19 May 25 - Pts 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Müslüman Düşünürler Batı ve Modernleşme -3

Müslüman Düşünürler Batı ve Modernleşme -3

……………………..

Saydıklarımızın dışında Batı ile temas veya Batının akademik, entelektüel, politik ya da ideolojik olarak meydan okuyuşuna maruz kalma bağlamında gelişmiş onlarca düşünce projesi vardır.

Kanaatimce, Seyyid Kutup, seçkin kişisel ve entelektüel deneyiminin yanı sıra, geleneksel Arap-İslam eğitimi alması nedeniyle belki de yirminci yüzyılın ikinci yarısında bu düşünürlerin en önde gelenlerindendi. Seyyid Kutup ünlü bir edebiyat eleştirmeni ve üst düzey modern bir düşünür idi.

Modern ve ideolojik teoriler oluşturma araçlarına; İfade, işaret, sembol ve mazmun zengini bir ifade gücüne sahipti.

Seyyid Kutup, otuzlu yıllarda kısa bir liberalizm gözleminden sonra hem Kapitalizm hem Komünizm modellerinin doğu ve insanlık için tehlikesini erken keşfetti.  Bu vesile ile “İslam Ve Kapitalizm Arasındaki Savaş” adlı eserini kaleme alarak kapitalizmin zulmüne ve onun zayıf ve seçkinleri komünizme doğru itmedeki rolüne dikkat çekti. ”İslam’da Sosyal Adalet”i toplumsal problemlere bir çözüm olarak gördü.

Kırklı yıllarda, aralarında 23 Temmuz 1952 hareketinin subaylarının da bulunduğu Mısır ulusal hareketinin gençlerini konuları ve söylemleri etrafında toplayan fikri bir hareketin liderliğini yapı. Hatta bu hareketten önce de entelektüel bir ilham kaynağı oldu. Onun birçok fikri, Mısır ulusal hareketi programına girebilmişti.

Onun Batı medeniyeti hakkındaki fikirleri çalışmalarında, özellikle de “İslamî Tasavvurun Özellik ve Dinamikleri” (İslam Düşüncesi) adlı eserinde netleşmişti.   O, İslam’ı medeniyet için bir ön şart olarak kabul ederek, dini kamusal alandan uzaklaştırmayı reddediyor ve din ile yaşam arasındaki “talihsiz kopukluğu” eleştiriyor ve şöyle diyordu:

“Bu Avrupa medeniyetinden ne kadar nefret ediyor, Hor ve hakir görüyorum, onun tarafından aldatılan ve tehlikelere sürüklenen insanlığa acıyorum. Bir parıltı, gürültü ve kaba bir maddi metadan ibarettir. Bu gürültü içinde ruh boğuluyor, vicdan donuklaşıyor; hayvani içgüdüler ve dürtüler serazat, sarhoş ve kırmızı ışıklarla tahrik olan İspanyol boğaları gibi sağa-sola yalpalıyor. Ruha mutluluk, gönle huzur vermeyen, kalbi doyurmayan, hatta en azından insanlığın can sıkıntısını, kaygısını ve endişesini gidermeyen alet, makine ve icatların ne değeri var ki!?”

Hadara (uygarlık) ile medeniyet ikilisi/ikilemi

Bütün bu söylenenlere rağmen Seyyid Kutup ve bu yönde düşünen entelektüeller ”Avrupa medeniyeti” ile ”Avrupa uygarlığı”nın farklı kavramlar olduğunu düşünüyorlardı. Onlara göre Medeniyet, tabii bilimler, çeşitli sanayi dalları, üretim, buluşlar; eğitim, ekonomi, yönetim ve halk sağlığı alanında ilerleme; başta kadınlar olmak üzere dezavantajlı sosyal grupların gelişmesi; yoksulluk, cehalet ve geri kalmışlık ile mücadele; manevi kuvvetin yanında maddi güç vasıtalarını kullanmakla ilgilidir.  Bunlara göre, Avrupa’nın dünya görüşüne, bu görüşün dinamikleri olan modernist felsefe, materyalist düşünce, pragmatist ahlak, peygamberliği bir kenara atma veya hor görme, maneviyattan yüz çevirme, zevkleri tatmin konusunda aşırı özgürlükçülük, şiddet ve zayıf milletler üzerinde baskı kurmak gibi handikaplara düşmeden Avrupa medeniyetinden istifade edilebilir.

Bu düşünürlerin bazıları ’Avrupa medeniyeti (المدنية) fenomenlerinin ’Avrupa uygarlığı’nın (الحضارة) temel felsefi teorileri, algıları ve dünya görüşünden arındırılıp ayrılabileceğini zannetmiştir. Ancak çağdaş kuşak düşünürleri, Avrupa uygarlığının öncülleri veya alt yapısında saklı bulunan teorileri ile Avrupa medeniyeti ve bu medeniyetin kültürel ve bilimsel” ürünleri arasında bu tür bir ayrılığın imkânsız olduğunu fark etmiş ve dünyaya egemen olan Avrupa evrenselliğindeki itikadî ve ahlaki sapma örneklerini tespit etmişlerdir. Bunlar Avrupa medeniyetinde çeşitli şirk, batınilik, hulul, benliği referans alma ve referans akışkanlığı/esnekliği gibi sivil hayatın, sosyolojinin ve uygarlığın bozulmasına yol açan hususlara parmak basmış; sömürme, köleleştirme, ırkçılık, istismar, tekelcilik, ötekini yok etme gibi hususları fark etmiş ve Avrupa tecrübesinin, kökleri itibariyle dünyanın çeşitli yerlerindeki emperyalist yerleşimci projeleriyle bağlantılı olduğunu tespit etmişlerdir.

Görülüyor ki, bu düşünürlerin her birisinin tecrübesi diğerlerinden farklı bir çizgide cereyan etmiştir. Öyle ki hiç birinin deneyimini, diğerlerini kapsayacak şekilde genellemek mümkün olmuyor. Nitekim bunlardan kimileri tamamıyla Batı kimliğine bürünecek kadar ileri seviyede Batı’ya ve Batı kültürüne karşı hayranlık besleyerek düşünce yolculuğuna başlamış, diğer bir kısmı ise Batı’da yaşadığı akademik tecrübesine karşı son derece dikkatli davranarak Batı ile ilgili bakışını sunduğu forma ulaşıncaya kadar adım adım ilerlemiştir.  Diğer bazıları ise Doğudaki bir takım hareket ve siyasi partiler tarafından benimsenen dış kaynaklı ideolojiler aracılığıyla Batı ile alışveriş yapmış ve bu yolla eksik ve çelişkilerini keşfetme imkânı bulmuş, doğası itibariyle farklı belki de çelişen tarihsel ve kültürel bağlamlar arasında sosyal modeller ve deneyimlerin transferinin imkânsızlığı ilkesinden hareketle Müslüman bir toplumda etkin olacak sosyal-siyasi modeli keşfetmeye çalışmışlardır. Fakat bu düşünürlerin birçoğu, erken bir dönemde hayranlık ve kimliksel teslimiyet ruh haletinden sıyrılarak psikolojik ve kültürel dengelerini tekrar kurmuş, örneğin hikmet temelli insanlık ortak alanlarında buluşmanın mümkün olduğu fikrine ulaşmış, her hangi bir yenileme veya alıntı yapma girişimi esnasında dikkate almaları gereken halklarının ve kültürlerinin özelliklerini keşfetmişlerdir.

Bu entelektüel projelerin bazıları arasında kesişimler veya ortak alanlar olduğu muhakkak; çünkü birden fazla düşünürün ve araştırma kurumunun ümmeti ilgilendiren aynı konuları ve meydan okuyuşları ele alması neticesinde ilgi alanlarının ve vardıkları içtihatlarının kesişmesi, hatta  aynı sonuçlara ve kanaatlere varması doğaldır.

Entelektüel ve Reformist Çabaların Haritası

yüzyıldan yakın zamana kadar Müslüman düşünürler ile Batı arasındaki etkileşimin başlamasından bugüne kadar, entelektüel çabaları farklı alanlara dağılmış ve onların ele aldıkları konular birçok önemli alanı kapsamıştır. Hatta onarın çabaları modernleştirme ve süregelen zorlukların karşısında ümmeti ayağa kaldırma sürecini geçekleştirmek için gerekli olan alanların (hepsi olmasa da) çoğunu kapsamaktaydı.

Bu bağlamda, bu çabaları çeşitli eksen, çizgi veya alanlar halinde sınıflandırılabilir.

İdare, Yasama ve Yönetim Reformu

Islahatçılar en başından beri, devlet işleri, idarenin modernleştirilmesi, yönetim reformu ve Batının uyguladığı anayasalar, yasalar, parlamentolar, özgürlükler, sistemler, reformlar, kurumlar, adaletin inşası, beşerî ve ekonomik kaynakların iyileştirilmesi, kamu maliyesinin kontrolü ve ordunun modernizasyonu, gibi hususlarla ilgilenmişlerdir.

Bunlar, Tanzimat çağından beri uygulamaya konmuş ve bunun etrafında kullanılabilen veya üzerine inşa edilebilen olgun bir tecrübe, uygulama ve literatür birikmiştir.

Fikri ve Akademik Üretim

Müslüman dünya, İki asır boyunca misyonerlik, Oryantalizm ve entelektüel istilasının sert dalgasına maruz kaldı.  Bu dalga tevhit anlatısının temellerini ve ana kabullerini baltalamaya çalışmış ve her türlü kutsalı ve ümmetin inanma konusunda ittifak ettikleri her şey etrafında şüphe uyandırmaya çalışmıştır.

