(Dr. Usaama al-Azami’nin “Why We Need Ulama: The Importance of Seeking Islamic Knowledge From Scholars” adlı makalesinden ilgili bölüm çevrilip özetlenmiştir.)
Bir rivayette Yaralı bir sahabe boy abdesti almasını gerektiren durumu dolayısıyla arkadaşlarına, tam gusül abdesti yerine teyemmüm alıp alamayacağını sormuş, ancak yol arkadaşları gusül etmesi konusunda ısrar etmişler. sahabe gusül abdesti almış ve sonrasında muhtemelen enfeksiyon nedeniyle vefat etmiş. Bunu haber alan Peygamber ﷺ, yıkanması konusunda ısrar edenlere kadar öfkelenmiş ki,: “Onu öldürdüler. Onu öldürdüler!” diyerek onları azarlamıştır.
Bu rivayet bize fetva vermenin ciddiyetini belirtir, İslam ilim geleneğinde bu husus tekrar tekrar hatırlatılır. Hadisin geri kalanı, Peygamber’in ﷺ tavsiyesini aktarır. “Bilgisi olmadan fetva verenleri kınadıktan sonra, Peygamber ﷺ “Bilmedikleri zaman soramazlar mıydı? Cehaletin ilacı sormaktır.” demiştir
Yaşanan bir uygulama olarak İslam, “Kuran” ve “Sünnet”e dayanır. Kuran, Peygamber Sünnetine başvurulmadan daha ince ayrıntılarının çoğunun anlaşılamayacağı zengin dokulu bir vahiydir ve her ikisi de sayısız şekilde yorumlanabilen metinler içerir.
Aynı şey, bir topluluk tarafından değer verilen herhangi bir metin için de geçerlidir. ABD Anayasası’nı düşünün, kısadır. ABD, hukuk bilginlerini ve uygulayıcılarını bu belgede belirtilen normların yorumlanması ve uygulanması konusunda şirketlerden okullara kadar uzanan sayısız yasal kurumun yanı sıra muazzam bir yargı altyapısı geliştirmiştir. Bu belge, bugün dünyadaki en güçlü ulusun yönetimini biçimlendirmektedir. Benzer şekilde, Kuran ve Peygamber’in öğretileri, insanlık tarihinin en önemli medeniyetlerinden biri için rehber görevi görmüştür. Bu medeniyet, son bin yılın çoğunda manevi, entelektüel, ekonomik ve jeopolitik bir süper güç olarak gelişmişti.
Bu bağlamda, Kur’an ve Sünnet’in Müslüman ümmetine dünyevi varoluşunda nasıl rehberlik etmesi gerektiğini doğru bir şekilde anlamak için akademik uzmanlığın geliştirilmesi gerektiği oldukça açıktır. Akademik uzmanlığın gerekliliği yüksek siyaset ve entelektüel tartışma düzeyinde açık görünse de, ortalama bir Müslümanın Kur’an ve Sünnet’te korunan kutsal vahiy üzerine ulemanın derin düşüncelerinden nasıl etkilendiği veya etkilenmesi gerektiği sorulabilir.
Cevap olarak da anayasa benzetmesi açıklayıcıdır. Tüm vatandaşları etkileyen daha geniş yasal yapılar, ABD Anayasası’nın yanı sıra ülkenin 50 eyaletinin her birinin yerel anayasaları temel alınarak inşa edilmiştir. Bu yasalar doğrudan insanların hayatlarını şekillendirir. Herkes yasanın doğru tarafında kalma ihtiyacını kabul eder. Bu da yine hukukun ne olduğunu öğrenmeyi gerektirir ve bu da genellikle hukukçuların ürettiği kaynaklardan yararlanılarak yapılır.
Esasen, insan sosyal varoluşunun birbirine bağımlı doğası göz önüne alındığında, insan toplumlarının uzmanlaşma olmadan gelişmesi mümkün değildir. Bu, insanların başkalarının kendileri için geliştirme fırsatına sahip olmadığı bireysel alanlarda uzmanlık geliştirmelerine olanak tanır. Hepimiz hayatımızın her alanında, ister tıp, mühendislik, ekonomi veya daha fazlası olsun, uzmanlara bağımlıyız.
