Rasûlullah’ın hadisleri konusunda yeni bir yol icat eden reformist önderler, Lü’lü b. Muğire’nin Hazreti Ömer’e suikastı ve ardından Hazreti Osman’ın hilafete gelmesiyle beraber peygamberlik öncesinden gelen Haşim oğulları- Ümeyye oğulları husumetinin tekrar ortaya çıktığı fikrini parlatıp, öne çıkarırlar.
Şöyle devam ederler..Hz. Osman öldürülüp Müslümanlar arasında iç savaş çıkınca, Hz. Aişe de Hz. Ali’ye karşı çıktığında Ali’nin de destekçileri oluşunca mevzu hadisler, Ali b. Ebu Talip‘in ürkeceği derecede artmaya başladı. Bu uydurma hadislerin birçoğu Allah’ın kitabına muhalif olduğu için Müslümanları dehşete düşürüyordu.
Reformistlere göre Emeviler döneminde bu uydurmaları durdurmak için harcanan çabalar da yeterli olmadı. Var olanlara yeni uydurmalar ilave edildi. Abbasi devleti kurulup Me’mun yönetime gelince -ki Rasûlullah’ın vefatının üzerinden yaklaşık iki asır geçmişti- artık uydurma hadislerden insanlar arasında yüzlercesi, binlercesi zaten yayılmıştı. İşte bütün bunlardan sonra hadis müellifleri hadisleri toplamaya, siyer yazarları da eserlerini yazmaya başladılar. Vâkıdî, İbn-i Hişam ve Medaini, Me’mun döneminde yaşamış ve kitaplarını o dönem yazmışlardı. İddialar, özet olarak böyle…
Şu noktanın altını çizmekte fayda var..Bir kere hadis uydurmacılığının ilk dönem değil ama gene de erken dönemlerde başlayıp sonra da hız kazanmasında, ilk Müslümanlar nezdinde sünnet ve hadisin dindeki mevkisinin yüksek olması, en büyük etkendir. Bu gerçek, oryantalist Batılıların ve son asırda türeyen ‘sadece kitap’ fikriyatı müntesiplerinin tezlerini de kökten çürütmektedir..
Sorulacak soru şudur: Madem hadis ve sünnet önceden önemli değildi ve sonradan dini asıllardan sayıldı.. Madem ki ey oryantalist Batılılar ve çağdaş yamakları.. Sünnetin dinde yeri yoksa, o zaman başta zındıkların uydurdukları olmak üzere, neden hadis uydurmacılığı bu kadar revaç buldu?
Ancak değerli paranın sahtesi basılır, zira güvenilir ve sağlam paradır. Geçmeyen, değersiz bir paranın sahtesini hangi geri zekâlı basar ki!
Ashab döneminde hadis uydurmacılığı diye bir problemle karşılaşılmamıştır. Çünkü münafıklar Rasûlullah hayattayken, O’nun salih ashabı ortama hakimken, inen Kur’an ayetleri de kendi foyalarını ortaya döker diye istim üzere yaşıyorlarken, hadis uydurmaları pek mümkün değildi.
Hadislerin toplanması ashab ile başlar. Hadis yazımı ve kaydı ile meşgul sahabeler, hadisleri sahife denilen kitapçıklara kaydediyorlardı.
Bunlar birkaç sayfalık sahifeler de değildi. Örneğin Abdullah b. Amr’ın ‘es-Sahufetü’s Sadıka’ isimli sahifesi (eseri) 1000 hadis, Ebu Hureyre’nin öğrencisi Hammam’ın, ‘Sahufetü Hammâm’ isimli sahifesi 138 hadis barındırıyordu.
Hammam’ın sahifesi günümüze de ulaşmıştır..(Hammam sahifesi için Muhammed Hamidullah’ın Muhtasar Hadis Tarihi adlı kitabına bakılabilir.)
Bunlardan hemen sonra ashabtan bir kısmını görmüş tabiin nesli ve onların daha mufassal yazılmış eserleri gelir.
Açıkçası dört mezhep imamının Buhari, Müslim gibi hadis âlimlerinden önce yaşadığını ve bu mezhep imamlarının kitaplarında binlerce hadis geçtiğini ilkokul din bilgisine sahip olanlar bile bilir. Mesela tabiinden Ebu Hanife’nin 1000’e yakın hadis ihtiva eden, talebelerinin bizzat derlediği ‘el Asar’ adlı eseri elimizdedir. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî bu eserde, hocası Ebû Hanîfe’den rivayet ettiği merfû, mevkuf ve mürsel hadisleri fıkıh bablarına göre tasnif etmiştir. Ebû Hanîfe dışında yirmi kadar hocadan aldığı bazı rivayetlere de kitapta yer vermiştir.
Daha önceleri fıkıh kitapları içinde bulunan bu hadisleri müstakil bir eserde toplaması İmam Muhammed’in tenkide uğramasına sebep olmuştur. Şeybânî rivayetleri kaydettikten sonra çok defa, “Muhammed dedi ki biz bu görüşü benimsemekteyiz; zaten bu, Ebû Hanîfe’nin görüşüdür” diyerek veya -varsa- itirazlarını ve benimsediği görüşü delilleriyle zikrederek kendi fıkhî kanaatlerini ortaya koymaktadır. el-Âs̱âr bu muhtevasıyla klasik hadis kitaplarından ayrılmakta, neredeyse bir fıkıh kitabı görünümü kazanmaktadır.
Yazma nüshalarının hemen bütün dünya kütüphanelerinde bulunması ‘el-Âs̱âr’ın gördüğü ilginin açık bir delilidir.
Ebu Hanife’nin talebelerinin ‘el Asl’ adlı hadis derleme eserleri de vardır.
Durum böyle iken hadis yazımına Buhari, Müslim ile başlandı, Me’mun döneminde yani geç dönemde yazıldı vs. iddiası nasıl bir hainlik ve akıl tutulmasıdır?
Fuad Sezgin, ‘Buhari’nin Kaynakları’ adlı eserinde Buhari’nin sahihini oluştururken önceki yazılı kaynaklardan oldukça istifade ettiğini ortaya koymuştur.
Hadisler konusunda yalan-yanlış iddialarda bulunanlar bilsinler ki bu ümmet başlangıçtan beri, o Zat-ı Pak’ın Allah’ın Resulü olduğunu, sözleri ve eylemlerinin kanun hükmüne geçtiğini bilmişler ve sözlerinin uydurma ve tahrif edilmesi karşısında da bir dizi tedbirler almışlardır. Zındıklar ne kadar Allah Rasulü’ne karşı yalan yanlış şeyler nispet etmeye çalışmışlarsa, Müslüman ümmet te, bir o kadar karşı tedbirler almıştır.
Doğru ve yanlış haberleri temyiz etmek, rivayetlerin dürüstlük ve güvenirliğini kontrol etmek için muhteşem ilim dalları oluşturmuşlardır. Dünyada Müslümanlardan başka hiçbir millette bu tür ilimler yoktur. Özellikle hadis ilmi, rical ilmi, senet söz konusu olduğunda böyle bir disiplin Müslümanlardan başka hiçbir ümmete nasip olmamıştır..Bu ilimler, Müslümanların gururudur.
Mütevatir sünnet ise, fıkıh kitaplarıyla kayıtlıdır ve bu aynı zamanda sahabe icmasıdır..Türkçe’yi ailemizden, toplumumuzdan nasıl öğrendiysek mütevatir haberin işleyişi de aynıdır.. Kesintisiz bir şekilde gelmiştir.. İslam ümmetini bir arada tutan esas zemin başta Kur’an olmak üzere, işte bu mütevatir zemindir.
Fıkıh kitapları ise ilk günden beri Hz.Peygamber sünnetinin takriri olarak nesilden nesile ulaşmasını sağlayan ana kaynaklardır..Mütevatir sünnetin, yani Sahabe icmasının kaydını tutan ana kaynaklar fıkıh kitaplarıdır..Bu yüzden bugün namazı, tam olarak Rasûlullah’ın kıldığı gibi kılabiliyoruz.
Tahrifçi reformistlerin diğer bir iddiasına göre muhaddislerin, başlarına geleceklerden korktukları için halifeyle ihtilaf edecek, onun görüşlerine ters düşecek cesaretleri yoktu. Bu yüzden hadislerin Kur’an‘a arz edilmesini gerektiren ölçüyü, kitaba muvafık olanın Resul‘den gelmiş olduğu ve muhalif olanın gelmemiş olduğunu esas alan ölçüyü uygulayamamışlardır..
Bu iddialar, özellikle de hadis alimlerinin halifeden korktukları, onun suyuna gidip ona göre hareket ettikleri iddiası gerçeklikten uzaktır ve alimlere atılan alçakça bir iftiradır..
Hatırlanacak olursa Me’mun ve kardeşi Mu’tasım hakkında bilinen, onların mu’tezili oldukları ve “Kur’an mahluktur” görüşünü benimsedikleri gerçeğidir. Âlimleri bu görüşü kabul etmeye ikrah ettiler, bunun için yapmadıkları zulüm kalmadı. Aşırı gittiler, haksızlıklar yaptılar. Kendilerine muhalefet edenleri şiddetli şekilde cezalandırıyorlardı. İmam Ahmet b. Hanbel’in bu mesele sebebiyle yaşadığı ağır imtihan çok meşhurdur.
Reformistlerin iddiaları doğru olsaydı, hadis kitapları hem de hazır Me’mun döneminde yazılmışken(!) halifeyi destekleyen hadislerle dolu olmalıydı. Halbuki hadis kitaplarında Kur’an‘ın mahluk olduğunu söyleyen tek bir hadis bile bulunmuyor. Kur’an‘ın mahluk olmadığını söyleyen çok sayıda hadis var. Bu gerçek, tek başına reformistlerin ve onların önderi müsteşriklerin iftiracı, yalancı, muhaddis alimlerin ise dürüst, samimi ve salih olduklarını göstermek için yeterlidir.
Reformistler, âlimlerin başlarına gelecekler korkusuyla halife ile ihtilaf edemeyeceklerini iddia etmektedir. Gerçek ise, onların halife ile ihtilaf ettiklerini, başlarına geleceklerden korkmadıklarını, Allah’tan korkma konusunda ise samimiyetlerini göstermektedir.
Yine bunlara göre binlerce hatta on binlerce, zalim olan Emevi ve Abbasi Halifelerinin hevalarına uygun, uydurma hadis bulunuyor. Halbuki o kitaplarda bu türden hadis yoktur. Başka yerlerde, orda-burda mevzu hadisler bulunsa da bunlar, tenkit uzmanı Müslüman, salih ve sadık, Müslüman âlimlerin gözünden kaçmamıştır.
Abbasi Halifelerinden Mütevekkil, Ya’kub b.es- Sıkkit’e kendisinin iki çocuğu ile Hz. Hasan-Hüseyin arasında hangisinin daha üstün olduğunu sorunca o da; değil Hz. Hasan-Hüseyin, ‘Ali’nin hizmetçisi Kunbur (Kanber) bile, Mütevekkil’in çocuklarından daha faziletlidir’, cevabını vermiştir. Buna karşılık Mütevekkil’in anında onu öldürmüştür. Bu acı örnek, iddiacıların Müslüman alimleri tanımadığının, ya da onları da kendileri gibi zındık zannetmelerinin ve alçak iftiralarının açık göstergesidir.
Bunların hain tuzağını ve İslam Tarihi ile keyfi olarak nasıl oynadıklarını, tahriflerini faş ederek dikkat çekmek gerekir..
Dikkat edilirse, İslam tarihindeki fitneyi Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra başlatıyorlar..
Sahipsiz kalmış dürüst, gariban Müslümanın aklına bile gelmeyecek hainlikle ümmet içindeki fitneyi neden Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra başlattılar? İsteselerdi fitnenin önceki dönemden, ilk halife seçiminden, irtidat hareketlerinden, Hz. Ömer suikastinden, ya da çok daha sonraları başladığını söyleyebilirlerdi.
Osman döneminden hemen sonra fitneye start verdirerek, Kur’an’ın Hafsa Annemizin elindeki Ebubekir Mushafı’nın esas alınıp çoğaltılması ve İslam beldelerine gönderilmesinden sonraya ertelemek istediler.
Bu çabayla ‘sadece kitap’ anlayışını yerleştirmek, inşa edebilmek için, kendilerince Kur’an’ı kurtarıp sünneti, hadisleri, peygamber hayatını ve ümmetin alimlerini dinden soyutlamayı amaçlıyorlardı. Bu yüzden hadis yazım tarihindeki açık tahriflerini bu konuda da sergileyip, zehirlerini akıttılar.
Güya Kur’an’ı fitneden kurtarmış oldular ama salim akıl sahiplerinin, Kur’an’ımız ve dinimiz için bunlardan daha büyük fitne olmadığı gerçeğini fark etmelerine mani olamadılar..
Bunun gözden kaçan ana ve aslî bir sebebi var.. Hedefleri, Rasûlullah’ın tebliğ ettiği, Kur’an’ın temelini attığı ve Ümmeti Muhammed’in de iliklerine işleyen dinin aslına kara çalmaktır. Resul’ün hayatının, sözlerinin, önderliğinin, örnekliğinin olmadığı, mucizelerin yer almadığı yeni bir anlayış inşa etme ve yerleştirme hedefleri var..
Keyfi anlam yükleyebilmenin önündeki engeller, kalkanlar bertaraf edildiğinde, ayetler istedikleri gibi eğip bükecekleri, istedikleri manayı yükleyecekleri, haşa istedikleri taklayı attıracakları bir oyuncağa dönüştürülmüş olabiliyor.
Bu yüzden 20. asırda ‘sadece kitap’ diye Kur’an’a, Rasûlullah’ın tebliğ ettiği ve ümmetin iman ettiği dine aykırı yeni bir yol icat etmiş oldular.