İslam hukuk tarihinde, hukukun birliği ve uygulanabilirliğini sağlamak amacıyla çeşitli dönemlerde (Taknîn/Kodifikasyon) kanunlaştırma faaliyetlerine girişilmiştir. Bu girişimler, farklı coğrafyalarda ve siyasi bağlamlarda gelişmiş olup, zamanla kurumsal hukuk yapılarının temelini oluşturmuştur.
1. Abbâsîler Dönemi 750 – 1258
İlk sistematik kanunlaştırma önerisi Abbasîler dönemine uzanır. Dönemin önemli entelektüellerinden İbnü’l-Mukaffa‘ (ö.762), Abbasî halifesi Mansur’a İslam hukukunun sistemli hale getirilerek yargıda birlik sağlanması gerektiğini tavsiye etmiştir. Halife Mansur da bu öneriye uygun olarak, Medineli fakih İmam Mâlik’e, onun meşhur eseri el-Muvatta’nın mahkemelerde resmî bir kanun metni olarak kullanılmasını teklif etmiştir. Ancak İmam Mâlik, bu teklifin İslam dünyasındaki farklı ictihadlara zarar vereceği endişesiyle bu görevi ve teklifi kabul etmemiştir.
2. Delhi Sultanlığı Dönemi 1206–1526
Hindistan’daki Delhi Türk Sultanları döneminde de kanunlaştırma çabaları görülmüştür. III. Firuz Şah Tuğluk’un (ö. 1388) hükümdarlığı sırasında, muhtemelen 777/1375-76 yılında, âlim Âlim b. Alâ tarafından kaleme alınarak Tatar Han’a sunulan Fetâvâ’t-Tâtarhâniyye, bu dönemin en önemli kanunlaştırma faaliyetlerinden sayılır. Bu eser ile fıkhî görüşlerin derlenerek sistematik hale getirilmesi amaçlamıştır.
3. Bâbürlüler Dönemi 1526 – 1858
Babürlüler devrinde ise en dikkat çekici kanunlaştırma faaliyeti, Sultan Evrengzîb Âlemgîr (1658-1707) döneminde gerçekleştirilmiştir. Sultan Evrengzîb, adaletin etkin bir şekilde dağıtılabilmesi için fıkıh kitaplarında dağınık halde bulunan kuvvetli görüşlerin kazâ ve fetvaya esas olacak şekilde derlenmesini istemiştir. Bu amaçla, Burhânpûrlu Şeyh Nizâm (ö. 1679) başkanlığında kurulan ve onar kişilik gruplardan oluşan bir komisyon marifetiyle geniş kapsamlı bir eser telif edilmiştir. Bu eser, sonraki dönemlerde İslam hukukunun uygulanmasında önemli bir kaynak olmuştur. el-ÂLEMGÎRİYYE Hanefî mezhebinin görüşlerini toplayan ve Hindistan dışında daha çok el-Fetâva’l-Hindiyye adıyla tanınır. Bu derlemelerin oluşmasında çalışan komisyonda Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin babası Şah Abdürrahim de bulunmaktaydı.
4. Osmanlı Dönemi
Osmanlı Devleti’nde ise yarı resmî nitelikteki fıkıh kitapları, şeyhülislam fetvaları ve padişah fermanları yargılamada önemli rol oynamıştır. Özellikle padişahlar tarafından çıkarılan ve “örfî hukuk” çerçevesinde değerlendirilen kanunnâmeler, tazir cezalarının belirlenmesi açısından yargı sistemine katkı sağlamıştır. Bu yönüyle Osmanlı kanunlaştırma anlayışı, şer‘î ve örfî unsurları bir arada barındıran bir uygulamaya dönüşmüştür.
1808 Sened-i ittifak
Sened-i İttifak, 1808 yılında Osmanlı padişahı II. Mahmud ile Anadolu ve Rumeli’deki güçlü ayanlar arasında imzalanan bir sözleşmedir. Alemdar Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı döneminde hazırlanan bu belge, merkezî otoriteyi güçlendirmek ve taşrada devlet kontrolünü yeniden tesis etmek amacıyla düzenlenmiştir. Sözleşmeyle ayanlar padişaha bağlılıklarını bildirmiş, padişah da ayanların yerel güçlerini ve görevde kalma haklarını tanımıştır. Devlet düzeninin korunması için iş birliği taahhüt edilen bu belge, Osmanlı tarihinde yerel güçlerle merkez arasında yapılan ilk yazılı uzlaşmalardan biri olarak kabul edilir. Bazı tarihçiler tarafından, yerel güçlerin haklarının tanınması açısından İngiliz tarihindeki Magna Carta’ya benzetilen Sened-i İttifak, anayasal gelişmelerin ve merkez-taşra ilişkilerinin örneğidir.
1838 Tarik-i İlmiyeye Dair Ceza Kanunnamesi Fransız Askeri Ceza Kanunu Tercümesi
Osmanlı Devleti’nin Batılı hukuk sistemine geçiş sürecinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu kanunname, özellikle askerî okullarda eğitim gören öğrencilerle (tarik-i ilmiye) ilgili disiplin suçlarını ve cezalarını düzenlemek amacıyla hazırlanmış olup, doğrudan Fransız Askerî Ceza Kanununun tercümesi niteliğindedir. II. Mahmud döneminde, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra kurulan yeni ordunun Batılı bir disiplinle idare edilmesi hedeflenmiş ve bu doğrultuda Avrupa’dan, özellikle de Fransa’dan ilham alınmıştır. Kanun, itaatsizlik, firar, rüşvet ve emre karşı gelme gibi suçları tanımlayarak bu fiillere uygulanacak cezaları belirlemiş, böylece Osmanlı ceza hukukunun sistemleşmesinde ilk örneklerden biri olmuştur. Aynı zamanda bu tercüme, Tanzimat öncesi Batı hukukunun Osmanlı’ya etkisini göstermesi bakımından da dikkat çekici olup, sonraki yıllarda çıkarılan sivil ceza kanunlarına da zemin hazırlamıştır.
1839 Tanzimat Fermanı
Osmanlı Padişahı Abdülmecid tarafından Batılı devletlerin açık baskısıyla (özellikle İngiltere ve Fransa) Gülhane Parkı’nda ilan edilen ve devletin yeniden yapılandırılmasını amaçlayan bir reform belgesidir. Hukukun üstünlüğü, can, mal ve ırz güvenliği, vergide adalet ve askerlikte düzen gibi temel hakları güvence altına almayı vadetmiştir.
1840 tarihli Ceza Kanunnâmesi
Osmanlı Devleti’nde Batı tarzı ceza hukukunun ilk örneği olarak kabul edilir. Tanzimat Fermanı’nın ilanından hemen sonra çıkarılan bu kanun, suç ve cezanın belirli kurallara bağlanarak keyfî uygulamaların önüne geçilmesini hedeflemiştir. Fransız Ceza Kanunu’ndan esinlenerek hazırlanan bu düzenleme, özellikle hırsızlık, adam öldürme, gasp ve dolandırıcılık gibi suçları tanımlamış ve bunlara uygulanacak cezaları belirlemiştir. Şer’î hukukun ötesine geçerek örfî bir ceza sistemi oluşturması bakımından, Osmanlı hukuk tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid’dir (saltanatı: 1839–1861). Bu kanun, onun döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın (1839) devamı niteliğindedir
1850 Ticaret Kanunnamesi
Osmanlı’da ticaret hayatını düzenlemek amacıyla çıkarılan ilk kapsamlı ticaret kanunu olmuştur. Bu kanun, özellikle ticari işlemler, tacirlerin hak ve yükümlülükleri ile ticari şirketlerin kuruluş ve işleyişine dair kuralları belirlemiştir. Batı hukukundan esinlenerek hazırlanmış ve Osmanlı’da Batılı ticaret hukuku uygulamalarının temelini oluşturmuştur. Böylece ticari faaliyetlerin düzenlenmesi ve ticaretin güvenli bir ortamda yapılması hedeflenmiştir.
1851 Ceza Kanunu (Kanun-ı Cedid)
Osmanlı’da Batılı anlamda hazırlanan ilk ceza kanunudur. Ceza hukuku alanında düzenlemeler getirerek suçlar ve cezalar hakkında temel kuralları belirlemiştir. Avrupa ceza kanunlarından etkilenerek hazırlanmış olan bu kanun, cezaların uygulanmasında standartlar getirip, adaletin daha sistemli ve tutarlı işlemesini sağlamayı amaçlamıştır. Böylece Osmanlı’da ceza hukukunun Batılılaşmasında önemli bir adım olmuştur.
1856 Islahat Fermanı
Osmanlı’da Tanzimat dönemi reformlarının devamı olarak ilan edilen önemli bir reform belgesidir. Paris Antlaşması (1856) sonrası Batı’nın zorlamasıyla ilan edilmiştir. Bu fermanla, devlet tüm tebaasının, özellikle gayrimüslim azınlıkların, can, mal ve ırz güvenliğinin korunması, vergi adaletinin sağlanması ve devlet memurlarının eşitlik esasına göre görev yapması gibi haklar güvence altına alınmıştır. Ayrıca, gayrimüslimlere askerlik hizmeti gibi yeni yükümlülükler getirilmiş, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin eşit haklar vaat edilmiştir.