Ulema ve mütefekkirler bu dalganın karşısında pozisyon alarak ” İslami Savunma Hareketi” adıyla bilinen bir karşı hareket başlatmış ve ümmete tekrar kendisini toparlama ve kendine güvenmesini sağlamıştır. Bunu, İslami ve Arapça ilimlerinin müfredatını modern ve akademik bir yaklaşımla yeniden kuran entelektüel projeler takip etmiş ve Müslüman düşünürler, Batı tecrübesini ve sömürge olgusunu araştırma ve çözümlemeye önemli katkılar sunmuştur.  Böylece sosyal ve beşerî bilimlerde dünyanın kat ettiği gelişmelere ayak uyduracak şekilde ve bu alanlarda yüksek seviyede bir eğitim sistemini inşa etmeye yetecek miktarda entelektüel ve yenilikçi bir üretim birikmiştir. Ancak ne yazık ki bu üretimin büyük bir bölümü eğitim müfredatına girememiştir.

Bilim ve teknolojinin transferi

Özellikle tabii ilimler ve teknikleri, mühendislik ve endüstri dalları, araştırma- geliştirme tekniklerini öğrenmeleri için talebeler iki asırdan beri sanayileşmiş Batı ülkelerine, gönderildi ve halen gönderiliyor. Müslüman akademisyenler çeşitli disiplinlerde en yüksek dereceleri aldılar.  Ümmetin elinde en yüksek teknolojileri kavrayabilecek ve geliştirebilecek kapasitede bilim adamları ve araştırmacılar oluştu. Fakat bu potansiyel fiiliyata geçemedi. Zira bilimsel ve teknik ilerleme “zihinsel” bir süreç değil “tarihsel” bir süreçtir. Yani bağımsızlığa, özgürce karar verebilmeye, milli iradeye, tecrübe birikimine, ham madde teminine, ümmet pazarlarının ürettiği mallara karşı açık olmasına ve rekabet edebilmesi için ithal üretimlerden korunmasına ihtiyaç vardır.

Mücadele ve Kurtuluş Deneyimleri

Entelektüel projeler, ümmetin, öz kimlik bilincinin gelişmesi, Avrupa’nın sömürüsü ve direkt hâkimiyetine karşı milli kurtuluş mücadelesine girişmesi için gerekli olan olgunluğun oluşmasına yardımcı olmuştur. Geçen yüzyılın yetmişli yıllarının başlangıcından itibaren, son sömürge güç ve yönetimleri Arap ülkelerinin bütününden (elbette Filistin hariç) çıkmış oldu. Fakat onların stratejik, siyasi ve ekonomik hâkimiyetleri hep devam etti. Hatta son kırk yılda daha da arttı.  Sömürge yönetiminin arkasından gelen yönetici seçkinler, bu bağlılığı daha da sağlamlaştırmak ve korumak için el ele verdiler. Bu seçkinler gelişime ve tam kurtuluşun önünde aşılmaz bir engel haline geldi.

Sonuç olarak

Denebilir ki: Şayet İslam dünyası, tam bağımsızlık, irade özgürlüğünü elde edip bağımlılık boyunduruğundan kurtulabilseydi, ortaya konan ıslah çabaları ve fikri projeler,   modernleşme ve ilerleme sürecini tamamlaması için gerekli olan şartların büyük bir bölümünü tamamlamış, entelektüel ve pratik uyanış farklı yönleriyle birlikte temin edilmiş olacaktı. Fakat şimdiye kadar bunun gerçekleşmesini engelleyen bir takım engeller olmuştur.  Bunlar:

– Batı’nın İslam dünyasına nüfuz ve sızma hareketinin devam etmesi ve emperyalizmin İslam âleminin kararlarına, geleceğine ve yöneten seçkinlerine tamamıyla hâkim olması.

– Yönetici seçkinlerin yozlaşması, büyük emperyalist devletlere teslim olması ve ümmetin  ve halklarının aleyhine başkalaryla işbirliği yapması.

– Günümüzdeki toplumsal hareketlerin, özellikle de İslami hareketlerin; ümmeti, Batının ve yozlaşmış seçkinlerin egemenliğinden kurtulması için gerekli olan değişim ve tarihsel dönüşümlere teşvik etme ve bilinçlendirme konusundaki başarısızlığı. Önceki reformist ve entelektüel çabaların görmezden gelinip istifade edilmemesi, fikrin ve içtihadın (fikri çabaların) kurutulması, azınlık bir grubun kitlelerle ilgili kararları tek başına vermesi, yönetici ve aydın kadroların ümmetin genel kitlesinden kopuk olması bu başarısızlığın sebeplerinden sadece bir kısmıdır.

https://ruyaa.cc/tr/Page/2166/ 

adresinden özetlenmiştir.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir