01 Eyl 25 - Pts 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Mustafa Sabri: Türkçe Tefsir Yazmak Meselesi

Mustafa Sabri: Türkçe Tefsir Yazmak Meselesi

Kur’an-ı Kerim İçin Türkçe Bir Tefsir Yazmak Meselesi

Modernleşme ile birlikte ortaya atılan ve bir bakıma İslamcılığın üzerine inşa edildiği zemin olarak, görülebilecek olan “Kaynaklara dönüş, Kur’an’ı anlama, Asr-ı Saadete gitmek” fikirler, ilerleyen süreçte büyük itibar gördü. II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte, özellikle Kur’an’ın Türkçeye tercümesi meselesi en çok tartışılan konular arasına girdi. Girmesiyle birlikte bu mesele üzerine tartışmalar da yoğunlaştı.

Bu tartışmalar, modernleşme yanlıları ile gelenekçi diyebileceğimiz İslamcılar arasında sürekli gündem oldu. Tartışmalara müdahil olan ulemadan birisi de Mustafa Sabri Efendidir. Mustafa Sabri Efendi, dönemin neşriyatından olan Millet Gazetesinde, “Türkçe tefsir yazma” tartışmaları üzerine, fikirlerini beyan etmiştir. Mesele üzerine Millet Gazetesinde dört makale yazan Mustafa Sabri Efendinin ilk makalesini sadeleştirerek ve hayra vesile olmasını umarak sizlerin ilgisine sunuyoruz. 

Kur’an-ı Kerim İçin Türkçe Bir Tefsir Yazmak Meselesi

Allah’ın kitabı için yaşadığımız asra uygun Türkçe bir tefsir azılması gerektiğinin zarureti, ara sıra matbuat lisanında işitiliyor. Müslümanların ağzına çalınmış bir parmak bal tadına sahip olan şu müjdeleyici temenninin, en ulvi en mukaddes bir amel şeklinde ortaya çıkabilmesi için, bir heyet teşkili arzu ediliyor. Bu heyetin ulemadan isimleri belli olanlar ile Ahmed Mithat Efendileri, mütefennin doktorları ihtiva etmesinin münasip olduğu düşünülüyor.

Bu fikir o kadar halisane o kadar taktir edilir telakki olunuyor ki, buna karşı olabilecek itirazlar ve muhalefet, ne kadar makul de olsa, bu fikri doğru bulanların alkışları tarafından boğulmak ve hemen hayra mani olunmak ihtimalinden korkuyorum.  

Şimdi bende bu husustaki fikrimi söyleyeyim: İslam Âleminde, tefsir ilmine ait olarak kabul edilmiş bir takım ilimler vardır ki, onlar ile hakiki manada münasebet kurulmadıkça yazılacak olan Türkçe tefsir ne derece mükemmel olursa olsun, Kur’an’ın zevkine varılmaz. Gayet muktedir bir heyet, gayet mükemmel bir Türkçe tefsir yazacak ve yalnız bu tefsiri mütalaa edecek bir adam – evvelden birçok ilim ve bilhassa Arapçayı elde etmek ihtiyacı duymaksızın – Kur’an’ın üstün vasıflarına, üstünlük sağlayan niteliklerine, meziyetlerine aşina olacak! Öyle mi? Yağma yok! Emin olmalıdır ki Kur’an’ı anlamak için, İslam ulemasının ortaya koyduğu yüce ilimleri tahsil ederek, Kur’an’ın ayağına gitmekten başka çare yoktur. Kur’an’ı oturduğun yerde, sana kolayca anlatacak bir Türkçe tefsir ile ayağa getirmek istiyorsak, boşa yorulmuş olursun.

Sonra tefsir heyetinin aralarında mütefenninler, doktorlar ne yapacak? Kur’an’ın, o semavi Kitabın, zamanın bilimlerine ve zamanın felsefesine, bazı bilinen yeni düşüncelerin ahkâmıyla teorilerine karşı, şayet bir ayeti zuhur etmesi ihtimaline karşı müdafaa ve tevil için mi lazım olacak? Yok! Hem Kur’an’ı fünuna yoldaş etmek fikri yeni değildir. Lakin düşünmeli ki biz Kur’an’ı, bir semavi kitap olmak manasınca ehemmiyetini, acizliğimize gösteren etkili sözüyle, bir de ilahi sırlarıyla anlayacağız. Bilimsel teorilere uygunluğuyla değil. Çünkü bilimsel buluşlar bir mucize olamaz ve sahibi de peygamber sayılamaz. Bunun gibi bilimsel kuralların bir dalda durduğu da yoktur ki, Kur’an’ı ona tatbik edelim. Bu sene kesin denilen bir bilimsel buluş, gelecek sene bozulursa, Kur’an ayeti de beraber mi bozulacak?

Öyle ise, bilimsel buluşlara uygunluk ihtiyacından da, bir bilim kitabı olmaktan da katiyen ali olan Kur’an’ımızı bilime tatbik hususunda gösterilen telaşların, evvelden beri zan olunduğu kadar ehemmiyete haiz olmadığını bilmelidir. Ve Kur’an için bilime karşı ne muvafakat ve ne de muhalefet gibi bir meslek yoktur deyip geçivermek lazım ve hatta elzem gelir.

Müfessir heyetinin arasında Ahmed Mithat Efendinin isminin zikredilmesi de pek gariptir. Eğer bu heyette yer alması fikri müşarünileyhin evvelce böyle bir şeye teşebbüs etmiş bulunması rivayetine mebni ise garabet olur. Çünkü birçok meslekler arasında en ziyade meslek kitap yazmaya müsait olduğu halde, henüz yazarlar arasında kendisine mahsus bir mevkii verilmek istenilip verilemeyen Mithat efendiye, müfessirler arasında bir yer gösterilmesini kabul edemeyiz. 

Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu gösteren kuvvetli beyanı ve aciz bırakıcılığının anlaşılması için her halde tefsir için lazım ilim ve fünunu öğrenmek ve hele Arap lisanından zevk alabilmek derecelerinde nasiplenmiş olmak şarttır. Ve bu şarta haiz olmayan bir adam hiçbir tefsir vasıtasıyla Kur’an’ı tercüme ve tefsir etmek hakkına malik değildir demiştik. İddiamızı bir de şöyle anlatalım:

Katiyen kıyası mümkün olmadığı halde, Fransa ve İngiltere’nin meşhur şairlerinden, farz edelim ki Victor Hugo’nun, Shakespeare’nin eserlerindeki gizlenmiş edebi ifadeleri bana anlatmak için bu şairlerin nazım olarak Türkçeye tercüme etseler, hem de hazır misali verilmişken, Ahmed Mithat Efendi tercüme etse acaba nasıl olur? Bizim alelade şairlerimizden mesela Vasıf Enduri’nin şiiri kadar hoşuma gideceğini temin edebilir misiniz? Hasılı Kur’an’ı anlamak, anlama kabiliyetine sahip olmak ve bu nimete nail olmak sevdalarına düşmek, Allah’ın kitabının mealini, küçük düşürülme şaibesinden kurtaramaz. Bu hususta muhtaç olduğumuz ilim, şimdi sırası gelmiş iken söyleyeyim ki, yine o beğenmediğiniz medreselerde kalmıştır. Binaenaleyh Kur’an’ı saf feyzinden bütün ehli iman hissedar edilmek isteniliyorsa, bahsi geçen ilimlerin yayılmasına çalışılmalıdır.

Bizden öncekilerden varis olduğumuz İslami ilimler, dinimizin resmi lisanı olan Arapçasıyla beraber mekteplerimizden tamamen hicret etmiş gibidir. O derecede ki, muhterem edip Cenab Şahabeddin bey efendi, mekteplerde okunan fünuna karşı medrese sakinlerini ne kadar kayıtsız ilgisiz gösterdilerse, mekteplilerin de medrese müktesebatı olan İslami ilimlere o nispette henüz başlangıç halinde bulundukları inkâr edilemez. 

Şimdi şu karşılıklı iki halin acaba hangisi acaba daha ziyade ayıptır? Memleketimizin atisi için arz ettiğim bu nokta, şayan-ı teamül-ü azim görülmelidir. İstibdad devrinde ümmetin fertlerinin birbiriyle tanışamamaları yanında en sakıncalı ve yine söylüyorum ki milli geleceğimiz hakkında en endişe verici durum, mektepliler ile medreselilerin görüşüp tanışmamaları olmuştur. Şimdiden bu iki sınıf tahsil ehlini mesleklerinde dahilinde ilerletmeye çalıştığımız gibi, bir taraftan da bunları birbirlerine yakınlaştırmaya çalışmalıyız. İşte ben bu arzumu bir tefsir yazmak meselesinden daha mühim ve daha faydalı görüyorum. Umarım ki hamiyet ehli bu meseleyi ciddiye alırlar da, sessiz kalmazlar.

Biz, milliyetimizi zayi ederek terakki edersek, buna Osmanlıların, Müslümanların terakkisi namı verilemez. Şununla da beraber ki, bizim bugün nazar-ı iltifatımızdan çıkardığımız ilimlerin en unutulmuş kitapları bile Avrupa müsteşriklerinin ilgi alanında bulunuyor.

Kaynak: Mustafa Sabri, Kur’an-ı Kerim İçin Türkçe Bir Tefsir Yazmak Meselesi, , Milleti cilt I, sayı 29, tarih 02 Eylül 1908.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir