Ahmet Cevdet Paşa’nın Kur’an’ı Kerim’in metni ile birlikte tercümesi 1928 yılında Türk Neşriyat Yurdu tarafından yayınlanmış. Yakup Döğer Bey’in Latin alfabesine çevirisiyle; okuyucunun anlama zorluğu çekeceğini düşündüğümüz kelimeleri parantez içinde sadeleştirerek yayınlıyoruz. (Bu Latin alfabesine çevirinin orijinal Osmanlıca metnine ARŞİV bölümünden ulaşabilirsiniz.) https://fikiryorum.net/arsiv/ahmet-cevdet-pasa-kuran-kerim-meali-osmanca-1/)
18-Cevdet Paşa meali – Kehf Suresi
Mekke’de nazil olmuş, 110 ayettir.
Rahmet ve inayet (lütuf, ihsan, iyilik) sahibi Allah’ın ismiyle başlarım
1- Hamd O Allah’a mahsustur ki, kuluna kitap indirdi ve onda eğrilik kılmadı.
2- Tarafından şiddetli azap ile korkutmak ve salih amel işleyen müminleri kendilerine iyi mükâfatlar olduğu ile tebşir (müjde) etmek için ibadın (kullar) musalihine (barış yapmak) muvafıktır (uygun).
3- O iyi mükâfatlarda ebedi olarak kalırlar.
4- Ve “Allah evlat ittihaz (edinme) etti diyenleri inzar (uyarma) ede.
5- Onların bu hususta ne kendilerinin ve ne de babalarının ilmi yoktur. Ağızlarından çıkan çok büyüktür. Onlar ancak yalan söylerler.
6- Onların bu Kur’an’a iman etmediklerine esefle arkalarından nefsini helak mı edersin?
7- Biz yerde olan şeyleri ona ziynet kıldık ki, kimin ameli daha iyi olduğunu imtihan edelim.
8- Biz arz üzerinde olan şeyleri, dümdüz ve kuru tarla gibi edeceğiz.
9- Sen Ashab-ı Kehf ve Rakim’i, bizim ayetimizden şayan-ı taaccüb (şaşma, hayran olma) bir şey mi zan edersin?
10- Gençler mağaraya iltica eylediklerinde: “Ya rabbi! Bize taraf-ı ilahiyenden rahmet ihsan buyur ve bizim işimizde rüşdü (doğru yol) ve sedadı (doğruluk, dürüstlük) kolaylaştır” dediler.
11- Onların kulaklarına mağarada birçok seneler süren bir mühür vurduk.
12- Sonra onların yattıkları müddeti hangi hizbin (fırka) daha iyi hesap eylediğini bilmek için onları bais (dirilme) ettik.
13- Biz onların haberlerini sana hak olarak hikâye ederiz. Onlar rablerine iman etmiş gençler idiler ve biz de onların hidayetlerini artırdık.
14- Ayakta durup: “Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir. Ondan başka ilahlara tapmayız. Taparız dersek yalan söylemiş oluruz” dedikleri zaman, onların kalplerine metanet verdik.
15- “İşte bu kavmimiz, Allah’tan başka ilah ittihaz (edinme) eylediler. Bari bize bunda bir aşikar hüccet getirseler! Allah’a kezb (yalan) olarak iftira edenden daha zalim kim vardır” dediler.
16- İçlerinden biri: “Mademki kavimden ayrıldınız ve Allah’tan başkasına ibadet etmiyorsunuz, o halde mağaraya iltica edin. Rabbiniz size rahmetini neşreder (yaymak) ve başınızdaki işte kolaylık verir” dedi.
17- Güneş doğduğu zaman mağaralarından sağ tarafa meyil eder ve battığı zaman da sol tarafa gider görürsün. Onlar mağaranın bir geniş yerinde idiler. Bu Allah’ın ayetlerindendir. Allah’ın hidayet eylediği, hidayete nail olmuştur. İzlal (zelil) eylediğine de onu irşad (doğru yolu gösterme) edecek bir dost bulamazsın.