1858 Ceza Kanunname-i Hümayun
Modern ceza hukuku alanında önemli bir düzenlemedir. Avrupa ceza kanunları esas alınarak hazırlanmış ve ceza hukukunun sistematik bir şekilde düzenlenmesini sağlamıştır. Suçlar, cezalar ve yargılama usulleri ayrıntılı biçimde belirlenmiş, böylece ceza adaletinin daha tutarlı ve standardize edilmesi hedeflenmiştir. Bu kanunname, Osmanlı’da ceza hukukunun çağdaşlaşması yolunda temel bir belge olmuştur.
1861 Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi
Ticaret davalarının yargılanma usulünü düzenleyen bir hukuk düzenlemesidir. Fransız Ticaret Mahkemesi Usulü’ne dayalıdır. Bu nizamname, ticari uyuşmazlıkların hızlı ve adil şekilde çözülebilmesi için özel usuller belirlemiş, ticaret mahkemelerinin işleyişini ve prosedürlerini sistematik hale getirmiştir. Avrupa hukuk sistemlerinden esinlenerek hazırlanmış ve Osmanlı’da ticaret hukuku yargılamasında modern bir altyapı oluşturmuştur
1863 Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi
Deniz ticaretini düzenlemek amacıyla çıkarılan bir kanundur. Bu kanun, gemi işletmeciliği, deniz taşımacılığı, deniz ticaretine ilişkin hak ve yükümlülükler ile deniz hukuku kurallarını belirlemiştir. Fransız Deniz Ticaret Hukuku’ndan etkilenmiştir. Avrupa deniz ticareti hukuku esas alınarak hazırlanmış ve Osmanlı deniz ticaretinin modernleşmesine katkı sağlamıştır. Böylece deniz yoluyla yapılan ticari faaliyetlerin düzenli ve güvenli bir şekilde yürütülmesi hedeflenmiştir.
1869 Tabiiyet-i Osmaniye Kanunu
Osmanlı vatandaşlığının esaslarını belirleyen ve kimlerin Osmanlı tebaası sayılacağını düzenleyen bir hukuki metindir. Batı ile diplomatik ilişkiler bağlamında, kapitülasyonlar ve vatandaşlık tartışmaları nedeniyle hazırlanmıştır. Osmanlı tebaasının tabiiyet (vatandaşlık) kurallarını sistematik hale getirerek, vatandaşlık hak ve yükümlülüklerinin temelini oluşturmuştur.
Mecelle ise 1876 yılında yürürlüğe giren, Osmanlı İslam hukukunu medeni hukuk alanında modern ve sistematik şekilde düzenleyen ilk kapsamlı hukuk kodexidir. Mecelle, medeni hukuk konularında (sözleşmeler, mülkiyet, miras vb.) İslam hukukunun esaslarını çağdaş hukuk terminolojisiyle derlemiş ve Osmanlı hukuk sisteminde önemli bir reform olmuştur.
Yani, 1869 Tabiiyet Kanunu Osmanlı vatandaşlığını düzenlerken, Mecelle (1876’ya kadar hazırlanmış) Osmanlı medeni hukukunun temelini atmıştır
1876 Kanun-u Esasi
Osmanlı’da ilk anayasal belgesidir. Sultan Abdülhamid döneminde ilan edilen bu kanun, meşruti monarşi rejimini getirmiş ve devlet yönetiminde yasama, yürütme ile yargı organlarının yetki ve görevlerini belirlemiştir. Kanun-u Esasi, halkın temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almış, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan’dan oluşan parlamento sistemini kurmuştur. Bu anayasa, Osmanlı’da modern hukuk devleti anlayışının temelini atarak, Tanzimat ve Islahat reformlarının devamı niteliğindedir
1879 Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu ve Usul-i Muhakemat-ı Hukukıyye Kanunu
1879 yılında çıkarılan Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu ve Usul-i Muhakemat-ı Hukukıyye Kanunu, Osmanlı İmparatorluğu’nda ceza ve hukuk yargılamasının usullerini Batılı tarzda ve sistematik şekilde düzenlemiştir. Ceza davalarının soruşturma, kovuşturma ve yargılama süreçlerini belirleyen Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu, adaletin etkin işlemesini hedeflerken; Usul-i Muhakemat-ı Hukukıyye Kanunu ise medeni hukuk davalarının tutarlı ve şeffaf şekilde yürütülmesini sağlamıştır. Her iki kanun da Avrupa hukuk sistemlerinden esinlenerek Osmanlı yargı sisteminin çağdaşlaşmasına önemli katkılar yapmıştır.
