Ahmet Cevdet Paşa’nın Kur’an’ı Kerim’in metni ile birlikte tercümesi 1928 yılında Türk Neşriyat Yurdu tarafından yayınlanmış; Yakup Döğer Bey’in Latin alfabesine çevirisiyle; okuyucunun anlama zorluğu çekeceğini düşündüğümüz kelimeleri parantez içinde sadeleştirerek yayınlıyoruz.
(104) – Ey Müminler! Resule “Raina” demeyiniz belki “unzurna” deyiniz ve sözlerini dikkatle dinleyiniz. Kâfirlere elemli azap vardır.
(105) – Ehl-i Kitaptan küfür edenler ve müşrikle, Rabbiniz tarafından size bir hayır gelmesini istemezler. Hâlbuki Allah rahmeti ile dilediğini mümtaz kılar. Allah büyük fazl-u kerem sahibidir.
(106) – Daha hayırlısını veyahut onun gibisini getirmedikçe, ayetlerden bir ayeti nesh etmeyiz veyahut unutturmayız. Bilmez misiniz ki Allah her şeye kadirdir.
(107) – Bilmez misiniz ki göklerin ve yerin sahibi Allah-u Teâlâ’dır. Sizin için Allah’dan gayri dost ve yardımcı yoktur.
(108) – Sizde resulünüzden evvelce Musa’dan sual olunduğu gibi sual etmek mi istersiniz? İmanı verip küfrü alan, muhakkak doğru yolu zayii etmiştir.
(109) – Ehl-i Kitabdan çokları, onlara hak tebeyyün eyledikten sonra kendi nefislerinin hasediyle, sizi imanınızdan sonra küfre iade etmek isterler. Allah’ın emri gelinceye kadar onlara afuv ve safh (bağışlama) ile muamele edin. Allah-u Teâla her şeye kadirdir.
(110) – Namazı kılın ve zekâtı verin. Nefsiniz için evvelce gönderdiğiniz her hayrı Allah’ın indinde bulursunuz. Allah işlediğinizi görücüdür.
(111) – “Cennete ancak Yahudi veya Nasranî olan girer” dediler. Bu onların batıl zanlarıdır. De ki: “Eğer sözünüzde sadık iseniz, burhanınızı getiriniz.
(112) – Evet. Muhsin olduğu halde veçhini Allah’a teslim edenin ecri Rabbi indindedir. Onlara korku yoktur ve mahzun dahi olmazlar.
(113) – Yahudiler, “Hıristiyanlar bir şey üzerine değildir” dediler. Hıristiyanlar Yahudiler bir şey üzerine değildir dediler. Hâlbuki onlar kitabı okurlar. Müşrikler de onlar gibi bu sözlerin mislini söylediler. Yevm-i kıyamette aralarındaki ihtilafı Allah-u Teâla hüküm ve fasl eyler.
(114) – Onlarda esmanın zikir olunmasını, Allah’ın mescitlerinden mani eden ve o mescitlerin harap olmasına say eyleyen kimseden daha zalim kim vardır. Onların o mescitlere ancak korku ile girmeleri icab ederdi. O zalimlere dünyada zillet ahirette büyük azap vardır.
(115) Maşrik ve mağrib Allah’ındır. Ne tarafa tevcih ederseniz, Allah’ın veçhi oradadır. Allah-u Teâla, kudreti vasi (geniş) ve her şeyi bilicidir.
(116) – “Allah evlad ittihaz etti” dediler. O, bundan münezzehtir. Belki göklerde ve yerde olan şeyler O’nundur ve cümlesi O’na inkıyad ederler.
(117) – Gökleri ve yeri örneksiz olarak yaratan O’dur. Bir şeyin olmasını irade eyledikde ona, “Ol” der ve o da derhal olur.
(118) – Müşrikler, “Ne olurdu Allah bize tekellüm (konuşsa) etse veyahut bize bir mucize getirsen” dediler. Onlardan evvel geçenler de böyle söylediklerinden kalpleri birbirine benzedi. Anlayan kavim için biz ayetlerimizi izhar ve aşikâr eyledik.
(119) – Biz seni hak olarak, müjdeci ve korkutucu gönderdik, cehennem ehlinden sen mesul olmazsın.
(120) – Ne Yahudiler ve ne Hıristiyanlar, milletlerine tabii olmadıkça senden razı olmazlar. De ki: “Hidayet Allah’ın hidayetidir. Sana ilim geldikten sonra onların hevasına tabii olur isen, senin için Allah’tan başka dost ve yardımcı yoktur.
(121) – Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla tilavet edenler, ona iman edenlerdir. Ona küfr edenler ise ziyan ederler.
(122) – Ey İsrailoğulları! Size iğnam (verdiğim) eylediğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün eylediğimi zikir ediniz.
(123) – Onda bir nefsin bir nefis için bir şey ödemediği, kimseden bedel kabul edilmediği, kimseye şefaatin faide vermediği ve günahkârlara yardım olunmadığı günden sakınınız.
(124) – Rabbi İbrahim’i bazı emirleriyle imtihan edip, O da bunları itmam eyledikde Allah: “Ben seni insanların üzerine imam yapacağım” dedi. İbrahim de: “Ya Rabbi! Zürriyetimden de imamlar yap” dedi. Allah-u Teâla: “Bizim Beyti sevap kazanılacak yer ve mahali emniyetli kıl. Benim ahdime zalimler nail olmazlar” buyurdu.
(125) – Eylediğimizi yâd ve Makam-ı İbrahim’i namazgâh ittihaz ediniz ve İbrahim ve İsmail’e beytimi tavaf edenler, itikâf eyleyenler ve namaz kılanlar için tathir (temiz) edin” diye emir ettik.
(126) – İbrahim: “Ya Rabbi! Burasını emin bir belde kıl ve ehlinden Allah’a ve ahirete iman edenleri dünyanın mahsulünden rızıklandır” dedikde, Allah: “Onlardan küfür edenleri de az bir şey müstefid eder, sonra cehennem azabına muztar kılarım. Orası ne fena gidilecek yerdir” buyurdu.
(127) – İbrahim ile İsmail beytin duvarlarını yükselttiklerinde: “Ya Rabbi! Bizden kabul buyur, Sen işidir ve bilirsin.”
(128) – “Ya Rabbi! Bizi Sana iki müslim kıl ve zürriyetimizden Sana bir Ümmet-i Müslime yarat. Bize menasikimizi göster ve bizi mağfiret buyur. Sen kullarına acır ve af edersin.”
(129) – “Ya Rabbi! O ümmet-i müslimede kendilerinden bir resul bais (gönder ki) buyur ki, onlara ayetlerini okusun ve kitabı ve hikmeti öğretsin, onları günahlardan tathir etsin. Sen Aziz ve Hâkimsin” dediler.
(130) – İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Ancak nefsi sefih olan. Biz İbrahim’i dünyada mümtaz kıldık ve O ahirette Salihlerdendir.
(131) – Rabbi O’na: “Bana teslim ol” dedikde, İbrahim: “Âlemlerin Rabbine teslim-i mevcudiyet ettim” dedi.
(132) – İbrahim ve Yakub, Din-i İslam ile evlatlarına vasiyet edib: “Ey evlatlarım! Allah sizin için bir din ihtiyar buyurdu. Ancak Müslüman olduğunuz halde vefat ediniz” dediler.
(133) – Yakub’un ihtizarı (ölüm halinde) halinde siz şahit mi idiniz? Evlatlarına: “Benden sonra kime ibadet edersiniz?” dedikde, onlar: “Senin Rabbine ve babaların İbrahim ve İsmail ve İshak’ın Rabbine, bir ilah olarak ibadet ederiz ve biz O’na Müslümanlarız” dediler.
(134) – Onlar geçen bir ümmettir. Kazandıkları onlara, kazandıklarınız da sizedir. Onların işlerinden siz mesul olmazsınız.
(135) – Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Yahudi veya Nasranî olunuz ki hidayete eresiniz” derler. De ki: “Din, Hakka yakın ve batıldan uzak olan İbrahim’in dinidir. O müşriklerden değildi.
(136) – Ey müminler! “Allah’a ve bize indirilen kitaba ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve evlad-ı Yakub’a indirilen dine, Musa ve İsa’ya ve Rableri tarafından peygamberlere verilen şeylere iman eyledik. Onlardan birini diğerlerinden tefrik etmeyiz ve biz Allah’a teslim-i nefis etmişiz” deyiniz.
(137) – Eğer Ehl-i Kitab, Allah’a sizin iman ettiğiniz gibi iman etseler hidayete ererler. Eğer ağraz (düşmanlık) ederlerse muhakkak şekavettedirler. (kötülük) Kariben (yakinen) Allah onlara kifayet edecektir. Allah işitici ve bilicidir.
(138) – Bu din Allah’ın boyasıdır. Allah’dan daha iyi boyası olan kim vardır? Ve biz O’na tapıcılarız.
(139) – De ki: “Allah hakkında benimle mücadele edersiniz. Allah Rabbimiz ve Rabbinizdir. Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz sizedir. Ve biz O’na muhlisleriz.
(140) – Yoksa İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub ve evlad-ı Yakub Yahudi veya Nasranî idi mi dersiniz? De ki: “Siz mi veya Allah mı daha iyi bilir?” Allah tarafından indinde olan şehadeti ketm edenden daha zalim kim vardır? Allah işlediğiniz şeylerden gafil değildir.
(141) – Onlar bir ümmettir ki geçtiler. Kazandıkları onlara kazandıklarınız sizdedir. Ve siz onların amellerinden mesul olmazsınız.
(142) – İnsanlardan sefih olanlar: “Müminleri üstünde bulundukları kıbleden ne döndürdü” diyeceklerdir. De ki: “Maşrik ve mağrib Allah’ındır, dilediğini doğru yola hidayet eder.
(143) – Böylece siz nas üzerine şahitler olasınız ve resul de sizin üzerinize şahit olsun için sizi ümmet-i mütevasıt kıldık. Senin üzerinde bulunduğun kıbleyi, resule tabii olan ile arkasını döneni bilelim için yaptık. Tahvil-i kıble büyük ve ağır ise de, Allah’ın hidayet eylediklerine öyle değildir. Allah imanınızı zayii etmez. Allah insanlara Rauf ve merhamet sahibidir.
(144) – Senin yüzünü semaya çevirdiğini görürdük. Seni razı olduğun kıbleye tevcih edeceğiz. Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o tarafa çeviriniz. Ehl-i Kitab, tahvil-i kıblenin Rableri tarafından hak olduğunu bilirler. Allah işledikleri şeylerden gafil değildir.
(145) – Ehl-i Kitaba bütün mucizeleri getirmiş olsan, senin kıblene tabii olmazlar. Sende onların kıblesine tabii olmazsın. Onların bazıları da bazılarının kıblesine tabii değillerdir. Sana hakikatin ilmi geldikten sonra onların hevasına tabii olur isen, o zaman zalimlerden olursun.
(146) Ehl-i Kitab O’nu (Muhammed’i) evlatlarını bildikleri gibi bilirler. Hâlbuki onlardan bir cemaat bilerek Hakkı ketm ederler.
(147) – Hak olan Rabbinden gelendir. Buna şüphe etme.
(148) – Herkes için O’na yüz çevirdiği bir veçhe vardır. Hayırlarda müsabaka ediniz. Nerede olur iseniz olunuz, Allah cümlenizi mahşere toplar. Allah her şeye kadirdir.
(149) – Nereden çıkar isen çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. O kıble Rabbin tarafından Haktır. Allah işlediklerinizden gafil değildir.
(150) – Nereden çıkar isen çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olur iseniz olunuz yüzünüzü o cihete çeviriniz. Ta ki nas içinde aleyhinize hüccet olmasın. Ancak nefislerine zulüm edenler bunu aleyhinize hüccet ederler. Onlardan korkmayın Benden korkun. Bunu, kıble tahvilini üzerinize nimetimi itmam etmek ve sizi vasıl-ı hidayet eylemek için yaptık.
(151) – Aranızda sizden bir resul gönderdiğimiz gibi ki, ayetlerimizi size tilavet eder ve sizi tezkiye eyler ve size kitap ve hikmet öğretir ve bilmediğiniz şeyleri talim eder.
(152) – Beni zikr ediniz ki, Ben de sizi zikr edeyim. Bana şükür ediniz ve küfür etmeyiniz.
(153) – Ey Müminler! Sabır ve salat ile istiane (yardım) edin. Allah sabır edenlerle beraberdir. (154) – Allah’ın yolunda katl olunanlara “ölülerdir” demeyin. Evet, onlar diridirler. Lakin siz bunu şuur etmezsiniz.
(155) – Sizi korku, açlık, nüfus, emval ve mahsulde azlık ile ibtila (denemek) ederiz. Bunlara sabır edenleri tebşir et.
(156) – Öyle sabır edenler ki, kendilerine bir musibet isabet etse, “İnnallahe ve inna ileyhi raciun” derler.
(157) – İşte onlara Rablerinden sena, mağfiret ve rahmet vardır ve hidayete vasıl olanlardır.
(158) – Safa ile Merve tepeleri Allah’ın şiarındandır. Beyti hac eden veya yalnız ziyaret eyleyen için, onları tavaf etmekte beis yoktur. Kendiliğinden bir hayrı işleyen mecur (mükâfat, ecir) olur. Allah iyilik edenlere mükâfat eder ve her şeyi bilir.
(159) – Kitabta insanlara beyan eyledikten sonra mücizat ve esbab-ı hidayeti ketm edenlere Allah ve bütün lanet edenler lanet ederler.
(160) – Ancak tevbe edip ıslah ile gizlediklerini beyan edenleri af ederim. Ben merhameti çok ve af ediciyim.
(161) – İnkâr eden ve kâfir olarak geberenlere Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olur.
(162) – O lanette ebedi kalırlar. Azapları tahfif edilmez ve onlara mühlet de verilmez.
(163) – İlahınız bir ilahtır. Ondan başka ilah yoktur, Rahman Rahimdir.
(164) – Göklerin ve yerin yaradılışında, gece gündüzün ihtilafında, insanlara faideli olan şeyle, denizde yüzen gemide, Allah’ın semadan indirip onunla ölümden sonra toprağı ihya eylediği ve arzda zu-hayat (hayat sahibi) mahlûkatı yaptığı suda, rüzgârların türlü türlü, cihet cihet esmesinde, gökle yer arasında muallak duran bulutlarda, aklı eren kavim için ayetler vardır.
(165) – Bazı insanlar vardır ki, Allah’a nazır ve şerik ittihaz eder ve onları Allah’ı sevdikleri gibi severler. İman edenler Allah için daha şiddetli muhabbetdedirler. Bütün kuvvet-i kudretin Allah’da olduğunu, azabı pek şiddetli bulunduğunu anlayıp gördükleri zaman, nefislerine zulüm edenleri görsen.
(166) – Azabı gördükleri ve ondan kurtulmak için her türlü çarenin munkatı (kesildiği, bittiği) olduğu zaman tabiyet olunanlar tabii olanlardan teberri eylediklerinde.
(167) – Tabii olanlar: “Eğer bize tekrar dünyaya avdet olsa, onların bizden teberri ettikleri gibi, bizde onlardan teberri ederdik” derler. İşte böylece Allah onlara amellerini onlara sebeb-i hasret kılar. Onlar cehennemden çıkamazlar.
(168) – Ey insanlar! Yeryüzünde iyi ve helal olarak mevcut bulunan şeylerden yiyiniz ve şeytanın eserine tabii olmayınız. O size aşikâr düşmandır.
(169) – O şeytan size fena ve fahiş şeylerle ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemekle emir eder.
(170) – Onlara (Yahudilere) Allah’ın indirdiğine tabii olun denilir ise, “Biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tabii oluruz” derler. Ya babaları teakkul etmez ve hidayeti bulmaz takımdan iseler, yine onlara tabii olurlar mı?
(171) – Kâfirler kendilerine hitap olunan sözün manasını anlamayıp bir nida bir seda duyan behaim (hayvan) gibidirler. Dilsiz, sağır ve kördürler. Teakkul da etmezler.
(172) – Ey müminler! Size rızık eylediğimiz iyi ve helal şeylerden ekl (yiyiniz) ediniz. Eğer O’na tapıyor iseniz, Allah’a şükür eyleyiniz.
(173) – Allah size ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’dan gayrısı için kesilen kurbanı haram etmiştir. Allah’ın hududuna tecavüz ve O’na isyan maksadıyla olmayıp bunlardan yemeğe muztar (mecbur) olana günah yoktur. Allah Gafur Rahimdir.
(174) – Allah’ın kitabında indirdiğini ketm edenlerin ve onunla değersiz şeyi satın alanların yiyip karınlarına doldurdukları şey ancak ateştir. Kıyamet gününde Allah onlara tekellüm (konuşmaz) buyurmaz ve onları günahlarında tathir (temizlemez) de etmez. Onlara elemli azap vardır.
(175) – Hidayetle dalaleti, mağfiretle azabı satın alanlar onlardır. Onları cehennem azabına sabır etmeye ne sevk etti?
(176) – Bu azap, Allah’ın Hak olarak indirdiği kitabı inkar etmelerindendir. kitapta ihtilaf edenler, rahmetten uzak şekavettedirler. (isyandadırlar)
(177) – Yüzünüzü maşrik veya mağrib tarafına çevirmeniz bir (hasenat ve itaat) değildir. Bir sahibi Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplar ve peygamberlere iman eden, akrabaya, yetimlere, fukaraya, yolculara, saillere (dilencilere), esirlere severek infak eden, ahitlerine vefa, zaruret ve fenalıklara ve harp ve kıtalin müşkilat ve mezahimine ( eziyetler, güçlükler, zahmetler) sabır eyleyenlerdir. Onlar imanlarında sadık olup Allah’dan ittika edenlerdir.
(178) – Ey Müminler! Katilde üstünüze kısas farz kılındı. Hür ile hür, abd ile abd, kadın ile kadın. Kardeşi tarafından bir şeyi af olunan, marufa ittiba edip iyilik ile versin. Bu size Rabbiniz tarafından tahfif ve rahmettir. Bundan sonra tecavüz ve teadi (düşmanlık) edene elemli azap vardır.
(179) – Ey akıl sahipleri! Sizin için kısasta hayat vardır. Bu sayede katilden ittika edersiniz.
(180)- Sizden birinize mevt hazır oldukda, eğer mal terk ederse, ana ve babasına, akrabasına marufla vasiyet farz kılındı. Bu muttakilere haktır.
(181) – Vasiyeti işittikten sonra tebdil eden günahkar olur. Bunun günahı tebdil edenedir. Allah işidici ve bilicidir.
(182) – Musinin (vasiyet edenin) haktan inhirafından veyahut günaha girmesinden korkup onunla musile (aracılık eden) arasını ıslah eden kimseye günah yoktur. Allah mağfiret eyler, Rahimdir.
(183) – Ey iman edenler! Sizden evvel geçen ümmetlere olduğu gibi, günahlardan ittika etmeniz için, sizin üzerinizdeki oruç farz olundu.
(184) – Sayılı günlerdir. Sizden hasta veya yolculukta olan, iftar ettiği günler adedince, diğer günlerden oruç tutmalıdır. Ve takati olanlar üzerinde bir fakirin taamı fidye vardır. Kendiliğinden bir hayır edene, o hayırlıdır. Eğer oruç tutar iseniz bunu bilseniz sizin için daha hayırdır.
(185) – İnsanlara doğru yolu gösteren, esbab-ı hidayetin beyanı ve hak ile batıl arasını fark edici olan Kur’an’ın nazil olduğu Ramazan ayını sizden görenler, ona saim olsunlar. Hasta olan veya yolculukta bulunan, iftar eylediği günler adedince diğer günlerden oruç tutmak icab eder. Adedi ikmal etmeniz, sizi buna hidayet eylediğinden dolayı Allah’ı ululamanız ve O’na şükür etmeniz için. Allah size kolaylığı murat eder, güçlüğü irade etmez.
(186) – Eğer kullarım sana Benden sorarlar ise, Ben yakınım. Bana dua edildiği zaman, dua edenin duasına icabet ederim. Sizde Benim emirlerime icabet ediniz ki, rüşd ve saadete nail olasınız.
(187) – Oruç gecelerinde kadınlarınızla yaklaşmak size helal kılındı. Onlar size setre, (örtü) siz onlara setresiniz. Nefsinize aldanmakta olduğunuzu Allah bilir ve sizi bu halinizden af etti. Şimdi onlara mukarenet (yakınlaşmalarına yardım) ediniz ve Allah’ın size mukadder eylediği şeyi arayın. Fecrin siyah ipliği beyaz ipliğinden ayrılıncaya kadar yiyip içiniz. Sonra geceye kadar orucu itmam ediniz. Mescidlerde itikafda olduğunuz halde zevcelerinize mukarenet etmeyin. Bu hükümler Allah’ın hudududur, ona yaklaşmayınız. Allah, ittika etmeleri için insanlara bu suretle ayetlerini beyan eder.
(188) – Haksızlıkla birbirinizin malını aranızda yemeyiniz. Nassın bir kısım malını bilerek ve na-hak olarak yemek için, onu hâkime götürmeyiniz.
(189) – Senden hilaller hakkında sorarlar. De ki: “O insanlara vakitlerini ve zaman-ı haccı bildirir. Hanelere arkalarından girmeniz hayır ve hasenattan değildir. Lakin sahib-i bir ve hayır, Allah’dan ittika edendir. Hanelere kapılarından giriniz ve felah bulmanız için Allah’a ittika ediniz.
(190) – Sizinle mukatele edenlerle, Allah yolunda mukatele ediniz ve ta’adi (düşmanlık) etmeyiniz. Allah ta’adi ve tecavüz edenleri sevmez.
(191) – Nerede bulunur iseniz müşrikleri katl ediniz. Sizi çıkardıkları mahalden sizde onları çıkarın. Fitne katilden şiddetlidir. Mescid-i Haramda onlar sizinle mukatele etmedikçe, orada kıtal etmeyin. Orada sizinle mukatele ederler ise, onları katl ediniz. Kâfirlerin cezası böyledir.
(192) – Eğer onlar feragat ederlerse, siz de feragat edin. Allah Gafur-ur Rahimdir.
(193) – Fitne kalmayıp din Allah-u Teâlâ ya halis oluncaya değin onlarla harb edin. Eğer onlar tecavüze nihayet verirler ise siz de kıtale nihayet verin. Teaddi (düşmanlık) yalnız zalimlere karşıdır.
(194) – Şehr-i harama mukabil şehr-i haramdır. Haram şeylerde de kısas vardır. Size tecavüz edene, onun tecavüzünün misli ile mukabele edin. Allah’dan sakının. Bilin ki Allah muttakilerle beraberdir.
(195) – Allah yolunda infak edin. Elinizle kendinizi tehlikeye koymayın ve iyilik edin. Allah iyilik edenleri sever.
(196) – Allah için hac ve umreyi itmam edin. Eğer mahsur iseniz kurbandan müyesser olanı zebh (boğazlamak) eyleyin. Kurban mahalline vasıl oluncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Hata veya başından bir zoru olan, emniyet hâsıl olunca, oruç veya kurban ile fidye versin. Hacca kadar umreden istifade edene müyesser olan kurbanın zehbi lazımdır. Onu bulamayan hacda üç ve avdetinde yedi ki, tamam on gün oruç tutmak icab eder. Bu ehl-i mescid-i Haramda olmayanlara mahsustur. Allah’dan ittika edin ve bilin ki Allah şedid-el ikabdır.
(197) – Hac belli aylardır. O aylarda haccı kendine farz eden için cima, fısk, niza yoktur. Hayırdan işlediğinizi Allah bilir. Kendinize zad (azık, yiyecek) ve zahire hazırlayın, zadın hayırlısı takvadır. Ey Erbab-ı akıl! Benden ittika ediniz.
(198) – Hacda iken Allah’ın fazlından talebiniz günah değildir. Arafat’tan avdetinizde, Meş’har-i Haramda Allah’ı zikr eyleyiniz. O’nu, size hidayet eylediği gibi zikr eyleyiniz. Çünkü siz bundan evvel dalalette idiniz.
(199) – Sonra nassın dağıldığı yerden dağılınız ve Allah’a istiğfar ediniz. Allah Gafur-ur Rahimdir.
(200) – Haccın menasikini icra eylediğiniz vakit Allah’ı babalarınızı zikr eylediğiniz gibi veya daha fazla zikr edin. İnsanlardan bazıları vardır ki: “Ya Rabbi! Bize dünyada ver” derler. Onlara ahirette nasip yoktur.
(201) – Öyleleri de vardır ki: “Ya Rabbi! Bize dünyada hasene ve ahirette hasene ver” derler.
(202) – Onlara kazandıkları şeyden nasip vardır. Allah seri-ül hisabdır.
(203) – Allah’ı sayılı günlerde zikr ediniz. Bu zikri iki günde tacil (acele, çabukluk) edene ve tehir eyleyene de – ittika eylediği halde – günah yoktur. Allah’dan ittika edin ve O’na haşr olunacağınızı bilin.
(204) İnsanlardan hayat-ı dünyada sözleri seni tacib (hayret, şaşırma) ettirenler vardır. Kalbinde olan için Allah’ı şahid tutar. Hâlbuki o en büyük düşmandır.
(205) – Eğer o vali olursa, arzda fesada say ve harsı ve nesli helak eder. Allah fesadı sevmez.
(206) – “Allah’dan kork” denilirse, izzet-i nefsi kabarır. Ona cehennem kâfidir. Orası ne fena yerdir.
(207) – Ve insanlardan Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla nefsini satın alan da vardır. Allah kullarına Rauf sahibidir.
(208) – Ey müminler! Cümleten İslam’a dâhil olun. Şeytanın vesvesesine tabii olmayın. O size aşikâr düşmandır.
(209) – Size aşikâr delail geldikten sonra, dinden ayağınızı kaydırır iseniz, bilesiniz ki Allah her şeye kadir ve hâkimdir.
(210) – Keşif bulutlarda Allah’ın azabının ve azap meleklerinin gelmesine ve emr-i kazanın cari olmasına mı intizar (beklemek) ederler? Umurun kaffesi (hepsi, tamamı) Allah-u Teâlâ ya raci olur.
(211) – Onlara ne kadar aşikâr mucizeler getirdiğimizi Ben-i İsrail’e sor. Kendine geldikten sonra, Allah’ın nimetini tebdil edenler azab olunurlar. Allah’ın ikabı şiddetlidir.
(212) – Kâfirlere Hayat-ı dünya müzeyyen (süslü) kılındı. İman edenlerle istihza ederler. İttika edenler yevm-i kıyamette onların üzerlerindedirler. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
(213) – İnsanlar hep bir ümmetdiler. Allah tebşir edici korkutucu peygamberler bais buyurdu ve insanların aralarında ihtilaf eyledikleri şeyi hüküm etmek için Hak ile kitap indirdi. Kendilerine aşikâr mucizat geldikten sonra insanlar, aralarındaki hasedden dolayı ihtilaf eylediler. Bu şeylerde Allah müminleri nail-i hidayet etti. Allah-u Teâlâ istediklerini doğru yola götürür.
(214) – Siz, başınıza evvel geçenlerin başlarına gelen şeyler gelmedikçe cennete girer miyiz zan ediyorsunuz? Onları türlü türlü elem ve felaketler istila eylediğinden, sebatları tezelzül (sarsılma, sarsıntı) eyledi. Hatta resul ve onunla beraber iman edenler, “Allah’ın nusreti ne zaman gelecek” dediler. Agâh olun ki, Allah’ın nusreti yakındır.
(215) – Neyi infak edeceklerini senden sorarlar. De ki: “Baba ve anaya, akrabaya, yetimlere, fukaraya ve yolculara, maldan istediğinizi infak ediniz. İşlediğiniz her hayrı Allah bilir.
(216) – Size kıtal farz kılındı. Siz ondan ikrah edersiniz. Ne kadar mekruh gördüğünüz şeyler vardır ki, sizin için hayırlıdır. Ve size hoş gelen ne kadar şey vardır ki size şerdir. Allah bilir siz bilmezsiniz.
(217) – Şehr-i Haramda kıtal var mıdır diye sorarlar. De ki: “Ondan kıtal büyük günahtır. Allah’ın yolunu kapatmak, küfür etmek, Mescid-i Haramdan mani ve ehlini oradan ihraç, Allah indinde daha büyüktür. Fitne katilden ekberdir. Ellerinden gelse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle mukateleden ferağ (el çekme, vaz geçme) olmazlar. Dininden dönüp kafir olduğu halde fevt (ölüm, ölenler) olanların dünya ve ahirette amelleri sakıt olmuştur. Onlar muhalled (sürekli, kalıcı, ebedi) kalmak üzere cehennem ehlidirler.
(218) – Allah’ın rahmetine nail olmak için iman edip fisebilillah hicret ve cihad edenler mecur (ecir, mükâfat) olurlar. Allah Gafur-ur Rahimdir.
(219) – Senden şarabı ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda büyük günah ve insanlara menafi (yarar, fayda, menfaat) vardır. Günahları faidelerinden büyüktür.” Ve senden ne infak edelim diye sorarlar. De ki: “Adalet dairesinde infak ediniz.” Allah-u Teâlâ tefekkür etmeniz için size ayetini bu suretle beyan eyler.
(220) – Dünya ve ahiretde ve senden yetimler hakkında sorarlar. De ki: “Onların hallerini ıslah hayırdır. Onlarla muhalata (dostluk, arkadaşlık) ve menasikinizde, onların kardeşleriniz olduğunu düşününüz.” Allah ifsad edeni ve ıslah eyleyeni bilir. Eğer Allah dilese idi, sizi birçok zahmetlere sokardı. Allah Aziz Hakimdir.
(221) – Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayınız. Bir mümin cariye pek beğendiğiniz müşrikeden hayırlıdır. İman etmedikçe müşriklerle evlenmeyiniz. Bir mümin köle beğendiğiniz müşriklerden hayırlıdır. Onlar cehenneme davet ederler. Ve Allah izniyle cennete ve mağfirete davet eyler. Ve tezekkür edesiniz için de ayetlerini beyan eder.
(222) – Senden hayız hakkında sorarlar. De ki: “O bir pisliktir. Hayız esnasında kadınlardan uzak olunuz. Temizlenmedikçe onlara takrib etmeyiniz. Temizlendiklerinde onlarla Allah’ın emir eylediği yerden münasebette bulununuz.” Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.
(223) – Kadınlarınız sizin için ekin ekilecek tarladır. Tarlanızı istediğiniz gibi istimal (işleme, kullanma) ediniz ve nefisler için hayrı takdim eyleyiniz. Allah’dan sakınınız ve biliniz ki siz O’na mülaki olursunuz. Müminleri tebşir et.
(224) – İhsan etmemek, nas arasında ıslaha çalışmamak hususunda yeminlerinizi mani kılmayınız. Allah işidir ve bilir.
(225) – Allah yeminlerinizde lağvınızla (hükümsüz bırakma, feshetme) sizi muaheze etmez. Velakin kalplerinizin kazandığı ile muaheze eder. Allah günahı mağfiret edici ve günahkarlara Halimdir.
(226) – Zevcelerinden ila (mukarenet etmemeye yemin) edenlere dört ay beklemek vardır. Eğer bu müddet zarfında bundan vaz geçerler ise, Allah Gafur-ur Rahimdir.
(227) – Eğer kelama azim ederlerse (tatlik ederler). Allah işidir ve bilir.
(228) – Boşanan kadınlar nefisleriyle üç hayız beklesinler. Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorlarsa, rahimlerinde Allah’ın halk eylediğini gizlemek onlara helal olmaz. Eğer tarafeyn salahı murat ederlerse, onları iadede kocaları daha ziyade haklıdır. Kadınların aleyhlerine olduğu gibi, lehlerine de hakları vardır. Erkeklerin hakları onlardan bir derece fazladır. Allah Aziz ve Hakimdir.
(229) – Talak iki keredir. Adet ve makbul olan vecihle taht-ı nikâhta tutmak veyahut iyilik ile yol vermek icab eder. Ancak Allah’ın hududunu ikame edememekten korkmak hali müstesna olarak diğer surette kadına verdiğiniz şeylerden bir şey geri almak size helal olmaz. Allah’ın hududunu ikame edememekten korkar iseniz, kadının bir şey feda etmesinde günah yoktur. Bu Allah’ın hudududur. O’na tecavüz etmeyin. Allah hudutlarına tecavüz edenleri sevmez.
(230) – Eğer yine tatlik (boşanma) eder ise, (üçüncü defa) ondan sonra kadını bir zevç nikâh etmedikçe, ona helal olmaz. Eğer bu diğer zevç onu tatlik eder ise, Allah’ın hududunu (vezaif-i zevciyyeti) ikame edeceklerini zan eyledikleri halde ricat etmelerinde günah yoktur. Bu bilen kavim için Allah’ın beyan eylediği hudududur.
(231) – Kadınları tatlik eylediğinizde, adaletini ikmal edince, onları adet ve örf dairesinde taht-ı nikâhta tutun (rücu edin). Veyahut maruf vecihle yol verin. Zulüm etmek maksadıyla onları zorla tutmayın. Bunu yapan kimse nefsine zulüm eder. Allah’ın ayetlerini eğlence etmeyin. Allah’ın size olan nimetini ve size vaaz ve nasihat etmek için indirdiği kitap ve hikmeti zikir edin. Ve Allah’dan ittika eyleyin ve bilin ki Allah her şeyi bilir.
(232) – Kadınları tatlik edip, onlar da adetlerini ikmal eylediklerinde adet ve örf mucibince aralarında rıza ve muvafakat hâsıl olan zevçlere varmalarında müşkülat çıkarmayın. Sizden Allah’a ve ahiret gününe iman eden bundan mütteız (öğüt alır) olur. Bu yolda hareket sizin için daha münasip ve temizdir. Allah bilir ve siz bilmezsiniz.
(233) – Valideler süt emzirmeye itmam (bitirme, tamamlama) murat eyledikleri halde, evlatlarını iki sene-i kemale emzirsinler. Peder üzerine emziren validenin, örf ve adet mucibince rızık ve hakkı vardır. Bir nefis ancak vüs’ü (gücü, kudreti) kadarı ile teklif olunur. Bir valide evladıyla ve peder de evladı yüzünden ızrar (zarar) edilmez. Veresede bunun misli vardır. Peder ve validenin rıza ve müşaveresiyle çocuğu ayırmakta günah yoktur. Eğer evladınızı süd anaya vermek isterseniz, ücret-i muayyeneyi iyili ile verdiğiniz takdirde, sizin için günah yoktur. Allah’dan ittika edin ve bilin ki Allah işlediğiniz şeyleri görür.
(234) – Sizden vefat edenlerin zevceleri, nefisleriyle dört ay on gün beklesinler. Adetlerini ikmal eylediklerinde, nefisleriyle maruf dairesinde işledikleri şeyden size günah yoktur. Allah işlediğiniz şeylerden haberdardır.
(235) – Kadınlarla izdivaç talebinde bulunmanızda veyahut kalbinizde arzu beslemenizde sizin için günah yoktur. Sizin daima onları hatırladığınızı Allah bilir. Velakin onlarla gizli mevaidelerde (söz verme, ahit) bulunmayınız. Ancak onlara adet ve örf vecihle söyleyiniz. Hatta adet-i mefruza (farz kılınan) hitam bulmadıkça, akd-i nikâha azim etmeyiniz. Biliniz ki Allah, nefsinizde olan şeyi bilir. O’ndan ittika ediniz ve biliniz ki Allah Gafur-ur Rahimdir.
(236) – Temas etmeden veya bir bedel-i nikâh tayin eylemeden kadınları tatlik etmenizde bir beis yoktur. Onların gönlünü hoş ediniz. Zengin olan kadrince ve fakir olan da kadrince maruf dairesinde o mutallakaya (Kocasından boşanmış kadın, bir kimsenin boşadığı karısı) bir şey vermek Muhsinler üzerine haktır.
(237) – Temas etmezden evvel, fakat bedel-i nikâh tayin etmiş olduğunuz halde tatlik eder iseniz, onlara bedel-i nikâhın nısfı (yarı, yarım) vardır. Ancak kadın veyahut nikâhın akidesi elinde olan onu af ederse (bir şey vermek lazım değildir.) Af etmek takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazlı (iyilik, lutuf, kerem) nutmayınız. Allah Teâlâ işlediklerini görücüdür.
(238) – Namazları ve orta namazı muhafaza ediniz ve Allah Teâlâ ya muti ve münkad (tabii, itaatkâr) olarak kaim olunuz.
(239) – Eğer korku varsa, piyade veya süvari olarak namazı eda ediniz. Emin olduğunuz zamanda bilmediğinizi size öğrettiği vecihle Allah’ı zikir ediniz.
(240) – Sizden zevci terk ederek vefat eden, onlar için hanelerinden çıkarılmayarak bir sene kalmalarını vasiyet etsinler. Eğer kadın kendiliğinden çıkarsa, nefislerinde maruf dairesinde işledikleri şeyden size günah yoktur. Allah, Aziz Hakimdir.
(241) – Mutallakaları örf ve adet mucibince hoşnut ettirmek muttakiler üzerine haktır.
(242) – Teakkul etmeniz için Allah ayetlerini beyan eder.
(243) – Ölümden korkup kurtulmak maksadıyla, binlerce oldukları halde diyarlarından çıkanları görmedin mi? Onlara Allah, “ölünüz” dedi ve sonra diriltti. Allah insanlara fazl-u kerem sahibidir. Velakin nassın ekserisi şükür etmezler.
(244) – Fisebilillah mukatele ediniz. Biliniz ki Allah, işitici ve bilicidir.
(245) – Allah Teâlâ ya karz-ı hasen ikraz (borç verme) edene, bunun kat katı verilir. Allah Teâlâ kabz ve bast (ferahlık) eder ve O’na rücu eylersiniz.
(246) – Görmedin mi ki, Ben-i İsrail’den bir cemaat, Musa’dan sonra peygamberlerine: “Bize bir melik bais et ki Allah yolunda mukatele edelim” dediler. Nebi: “Size kıtal farz olunursa korkarım ki mukatele etmezsiniz” dedi. Onlar: “Ne için Allah yolunda harp etmeyelim? Diyarımızdan ve evladımızın yanından çıkarıldık” dediler. Onlara kıtal farz olunduk da, onlardan pek azından başkası harpten ağraz (nefret ettiler, kaçtılar) ettiler. Allah zalimleri bilicidir.
(247) – Peygamberleri: “Allah Talut’u size melik bais etti” dedikde, onlar: “O bizim üzerimize nasıl melik olur? Biz melikliğe (başkan, komutan) ondan ziyade müstehakız, O’nun çok malı da yoktur” dediler. Peygamber: “Allah O’nu sizin üzerinize mümtaz kıldı. O’na ilim de ve cisimde fazlalık verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah vasi-ul Alimdir” dedi.
(248) – Onun melikine alamet size, derununda Rabbiniz tarafından sekinet ve Al-i Musa ve Al-i Harun’un bakiye-i metrukatı (ölmüş bir kimseden kalan eşya ve mallar) bulunan tabutu, meliklerin hamil olarak getirmeleridir. Eğer siz iman edenlerden iseniz, bunda sizin için ibret ve mucize vardır.
(249) – Talut ve askeri memleketten çıktıklarında, “Allah Teâlâ sizi bir nehir ile imtihan buyuruyor. O nehirden içen benden değildir. Ondan eliyle ancak bir avuç içen bendendir” dedi. Onlar pek azı müstesna olarak içtiler. Talut ile iman edenler nehri geçtiklerinde: “Bugün Calut ve askerine karşı bizde takat yoktur” dediler. Allah’a mülaki olacaklarını bilenler: “Ne kadar azlık cemaat vardır ki, Allah’ın izniyle çokluğa galebe ederler. Allah sabır edenlerle beraberdir” dediler.
(250) – Vakta ki Calut ve cünuduna karşı geldiler: “Ya Rabbi, üzerimize sabr-u sebat ihsan et, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfir kavim üstüne bize mansur (yardım) buyur” dediler.
(251) – Allah’ın izniyle onları münhezim (hezimet, yenilgi) ettiler. Davud Calut’u öldürdü. Allah O’na mülk ve hikmeti verdi ve dilediğini öğretti. Eğer Allah nassın bazısını bazısı ile def etmese, arz fesada uğrardı. Velakin Allah âlemlere fazl sahibidir.
(252) – Bunlar sana Hak olarak tilavet eylediğimiz Allah’ın ayetleridir ve sen muhakkak mürselindensin.
(253) – Bazısını bazısına tafazzul (Üstün olma, üstünlük) eylediğimiz bu resullerden, Allah ile tekellüm eden vardır. Bazılarını Allah derecelerle yükseltmiştir. Meryem’in oğlu İsa’ya mucizat vererek, O’nu ruhulkudüs ile teyit etdik. Eğer Allah istemiş olsa idi, kendilerine mücizat geldikten sonra, o resullerden sonra gelenler birbirini katl etmezlerdi. Velakin ihtilaf ettiler. Onlardan iman edenler ve küfür eyleyenler vardır. Eğer Allah dilemiş olsa idi, mukatele etmezlerdi. Velakin Allah irade eylediğini işler.
(254) – Ey Müminler! Onda alış veriş, dostluk ve şefaat olmayan gün gelmeden evvel, size rızık eylediğimiz şeylerden infak ediniz. Kâfirlerdir ki zalimlerdir.
(255) – Ondan başka ilah olmayan Allah, Hay ve Kayyum’dur. O’nu uyuklama ve uyku ahz etmez. Göklerde ve yerde olan şeyler O’nundur. İzni olmaksızın O’nun indinde şefaat eden yoktur. Halkın önünde ve arkasında olanı (istikbal ve maziyi) bilir. İnsanlar O’nun ilminden, O’nun istediğinden başkasını ihata etmezler. Kürsüsü gökleri ve yeri alır. Onların hıfzı O’nu yormaz. O pek yüksek, pek büyüktür.
(256) – Dinde ikrah ve icbar yoktur. Rüşd küfürden ve bağıydan ayrılır. Şeytana küfür edip Allah’a iman eden, öyle sağlam bir ipe sarılmıştır ki, onda ek yeri ve kopmak yoktur. Allah işidir ve bilir.
(257) – Allah iman edenlerin velisidir. Onları zulümattan nura çıkarır. Kâfirlerin dostları şeytanlardır. Onları, nurdan zulümata çıkarır. Onlar muhalled (ebedi, devamlı) kalmak üzere cehennem ehlidirler.
(Not: Ayetin son bölümünün Osmanlıca çevrisinin orijinalinde, ”Onları zulümattan nura çıkarır” olarak yanlış yazılmış. Ayetin son bölümünü biz düzelttik.)
(258) – İbrahim ile Allah’ın O’na mülk verdiği kimsenin (Nemrudun) Rabbi hakkında mücadelesini haber aldın mı? İbrahim: “Rabbim dirildir ve öldürür” dedik de, O: “Bende öldürür ve dirildirim” dedi. İbrahim: “Allah güneşi maşrikden doğdurur, sen onun mağripten doğdur” dedi. Ve kâfir mebhut (şaşırmış, şaşkın) kaldı. Allah zalim olan kavme hidayet etmez.
(259) – Yahut şu kimse gibi ki bir karyeden geçti. O karye harap ve yıkık idi. “Acaba Allah bunu şu ölümden sonra ihya eder mi?” dedi. Allah onu yüz sene öldürdü sonra bais etti ve: “Ne kadar yattın?” dedi. O: “Bir gün veya bir günün bir kısmı yattım” dedi. Allah: “Belki sen yüz sene yattın, taamına ve şarabına bak ki bozulup kokmamıştır. Hımarına bak.” Seni insanlar için ayet kılacağız. Kemiklere bak ki nasıl birleştiriyoruz ve sonra üzerlerine nasıl et giydiriyoruz. Vakta ki ona hakikat tebeyyün etti. “Allah her şeye kadirdir” dedi.
(260) – İbrahim: “Ya Rabbi, mevtayı nasıl diriltirsin bana göster” dedi de, Allah: “İman etmiyor musun” dedi. İbrahim: “Evet, iman ediyorum, velakin kalbim mutmain olsun için istiyorum” dedi. Allah: “Dört kuş al ve bunları parça parça et, sonra ondan bir parçasını bir dağın üzerine koy ve sonra onları çağır, sana koşarak gelirler. Bil ki Allah Aziz ve Hakimdir” buyurdu.
(261) – Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misli, her başakta yüz dane olmak üzere yedi başak bitiren dane gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah cömerttir ve âlimdir.
(262) – Mallarını fisebilillah infak eden ve sonra bunu minnet ve eza ile takip etmeyenlerin ecirleri Rableri indindedir. Onlara korku ve hüzün yoktur.
(263) – Bir iyi söz ve mağfiret talebi, minnet ve eziyet takip eden sadakadan hayırlıdır. Allah Gani ve Halimdir.
(264) – Ey müminler! Sadakalarınızı minnet ve eza ile iptal etmeyiniz. Halka riya olarak malını infak eden ve Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, üstünde biraz toprak olan düz kaya gibidir ki ona şiddetli bir yağmur isabet ederse, toprağı götürür ve kayayı dümdüz eder. Onlar kazandıklarından bir şey istifade edemezler. Allah kâfir olan kavme hidayet etmez.
(265) – Ve mallarını Allah’ın rızasını taleben ve nefislerinde imanın tespiti maksadıyla infak edenlerin misali, münbit yerde bir bahçe gibidir ki, ona bol yağmur isabet eder ise mahsulünü iki kat verir, eğer yağmur olmazsa çilenti kâfidir. Allah işlediğinizi bilir.
(266) – Sizden biriniz ister mi ki onun hurma ve üzüm ağaç ve kütükleri ile müzeyyen ve ağaçları altında nehirler akan bir bahçesi olup, onda her nevi meyveler bulunsun. O da ihtiyar olup küçük ve zayıf evlatları olsun. O bahçeye de sam rüzgârları isabet edip yaksın. Belki tefekkür edesiniz için Allah size ayetlerini bu vecihle beyan eder.
(267) – Ey müminler! Kazandığınız ve sizin için yerden inbat (bitme, çıkarma) eylediğimiz şeylerin iyilerinden infak edin. Kendinizin iğmaz etmedikçe almayacağınız fenalarını infak için seçmeyiniz. Biliniz ki Allah Gani ve Hamid’dir.
(268) – Şeytan size fakrla ve şeylerle va’d ve emir eder. Ve Allah ise mağfiret ve fazl va’d eyler. Allah ihsanı vasi ve âlimdir.
(269) – Allah dilediğine hikmeti verir. Kendine hikmet verilene ne çok hayır verilmiş demektir. Bundan ancak akıl sahipleri ders alırlar.
(270) – İnfak eylediğiniz her şeyi ve nezir (adama, adak) ettiğiniz her neziri Allah bilir, zalimlere yardımcı yoktur.
(271) – Sadakaları aşikâr ederseniz de iyidir. Gizleyip fukaraya verirseniz sizin için hayırdır ve günahlarınızdan bazılarını kefaret eder. Allah işlediğiniz şeyden haberdardır.
(272) – Onları hidayet etmekle mükellef değilsin. Velakin Allah dilediğine hidayet eder. Maldan ne infak ederseniz nefsiniz içindir. Allah’ın rızasını isteyerek infak eylediğiniz her şey size ödenir ve zulüm olunmazsınız.
(273) – Arzda seyr-ü seferle ticaret etmeye kadir olamayan, Allah yolunda mahsur kalmış fukaraya infak hayırlıdır. Teaffufları (İffetli olma, kötü şeylerden kendini sakınma) cihetiyle bilmeyenler onları zengin zan ederler. Yüzlerinden onların fakr-u zaruretini bilirsin. Kimseden bir şey istemezler. Onlara maldan infak eylediğinizi Allah bilir.
(274) – Gece ve gündüz, gizli ve aşikâr olarak mallarını infak edenlerin ecirleri Rableri indindedir. Onlara korku ve hüzün yoktur.
(275) – Faiz yiyenler kabirlerinden şeytanın çarpmış oldukları gibi kalkarlar. Bu onların bey’u (alım satım, alış veriş) da riba gibidir demelerindendir. Allah bey’u helal ve ribayı haram kıldı. Rabbi tarafından gelen mevaizeye (öğüt, nasihat) tabii olarak ribayı terk ederler ise, geçmiş olan onadır ve hakkındaki hüküm Allah’a aittir. Ribayı terkten sonra tekrar ona avdet eden, cehennem ehli olup, orada muhalled kalır.
(276) – Allah ribanın bereketini izale edip sadakayı kazandırır. Allah günahkâr münkirleri sevmez.
(277) – İman edip amel-i salih işleyin. Namazlarını kılıp zekâtlarını veren kimselerin ecirleri Rableri indindedir. Onlara korku ve hüzün yoktur.
(278) – Ey müminler! Allah’dan ittika edin ve ribadan bakaya kalanı terk eyleyin.
(279) – Eğer bunu yapmaz iseniz, Allah resulü ile harbe hazır olun. Eğer tevbe ederseniz res-el (esas, baş) malınız sizedir. Ne zulüm eder ne de zulüm olunursunuz.
(280) – Medyunun (borçlu, borç alan) eli darda ise sae-i (genişleme, rahatlık) haline intizar (bekleme) olunur. Bağışlar iseniz sizin için hayırdır. Bundaki fazileti bilesiniz.
(281) – Cümlenizin Allah’a rücu edeceğiniz, sonra her nefse kazandığı verilip kimseye zulüm olunmadığı günden ittika ediniz.
(282) – Ey müminler! Muayyen bir vade ile borç eder iseniz, onu yazınız. Aranızda bir kâtip yazsın. Kâtibe, Allah’ın öğrettiği vecihle yazmakta beis yoktur. Medyun (borçlu, borç alan) ona imla etsin. Rabbi olan Allah’dan ittika edib bir şey noksan etmesin. Medyun sefiye, ya hasta veya imlaya kadir değilse, velisi adl ile imla eylesin. Erkeklerinizden iki şahidi işhad edin. İki erkek bulunmaz ise, şehadetlerine razı olduklarınızdan, bir erkek iki kadın şahit olsun. Biri unudur ise diğeri hatırladır. Şehadete avdet olunduklarında şahitlere iba (çekinme, kaçınma) yoktur. Büyük küçük, vakt-i muayyenene kadar yazmakta ihmal etmeyiniz. Bu sizin için Allah indinde adilane, şehadet için daha kuvvetli, şüphe ve tereddüt etmemenize daha yakındır. Ancak aranızda derhal tedvir (dönme, döndürme) eylediğiniz alış verişte yazmamanızda beis yoktur. Va’d ile mubayada işhad (vaad ile yapılan alışverişe, satın almaya şahitlik) ediniz. Kâtip ve şahit ızrar (zarar, kınama, eziyet) edilmez. Eğer bunu yapar iseniz, tarafınızdan fısk olur. Allah’dan ittika edin. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi bilir.
(283) – Seferde olup kâtip bulunmaz ise rehin alınız. Bazınız bazınıza emniyet ederse, emniyet olunan emaneti eda etsin ve Rabbi olan Allah’dan ittika eylesin. Şehadeti ketm etmeyin. Ketm-ü şehadet edenin kalbi günahkâr olur. Allah işlediğinizi bilir.
(284) – Göklerde ve yerde olan her şey, Allah Teâlâ’nındır. Nefsinizde olanı izhar etseniz de ve gizleseniz de, onunla Allah sizi hesaba çeker. Dilediğine mağfiret ve dilediğine azap eder. Allah her şeye kadirdir.
(285) – Resul kendine Rabbi tarafından indirilen şeye iman etti. Müminlerde Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine iman eylediler. “Biz resulden birinin arasını tefrik etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Ya Rabbi! Senin mağfiretin isteriz ve nihayet gideceğimiz yer sensin” dediler.
(286) – Allah bir nefsi ancak sa-i kudretiyle (gücü, kudreti) mükellef eder. Kimsenin kazandığı lehine ve aleyhinedir. Ya Rabbi! Bizi unuttuğumuz şeyle veya hatamızla muaheze etme. Ya Rabbi! Bize bizden evvelkilere yüklediğin gibi ağır yükler yükleme. Ya Rabbi! Bize takatımız olmayanı tahmil (yük, taşıma) etme. Bizi afv-u mağfiret eyle ve bize merhamet buyur. Sen Mevla’mızsın, kâfir kavim üzerine bize mansur (yardım) eyle.
(Bakara suresi tamamlandı)