu bununla tavsif etmemiştir. En doğrusunu Allah bilir.
102. “Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, ‘Yavrucuğum’ dedi, ‘rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?’ Dedi ki: ‘Babacığım! Sana buyrulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.’”
Bu ayette geçen kelime “buluğ” dur.
Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince. Yani kendisine emredileni yapabilecek güce ulaştığında ve babasıyla birlikte yol yürüyebilecek, yani hicret edebilecek yaşa geldiğinde… Bazıları bu cümleyi şöyle yorumladı: Çalışacak ve imtihan edilecek yaşa geldiğinde.
Babası ona dedi ki: Yavrucuğum, rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?
Bu âyet, nebîlerin ve resûllerin gördükleri rüyaların hak olduğunu gösterir, onlar açık gözle görülen olaylar gibidir. Hz. İbrahim, insanı kesmenin ve öldürmenin haram olduğunu bildiği halde, çocuğuna; rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm deyince, oğlu da, sana buyrulanı yap demişti. Eğer gördüğü rüya emir olmasaydı, oğlu, sana buyrulanı yap demezdi.
Hz. İbrahim de insanı kesmenin ve öldürmenin, hatta böyle bir şeye yeltenmenin bile haram olduğunu bildiği halde rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm diye konuşmazdı. En doğrusunu Allah bilir.
103. “Her ikisi de (ilâhî buyruğa) teslim olunca ve babası onu yüzüstü yatırınca,”
Burada teslim olunca anlamına gelen “eslemâ” kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın her ikisine emrettiğini, yani biri kesmeye, öbürü de rıza ve itaat gösterip teslim oldukları zaman anlamına gelir. Yahut babası oğlunu, oğlu da kendisini Allah’a teslim etti anlamına gelir.
Aslında her ikisi de kendilerini Allah’ın emrine teslim etmişler ve O’na itaat göstermişlerdi. Babası onu yüzüstü yatırdı. Yani babası onu yere serdi ve yüzükoyun yatırdı. İnsanın kesmek istediği koyun ve benzeri hayvanları yan tarafına yatırdığı gibi, Hz. İbrahim oğlunu yan tarafına yatırmadı, onu yüzükoyun yatırdı. En doğrusunu Allah bilir ya, o, Allah’ın emrini infaz etmeyi ve emrolunduğu şeyi yerine getirmeyi isteyince, hayvanları keserken yan üstü yatırdıkları gibi oğlunu da yan üstü yatırsaydı, her ikisi birbirlerinin yüzüne bakacak ve belki de kesen kişi acıyarak kesmekten vazgeçecek, kesilen de canı yandığı için itaatten vazgeçecekti. En doğrusunu Allah bilir.
104. “Ey İbrahim! diye ona seslendik;”
105. “Tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun. İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz.”
106. “Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı.”
107. “Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik.”
Ey İbrahim! diye ona seslendik; tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun. Cenâb-ı Hak, emrettiği fiilin gayrısını murat etmiş olması da caizdir, yapacağını ve tercih edeceğini bildiği fiilin olmasını murat etmiş olabilir. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: Ey İbrahim! Tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun. Cenâb-ı Hak, Hz. İbrahim’e kesmesini emretmekle, gerçekten evladını kesme fiilini murat etmemiştir.
Eğer Allah emrettiği şeyin yapılmasını murat etmiş olsaydı, Hz. İbrahim’in rüyasını gerçekleştirdiğini söylemezdi. Dolayısıyla bu, kesme emrinin gerçekleşmesi manasında değildi.
Allah’ın selâmı üzerlerine olsun Hz. İbrahim ve oğlu, yaptıkları şeyden dolayı övülmüşlerdir, kendilerinden sitayişle bahsedilmiştir: Bu, oğlunu kesmek üzere yere yatırmasından, öbürü de arzu ile ve itaatle kendini teslim etmesinden…
Şayet Allah’tan onlara verilen emir, yere yatırmak ve itaatle teslim olmaktan başka bir şey için olsaydı, o zaman onların bu yaptıklarında övgüye, methe ve iftihar edilmeye değer fazla bir şey olmazdı. Çünkü onlardan biri sadece oğlunu yere yatırmış, öbürü de sadece itaat göstermişti. Fakat onlar bu yaptıklarından dolayı övüldüklerine ve bunun kıyamete kadar büyük bir iftihar vesilesi olarak gösterildiğine göre, hatta Cenâb-ı Hakk’ın birine Zebîhullah (Allah’ın kurbanlığı), diğerine de “Ahde vefa örneği İbrahim”{Necm-37} meâlindeki ayette buyurduğu gibi Vefiyyullah (Allah’ın emrine vefa gösteren) adını vermiş olması, ayetteki kesme emrinin hakiki manada çocuğu kesmekle ilgili olduğunu gösterir.
Ayette ona bedel olarak bir kurbanlık gönderildiğinin belirtilmiş olması önemlidir. Allah şöyle buyurmuştur: Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik. Eğer ayetteki emirden maksat çocuğu değil de koçu kesmek olsaydı, koçun bedel olarak gönderilmesinin anlamı olmazdı. Çünkübedel lafzı ancak, bir şeyi değiştirmek ve bir şeyin yerine başka bir şeyi koymak manasında kullanılır.
Fakat âyet-i kerîmede belirtildiği üzere babası onu yere serip yüzüstü yatırınca, o fiili yerine getirmeleri engellenmişti, yoksa rivayet edildiği üzere bıçağı boynuna sürdüğü halde kesmediği belirtildiğine göre onlar Allah’ın emrini terk etmiş değillerdi. Herhangi bir fiili yapmakla emrolunan, sonra emredildiği o fiili yapmasına engel olunan ve emredildiği fiille arasına engel konulan biri, o emri terk etmiş olmaz, o kişinin emri terk etmekle nitelenmesi de doğru olmaz. Bundan dolayı mesele âyette belirtildiği gibidir. En doğrusunu Allah bilir.
Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı. Hz. İbrahim’e verilen çocuğunu kesme emri, büyük bir imtihandı. Bazı müfessirler bu âyeti şöyle yorumladılar: Bedel olarak İbrahim aleyhisselâma gönderilen o kurbanlık büyük bir nimetti ve büyük bir ihsandı.
108-109. “Onun hakkında, ‘İbrahim’e selâm olsun!’ ifadesini sonradan gelen nesiller arasında devam ettirdik.”
110. “Evet, iyileri işte böyle ödüllendiririz.”
Sonradan gelen nesiller arasında devam ettirdik.
Müfessirler bu ayete güzel övgüyü devam ettirdik mânasını verdiler. Bu ayetle, hemen arkasından gelen ayetteki selâm kelimesinin kastedilmiş olması da mümkündür, çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
İbrahim’e selâm olsun! Cenâb-ı Hak ona ve bütün peygamberlere selâm göndermemiz için bunu sonraki nesillerde devam ettirmiştir. Tıpkı şu ilâhî beyanda belirtildiği gibi: “Mutlak izzet sahibi olan Rabb’in, onların yakıştırdığı nitelemelerden münezzehtir. Bütün peygamberlere selâm olsun!”{Saffat-180,181}
Hz. Peygamber (s.a.) de şöyle buyurmuştur: “Bütün nebilere ve resullere selâm ve senâ göndermemiz bize emredilmiştir”.
Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine de salât selâm eyle!” Bütün peygamberler birbiriyle aynı milletten oldukları gibi hepsi birbiriyle aynı ailedendir.
Yahut bu selâm, Allah’tan onlara verilen her türlü korkudan emin olmak ve her nevi çirkinlikten salim olmak anlamındadır.
İyileri işte böyle ödüllendiririz. Yani iyi olan her insanı biz böyle mükâfatlandırırız, yani sonraki nesillerde onun hakkında selâmı ve güzel övgüyü devam ettiririz. En doğrusunu Allah bilir.
111. “Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandı,”
Bu ilâhî beyan, farklı şekillerde yorumlanabilir. Birincisi, Hz. İbrahim henüz kendisine vahiy verilmeden ve peygamber olarak gönderilmeden önce de mümin kullarımızdandı. İkincisi, o, sözünde, fiilinde ve verilen görevleri yerine getirmekte imana hakkıyla lâyık olan mümin kullarımızdandı. En doğrusunu Allah bilir.
Sonuç olarak denilebilir ki, sizin dayandığınızı iddia ettiğiniz İbrahim (a.s.) Allah’dan başka tapılan ve itaat edilen ve semboller ve heykelcikler olarak somutlaşan yaşama biçimine karşı çıkmış, tek Allah’ı Rab ve İlah olarak tanımıştır.