1910 Ceza Kanunu Tasarısı
Osmanlı’da mevcut ceza kanunlarını modernleştirmek amacıyla hazırlanan kapsamlı bir tasarıdır. Avrupa ceza hukukundan esinlenerek hazırlanan bu tasarı, suç ve cezaların daha ayrıntılı ve sistematik şekilde düzenlenmesini hedeflemiş, ceza hukukunda çağdaş standartların benimsenmesini amaçlamıştır. Ancak tasarı, çeşitli nedenlerle tam olarak yürürlüğe girmemiştir.
1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi ve Usul-i Muhakeme-i Şer’iyye Kanunu
Osmanlı’da aile hukuku ve şer’i mahkemelerdeki yargılama usullerini düzenleyen önemli hukuk metinleridir. Hukuk-ı Aile Kararnamesi, evlilik, boşanma, miras ve nafaka gibi aile hukukuna ilişkin kuralları sistematik biçimde belirleyerek aile yaşamının düzenlenmesini sağlamıştır. Usul-i Muhakeme-i Şer’iyye Kanunu ise şer’i mahkemelerde dava açma, yürütme ve hüküm verme süreçlerine ilişkin usulleri belirleyerek yargılamanın tutarlı ve adil şekilde gerçekleşmesini amaçlamıştır. Bu kanunlar, Osmanlı’da dini hukukla modern yargı usullerinin uyumlaştırılmasına katkıda bulunmuştur.
Özetle:
Batılı devletlerin doğrudan baskısıyla veya Batı hukukundan açıkça esinlenilerek yapılan düzenlemeler: Tanzimat Fermanı (1839). Islahat Fermanı (1856). Ticaret Kanunnamesi (1850). Ceza Kanunu (1851). Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi (1861). Ticaret-i Bahriyye Kanunnamesi (1863). Tabiiyet-i Osmaniyye Kanunu (1869). Kanun-i Esasi (1876). Usul Kanunları (1879). Ceza Kanunu Tasarısı (1910).
İslam hukukunun tarihsel seyri incelendiğinde, özellikle Abbasîlerden itibaren başlayan ve Osmanlı modernleşmesiyle zirveye ulaşan kanunlaştırma (taknîn) faaliyetleri, hukuku sistematik hâle getirme ve uygulamada birlik sağlama amacı taşımıştır. Ancak bu çabaların büyük bölümü, ya Batı’nın doğrudan etkisiyle ya da Batılı hukuk sistemlerine benzemek gayesiyle gerçekleştirilmiş; dolayısıyla İslam hukukunun dinamik, ictihada dayalı ve farklı yorumlara açık tabiatı bu süreçte göz ardı edilmiştir. Oysa İslam hukuk felsefesi, hukukun “nass” ve “ictihad” ekseninde şekillendiği, yorum çeşitliliğini ve yerel farklılıkları doğal gören bir yapıya sahiptir. Bu nedenle sabit bir kodifikasyon çerçevesine sokulması, onun doğasına aykırıdır.
Özellikle Tanzimat sonrası yapılan düzenlemelerde görülen, Fransız ve diğer Avrupa kanunlarının örnek alınması, İslam toplumlarının kendi içtimaî gelişmelerini ve hukuki miraslarını ihmal etmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu da hukukta yerli fikrî üretimin zayıflamasına, yargılamada şer‘î ölçülerin gölgede kalmasına ve toplumla hukuk arasındaki bağın zedelenmesine yol açmıştır. Üstelik Batı’nın siyasi ve askerî baskısı altında yapılan hukuk reformları, İslam’daki hükümranlık anlayışıyla da çelişmiştir; zira hukuk koymak, meşruiyetin ve hâkimiyetin bir tezahürüdür. Egemenlik iddiasında bulunan bir yapının, hukukunu dışarıdan gelen baskı veya etkilerle şekillendirmesi, kendi hükümranlığını fiilen iptal anlamına gelir.
Sonuç olarak, İslam hukukunun kanunlaştırılması yönündeki tarihsel çabalar, her ne kadar uygulamada birlik ve düzen arzusu taşısa da, İslam hukukunun temel yapısıyla, ahlâkî zeminiyle ve hüküm koyma anlayışıyla çoğu zaman örtüşmemiştir. Hukukun asli kaynağını ve ruhunu korumadan yapılan bu tür düzenlemeler, ne sahih bir adalet sistemi doğurabilmiş ne de ümmetin fıkhî zenginliğini muhafaza edebilmiştir. Bu sebeple, başka kültürlerin hukuk yapılarına benzemeye çalışmak, İslam’ın kendi özgün hukuk mirasına yabancılaşmak anlamına gelir ve uzun vadede bağımsız bir hukuk geleneğinin inşasına engel teşkil eder.
Yakup Döğer 2 Tem 2025
Temel hatlarıyla öğretici bir kronoloji olmuş. Buraya Fatih Kanunnameleri de elenemez miydi acaba?