Bu elbette bilim insanları için de geçerlidir. Bilim insanlarının hayatta kalmak, ihtiyaç duydukları kaynaklara erişmek için uzmanlara güvenmeleri gerekir, ister doktorlar, ister evlerini ve arabalarını tasarlayan mühendisler veya ikamet ettikleri kasaba ve şehirleri yöneten kamu görevlileri olsun. Hepimizin verimli bir hayat yaşamak, ihtiyaç duyduğumuz olanakları sağlamak için bu uzmanlara ihtiyacımız olduğu gibi, sıradan Müslümanların da Kuran ve Sünnet bilgeliğine erişmek için alimlere ihtiyacı vardır. İnsan işleri uzmanlık bilgisi gerektiriyorsa, Alimler, hayatlarımızı nasıl yaşamamız gerektiği hususunda bizi yönlendiren İlahi vahiy konusunda uzmanlar olarak kabul edilmelidir.
Açık olmak gerekirse, sıradan Müslümanlar din anlayışlarını derinleştirmeye teşvik edilir. Bazıları gerçekten de Şeriat bilimlerinde uzmanlaşmaya çalışmalıdır. Böyle bir uzmanlık özellikle Batı’daki Müslümanlar arasında eksiktir. Ancak, bu bilimlerde uzmanlaşmayanlar uzmanlara başvurmalıdır. Benzer şekilde, Müslümanlar Kuran ve Sünnet metinlerini kendileri okumaktan faydalanabilirler. Bu metinlerin kolayca erişilebilir hale geldiği bir zamanda yaşıyoruz. Yine de, Müslümanlar bu metinleri nasıl anlayacakları konusunda herhangi bir kafa karışıklığı yaşadıklarında, açıklama için alimlere ihtiyaç duyarlar.
Bu bağlamda, alimler genellikle Nahl Suresi 16:43’teki şu ayeti alıntılar: “Eğer bilmiyorsanız, âlimlere sorun.” Endülüslü müfessir Kurtubî’nin (ö. 671/1273) belirttiği gibi, âlimler bu ayetin, sıradan halkın ( el-âmme ) ulemaya uymasının gerekliliğini ifade ettiği konusunda ittifak halindedirler.
Dünya Müslümanlarının büyük çoğunluğu, tercüme yardımı olmadan Kur’an ve Sünnet’in dilini anlayamaz. Bu tercümeler, nihayetinde birinci/yedinci yüzyıl Arabistan Arapçasını anlayabilecek ve anlamını vahiy döneminden yaklaşık bir buçuk bin yıl sonra yaşayan okuyuculara ve dinleyicilere aktarabilecek kadar nitelikli olan alimler tarafından yapılır.
Ulemanın yorumlayıcı gayretlerinin yardımı olmadan Kur’an’ı anlama çabaları başarısızlığa mahkûmdur. Kur’an’ın güçlü dilini anlamak için, Peygamber’in Sahabeleri, zaman zaman Kur’an’ın zarif edebi kelime seçimlerinin bazılarının anlamını yetkili bir şekilde açıklayabilen İslam öncesi şiire başvururlardı. Bazı modernist Müslümanların, hadis gibi dinî otoritenin Kur’an dışı kaynaklarını ötekileştirme yönündeki yanlış çabalarının yanısıra, Kuran’daki bazı kelimelerin anlamlarını belirlemek için Arapça sözlük bilimcilerinin Kur’an dışı akademik çalışmalarına başvurmak zorunda kalmaları ciddi bir çelişkidir aslında kendi kendilerini yenilgiye uğratmış olmaktadırlar.
Her şeyi bilen Yaratıcı olarak Allah ﷻ, dilin doğasının ve Kur’an gibi bir metni insanlar için yorumlamanın gerekliliğinin tamamen farkındadır. İslam hukukçularının bu tür “ilgisiz” ayrıntılarla meşgul olmalarını sorunsallaştırma hevesine katılıyorsak, modern devletlerin yasalarının yorumlanması konusunda devasa kurumlar kurmak için muazzam miktarda para harcadıklarını hatırlamamız iyi olur.
Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde yargı, federal hükümetin üç eşit kolundan biridir. Federal ve eyalet yargıları birlikte ele alındığında, yaklaşık 32.000 yargıçtan oluşan bir organa sahiptirler. Bu rakamlar, ABD’deki lisanslı, aktif avukatların sayısıyla karşılaştırıldığında çok düşük. Amerikan Barolar Birliği’nin yakın zamanda yaptığı bir ankete göre, ülkede yaklaşık 1,3 milyon avukat avukatlık yapıyordu.
Bu, hukuk okuryazarlığının bu kurumların düzgün bir şekilde işlemesine bağlı olduğu paralel ve diğer hukuk eğitimi almamış personelin geniş destekleyici altyapısından bahsetmiyoruz bile. Bu, yeni eğitilmiş avukatların sürekli akışını sürdürmek için gerekli olan önemli eğitim ve araştırma altyapısını ve hukuk aydınlarının davaların yüksek baskı ortamları ve pahalı hukuk hizmetleri sunmanın dışında karmaşık sorunlar üzerinde düşünebilecekleri alanları barındırmayı da içermez. Bu yüz binlerce kişinin işi, müvekkilleri veya davacıları söz konusu metinlere ilişkin yasal hakları ve yükümlülükleri konusunda bilgilendirmek için kodlanmış metinleri yorumlamaktır.
Bunun nedeni, herhangi bir sistemdeki yasaların dile dayalı olması ve yönetim, toplumsal örgütlenme ve anlaşmazlık çözümü gibi karmaşık sorunlar söz konusu olduğunda dilin doğası gereği belirsiz olmasıdır. Bir anlamda, birçok modern insanın (ve hatta bazı modern Müslümanların) din uzmanlarına dini uygulamalar konusunda danışılmasına lüzum olmaması gerektiği; buna karşın laik hukuk konusunda uzmanlara danışılması gerektiği kabulü, laikliğin modern hukuk kültürünü yöneten bir norm olarak kabul edilip içselleştirildiğini gösterir.
Hukuki sorularda genellikle dini referanslara sahip olmayan Müslüman olmayanlar için bu tamamen makul görünebilir. Ancak Müslümanların böyle düşünmesi, farkında olmadan da olsa, kendilerini bir parçası olarak gördükleri İslami kültürle çelişen bir hukuk kültürüne kendilerini kaptırdıklarını ifade eder.
Bunun nedeni, İslam alimlerinin temelde tüm tarihi boyunca anladığı şekliyle İslam’ın, İngilizce dilinde makul bir şekilde kanun olarak adlandırılabilecek biçimde belirli davranışları emretmesidir.
Modern hukuk kullanımı sıklıkla devletle yakından ilişkilendirilse ve hukuku ihlal etmenin dünyevi yaptırımla sonuçlanacağı beklentisi olsa da, yaygın olarak İslam hukuku her zaman bu varsayımlara göre işlemez. Gıybet yasağı gibi emir ve yasaklarının çoğu, kutsal metinlere dayalı yaptırımlara sahip değildir.
Bunlar, etkili bir şekilde, metafizik taahhütlerle desteklenen ahlaki kurallardır (Ahiret cezası tehdidine inanç). Eğer biri Allah’ın Kuran ile bir yasa vahyettiğine ve Müslümanlara bu yasaya uygun yaşamalarını emrettiğine ve bunun sonucunda ahirette ödül veya ceza alacağına inanıyorsa ki çoğu yasa, ilahi olarak belirlenmiş dünyasal cezanın belirli biçimleri olmadan kalsa bile; bunlar alimlerin gerekliliği konusunda ikna edicidir.
Pek çok alimin de gözlemlediği gibi, İslam hukuku aslında Müslüman toplumların yüzyıllar boyunca olağanüstü bir refah ve kültürel gelişmeyle yönetilmesine yardımcı olan olağanüstü uzun ömürlü ve etkili bir kurumlar dizisinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
G ekinci 16 Oca 2025
Öncelikle bu metinin müellifi yazmıyor. Elbette alim, ilimde öncü ve rehber e ihtiyaç duyar. Ancak günümüzde alimlik bir gelir kapısı, meslek, yanlış bir şey söylerse makamını kaybetme tehlikesi karşısında geleneksel alimlik ile bağdaşmayan bir serencam üzere seyretmektedir.
Bu hal alimleri takip edilir veya takip edilmez katagorilerinden birine iteler ki, ilimle ile makamı bu kadar ayrıştırır.
Alim doğru sözlü ise avamı yanlıştan korur, bu korkular la alim sözünü evirip çevirir ise maazallah avamı, zaten batılın hakim olduğu dünya düzeninde şirk günahına sokarsa, ahirette hesabı kime sorulur ki.
Aslında doğruluk payı yüksek olan bu metin bu gözle tenkit edildiğinde, bu gün müslim olmayı kendine şiar edinmişler için vah ki ne vah.
Selam ve dua ile.