18- Onlar uykuda oldukları halde, onları uyanık zan edersin. Onları sağ ve sola çeviririz. Ve köpekleri de mağaranın ışığına kollarını yaymıştır. Eğer onlara baksan, onlardan firar (kaçmak) eder ve kalbin korku ile dolardı.
19- Böylece onları bais (diriltme) ettik. Aralarında soruştular. Onlardan biri: “Ne kadar yattınız?” dedi. Onlar da: “Bir gün veya günün bir kısmı yattık” dediler. Sonra: “Rabbiniz ne kadar yattığınızı daha iyi bilir. Bu paranızla birinizi memlekete gönderin, hangisinin iyi olduğuna bakarak size ondan yiyecek getirsin ve orada lütuf ile muamele etsin ve sizden kimseyi haberdar eylemesin” dediler.
20- “Çünkü ehl-i belde (belde halkı) sizi bulurlar ise, taşla öldürürler veyahut milletlerine çevirirler. O zaman hiç kurtulamazsınız” dediler.
21- Böylece, Allah’ın vaadi hak olduğunu ve kıyamette şek olmadığını bilmek için nası (insanları) onların ahvaline mütalaa ettik. O zaman aralarında bunlar hakkında münazaaya (çekişme, münakaşa) başladılar ve “üzerlerine bir bina yapınız, rableri onları daha iyi bilir. Bu mücadelede galebe (üstün gelme) edenler onların üzerine mescit ittihaz (edinme) edelim” dediler.
22- Gayba taş atmak kabilinden olarak bazıları “üçtür, dördüncü köpekleridir” ve bazıları “beştir altıncı köpekleridir” derler. Ve bir cemaatte “yedi olup, sekizinci köpektir” derler. De ki: “Onların adedini rabbim bilir ve onu ancak pek az bilenler vardır. (Ehl-i Kitapla) bu hususta ancak zahiri mübahase (tartışma, münazara) et. Onlar hakkında Ehl-i Kitaptan bir kimseden sorma.
23- Bir şey için, “bunu ben yarın yaparım” deme.
24- Ancak “Allah ister ise” söyle. Eğer unutur isen rabbini zikir et ve de ki: “Umulur ki, rabbim beni bundan daha ziyade doğruya yakın olana hidayet eder.”
25- Ve onlar mağaralarında üç yüz sene yattılar ve buna dokuz sene ziyade (fazla) ettiler.
26- De ki: “Onların ne kadar yattıklarını Allah bilir. Göklerin ve yerin mugayyebatını (gayb olan, bilinmeyen şeyler) bilmek Ona mahsustur. Onları en ziyade gören ve işiten odur. Ve hükmüne kimseyi şerik etme (ortak etme).
27- Sana rabbinin kitabından vahiy olunanı oku. Onun kelimelerini tebdil (değiştirme) edecek yoktur. Ve ondan başka ilticagâh (dönülecek yer) bulamazsın
28- Rablerinin rızasını isteyerek sabah ve akşam ona ibadet edenlerle nefsini sabırlı et. Dünyanın ziynetini (süs) isteyerek, gözlerini onlardan çevirme. Ve zikrimizden gaflet ettirdiğimiz ve hevasına (nefsini) tabi olan adama itaat etme. Onun işi haktan irazdır (yüz çevirme).
29- De ki: “Hak rabbinden gelendir. İsteyen iman etsin, isteyen küfür eylesin. Lakin biz kâfirlere cehennemi hazırladık. Onun duvarları onları ihata (kuşatma) eder. Eğer su isterlerse, onlara kaynar katran gibi bir su verilir. Sıcaklığı yüzlerini kavurur. Ne fena şarap (içecek) ve ne fena mekândır.
30- İman eden ve amel-i saliha işleyenlerin mükâfatı vardır. Biz ameli iyi olanların ecrini (mükafat) zayi etmeyiz.
31- Onlara ağaçları altından nehirler akan cennetler vardır. Orada altın bilezikler ile süslenirler ve sündüs (değerli ipek kumaş) ve istebrak ( Sırma ile dokunmuş bir cins kalın kumaş) denilen ipek ve yeşil kumaşlardan elbise giyerler. Tahtlar üzerinde yaslanırlar. Ne güzel sevap ve ne güzel mekândır.
32- Onlara iki kimse ile misal darb et (misal vermek). Onlardan birine iki tane üzüm bağı kıldık ve o bağları hurma ağaçları ile ihata (kuşatma) eyledik. Ve aralarında mezruat (ziraat ürünü) yetişdirdik.
33- O iki bahçe tamamıyla mahsul verdi ve hiçbir şeyi noksan kılmadı. O bahçelerin arasından da bir nehir akıttık.
34- Meyvesi kemalde (olmak, tamamlanmak) idi. Bağların sahibi muhavere (karşılıklı konuşma) eylediği arkadaşına: “Benim malım senden ziyadedir ve evlatlarım da senden çoktur” dedi.
35- Bahçesine gururda nefsine zulüm eder olduğu halde girdi ve: “Zan etmem bu mahsul ve mal ebeden fena bulsun. (yok olsun)”
36- “Ve zan etmem ki kıyamet kopsun. Ve eğer kıyamet kopar da rabbime red (dönme) olunur isem, orada bunlara bedel daha hayırlısını bulurum” dedi.
37- Arkadaşı muhavere (karşılıklı konuşma) ederek ona: “Seni topraktan, sonra nutfeden hâlk (yaratma) edip sonra da rical (adam) edene küfür mü edersin?”
38- “Lakin o benim rabbim olan Allah’tır. Ben rabbime bir şeyi şerik etmem.”
39- “Eğer bahçeye girdiğin zaman, ‘maşallah, kuvvet ve kudret ancak Allah’a mahsustur’ demiş olsa idin, ne olurdu? Beni senden mal ve evlat cihetiyle (yönüyle) daha az görüyor isen.”
40- Umulur ki rabbim bana senin bahçenden daha hayırlısını verir ve senin bahçeni de gökten bir afet göndererek dümdüz eder.”
41- “Yahut onun suyu yere batar da, bulup çıkaramazsın” dedi.
42- Bahçelerin meyveleri mahvedildi. Sahibi ona sarf eylediği emek ile ellerini oğuşturuyordu. Bahçeler harap olmuştu ve: “Keşke rabbime bir şeyle şerik etmeye (ortak koşmaya) idim” dedi.
43- Ona Allah’tan başka yardım eder kimse olmadı ve kendi kendine yardım edemedi.
44- Orada hak olarak velayet Allah Tealaya mahsustur. O sevap ve akıbet cihetinden (yönünden) hayırlıdır.
45- Onlara dünya hayatı için misal darb (vurma) et. O gökten indirdiğimiz su gibidir. Arzın nebatıyla ihtilat (temas etme) etti. Sonra nebat kuruyarak rüzgâr savurdu. Allah her şeye kadirdir.
46- Mal ve evlat dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Baki olan salih amel rabbinin indinde (katında) sevap ve ümit cihetinden (yönünden) daha hayırlıdır.
47- Bizim dağları yürüttüğümüz günde, arzı (yeryüzünü) dümdüz görürsün. Bütün insanları, birini unutmayarak oraya toplarız.
48- Rabbine saf olarak arz olunurlar. Allah: “Sizi evvel defa hâlk eylediğimiz gibi geldiniz. Belki muad (hazır duruma getirme) kılmayacağımızı zan ederdiniz” der.
49- Amel defterleri meydana konulur. Mücrimleri (asi, günahkar) o kitaptan korkmuş ve ürkmüş görürsün. “Vah bize! Be ne kitaptır? Ne küçük ve ne büyük bir şey unutmayıp saymıştır” derler. Ve işledikleri şeyin cezasını hazır bulurlar. Rabbin bir kimseye zulüm etmez.
50- Meleklere, “Adem’e secde edin” dediğimizde, secde ettiler. Ancak iblis secde etmedi. O cinden idi ve rabbinin emrinden huruç (çıkma) eyledi. Onu ve zürriyetini benden başka dost mu ittihaz (edinme) edersiniz? Hâlbuki o size düşmandır. Zalimler için bize ne fena bedeldir.
51- Biz göklerin ve yerin hâlkında (yaratılmasında) ve kendi nefislerinin yaratılmasında onları hazır etmedik. Ve biz dalalet erbabını muavin ve yardımcı ittihaz (edinme) eylemedik.
52- kıyamet gününde Allah: “Benim şerikim olduklarını söyledikleriniz nerededirler” der. Müşrikler onları davet ederler. Onlar da icabet etmezler. Ve aralarında cehennem vadisini kılarız.
53- Ve mücrimler (günahkârlar) cehennemi görüp, içine düşeceğiz zan ederler. Ve ondan insiraf (geri dönme) çaresi de bulamazlar.
54- Nas (insanlar) için biz Kur’an’da her türlü misaller sarf ettik. Halbuki insan her şeyden ziyade mücadele ve mübahesecidir (tartışma).
55- Kendilerine resul gediğinde, rablerine imandan ve istiğfardan nası (insanları) ne mani etti? Onlar kendilerine evvel geçen akvamın (kavimlerin) başlarına gelen şeylerin veyahut azabın karşılarına gelmesine mi intizar (bekleme) ederler?
56- Biz resulleri ancak tebşir (müjdeleme) edici ve korkutucu olarak gönderdik. Kafirler hakkı bertaraf etmek için, batıl ile mücadele ederler. Ayetlerimizi ve inzar (uyarma) olundukları şeyleri alaya alırlar.
57- Kendisine ayetlerimiz ihtar (hatırlatma) olunduğu zaman, ondan iraz (yüz çevirme) eden ve işlediklerini unutan kimselerden daha zalim kim vardır? Onların Kur’an’ı fehmetmemeleri (anlamamaları, idrak etmemeleri) için onların kalpleri üstüne perde ve kulaklarına da sağırlık verdik. Onları ne kadar hidayete davet etsen, ebedi hidayet bulmazlar.
58- Rabbin rahmet sahibi Gafurdur. Eğer onları günahlarıyla muaheze (alma, yakalama) etmiş olsa idi, azabı tecil (erteleme) ederdi. Fakat onlar için bir vakit tayin etmiştir. O günde Allah’tan başka melce (sığınak) bulamazlar.
59- İşte helak eylediğimiz bu karyelere (şehir, yerleşim yeri) onların helakleri için bir vakit tayin etmiştik.
60- Musa şakirdine (arkadaş) “Mecmaul-Bahreyne ( Musa ile Hızır’ın buluştuğu yerin adı) vasıl (varma, kavuşma) oluncaya kadar, asırlar geçse bile durmayacağım” dedi.
61- İki denizin birleştikleri yere vasıl (varma, kavuşma) olduklarında, balıklarını unuttular ve balıkta dirilip denize gitti.
62- Orayı geçtikten sonra Musa şakirdine (arkadaşına): “Yemeğimizi getir, bu seferimizde fazla yorulduk” dedi.
63- Şakirdi (arkadaşı): “Gördün mü yaptığımızı? Kayanın yanında oturduğumuz zaman ben balığı unuttum. Onu bana ancak şeytan unutturdu. Balıkta hayret verici olarak denize yol aldı” dedi.
64- Musa: “İşte istediğimiz bu idi” dedi ve arayarak geri döndüler.
65- Orada kendisine ilm-ü ledünni (sır dolu, ilahi ilim) öğretmiş olduğumuz bir kulumuzu buldular.
66- Musa ona: “Sana talim olunan rüşd (doğru yolu bulma) ve haber ilmini bana öğretmen şartıyla sana tabii olayım mı?” dedi.
67- O: “Sen benimle sabra kadir olamazsın.”
68- “İlminin ihata (kuşatma) eylemediği şeye nasıl sabır edersin” dedi.
69- Musa: “İnşallah beni sabırlılardan bulursun ve senin bir emrine asi olmam” dedi.
70- Hızır: “Eğer bana tabii olur isen, sana ondan bir şey zikir etmedikçe benden bir şeyi sorma” dedi.
71- Oradan yürüdüler. Bir sefineye rakib (binmek) olduklarında, hızır gemiyi deldi. Musa: “İçindekileri gark (boğulma) etmek için mi gemiyi deldin? Muhakkak fena bir iş yaptın” dedi.
72- Hızır: “Sen benimle sabır edemezsin demedim mi? dedi.
73- Musa: “Unuttuğum şeyle beni muaheze (azarlama) etme ve bana umurumda (işimde) güçlük gösterme” dedi.
74- Oradan gittiler. Yolda bir çocuğa rast geldiler. Hızır onu katletti. Musa: “Bir nefse bedel olmayarak bir nefsi katil mi edersin? Çok kötü bir iş yaptın” dedi.
75- Hızır: “Ben sana benimle sabra kadir olamazsın demedim mi?” dedi.
76- Musa: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorar isem, benimle arkadaşlık etme. Benim tarafımdan sonuna geldik dedi.
77- Oradan yürüdüler. Nihayet bir şehre geldiler. Ahaliden yiyecek istediler. Ahali bunları misafir etmekten imtina eylediler. Orada yıkılmak üzere bulunan bir duvar bulduklarında, Hızır onu eliyle düzeltti. Musa: “Eğer isteseydin, bunun için ücret alırdın” dedi.
78- Hızır: “İşte bu seninle benim aramda ayrılıktır. Sana onlara karşı sabır edemediğin şeylerin manasını anlatayım.
79- “Sefine (gemi) denizde çalışan bir takım fakirlerin idi. İleride her gemiyi gasp eden bir melik (kral) olduğundan, sefineyi ayıplı etmek istedim.”
80- “Çocuğa gelince: Baba ve anası müminler olup, çocuğun onları küfür ve tuğyana düşürmesinden korktuk.”
81- “Rablerinin onlara buna bedel daha temiz ve daha muti (itaatkâr) bir evlat vermesini murat eyledik.”
82- Duvar ise bu memlekette iki yetim çocuğun malı olup, altında onların bir defineleri vardı. Babaları da salih bir adamdı. Rabbin kendi tarafından rahmet olarak, onların reşit (buluğa erme, olgunluk) olup definelerini çıkarmalarını murat buyurdu. Bunları ben kendi tarafımdan yapmadım. İşte sabır edemediğin şeylerin tevili (yorumlama) budur” dedi.
83- Senden Zülkarneyn hakkında sorarlar. Deki: “Size ona dair bir zikir okuyayım.”
84- “Onu arzda (dünyada) kuvvet ve kudretiyle mekin (güçlü, itibarlı) ettik. Ve ona her şeyden esbab (sebepler) verdik.
85- O esbabdan bir sebebe tabii oldu.
86- Hatta güneşin battığı yere vasıl (varma) oldu. Orada güneşi bir çamurlu bir gözede batıyor buldu ve orada bir kavme tesadüf etti. Ona: “Ey Zülkarneyn! İstersen bunları tazip (eziyet etme) et, istersen onlara hasen (güzel) muamele eyle” dedik.
87- Zülkarneyn, “onlardan zulüm edeni tazip (eziyet etme) ederiz. Sonra rablerine red (dönme, döndürülme) olunurlar. O da onlara ağır surette azap eyler.”
88- “Ama iman edip salih amel işleyenlere güzel mükafat vardır. Ve ona işimizde kolaylık gösteririz” dedi.
89- Sonra diğer bir sebebi takip etti.
90- Güneşin doğduğu mahale (bölge) vasıl (varmak) olduğunda, onu bir kavmin üzerine tulu (doğma, doğuş) eder buldu ki, o kavme kendilerini güneşten muhafaza edecek bir örtü kılmamıştık.
91- Ona tazip (eziyet etme) ve hasen (güzel) muamele için evvelki gibi izin verdik. Ve onun yanında bulunan kuvvete vakıf (bilmek) idik.
92- Sonra diğer bir sebebe tabii oldu.
93- İki seddin arasına vasıl (varma, ulaşma) olduğunda, orada dilleri anlaşılmaz bir kavim buldu.
94- Onlar: “Ya Zülkarneyn! Yecüc ve mecüc arzda (yeryüzü) fesat ediyorlar. Onlarla bizim aramıza bir set yapman için sana haracını (ücret) tedarik edelim mi” dediler.
95- Zülkarneyn: “Bana rabbimin verdiği mekanet (güç, kuvvet), sizin haracınızdan daha hayırlıdır. Bana kuvvetle muavenet (yardım) edin, sizinle onlar arasına bir duvar yapalım.
96- “Bana demir parçaları getirin” dedi. “Bu parçalarla iki dağın arası dolduğunda, ateşi yakıp üfleyin” dedi. Demirler ateş gibi olduklarında: “Getirinde üzerine erimiş bakır dökeyim” dedi.
97- Yecüc ve mecüc, o seddin üstüne çıkmaya ve onu delmeye kadir olamazlar.
98- Zülkarneyn: “İşte bu rabbimin rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiğinde onu parça parça eder. Rabbimin vaadi haktır” dedi.
99- İşte o gün geldiğinde yecüc ve mecüc birbirleri arasında dalga gibi dalgalanırlar. Ve sura üflendiği zaman cümlesini mahşere toplarız.
100- O gün kâfirlere cehennemi gösteririz.
101- O kâfirlerin benim zikrimden gözleri perdeli ve kulakları işitmezdi.
102- Benden başka kullarımı dost ittihaz (edinme) eden kâfirler, onlardan istifade eder mi zan ederler? Biz cehennemi kâfirlere menzil olarak hazırladık.
103- De ki: “Amelleri cihetinden (yönünden) en ziyade zarar edenleri size haber verelim mi?”
104- Onlar iyi bir şey yapıyoruz zan ettikleri halde, dünya hayatındaki sayleri (çaba, gayret) zayi olanlardır.
105- Onlar rablerinin ayetlerine ve ona mülaki (kavuşma) olacaklarına küfür edenlerdir. Onların amelleri habt olundu (boşa gitti). Ve onlar için kıyamet günü terazi kurmayız.
106- Bu onların küfürleri ve ayetlerimi ve resullerimi alay ittihaz (edinme) eyledikleri için cezalarıdır.
107- İman edip salih amel işleyenlere cennet-i Firdevs menzildir (varılacak yer).
108- Orada ebedi kalırlar ve diğer bir mahale (yere) nakillerini de istemezler.
109- De ki: “Eğer denizler, onlara bir misli de imdada gelse ve rabbinin kelimatını yazmak için mürekkep olsalar denizler, rabbimin kelimatı (kelimeleri) hitam (son) bulmazdan evvel biterlerdi.
110- Deki: “Ben de sizin gibi bir beşerim. Bana vahiy olundu ki, ilahınız, ilah-ı vahiddir (tek bir ilahtır). Rabbinin likasını (yüz, çehre) arzu eden, salih amel işlesin ve rabbinin ibadetine kimseyi şerik (ortak) etmesin.