03 Oca 25 - Cum 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Farkı Fark Etmek: Hakka Hak Üzerinde Ulaşılır

Farkı Fark Etmek: Hakka Hak Üzerinde Ulaşılır

          

           Bu konu Müslümanlar için çok hayat-i bir konudur. İnşaAllah bu yazımda bunun üzerinde durmaya çalışacağım. Malumunuz El- Hakk, yüce Rabbimizin bir ismidir. El- Hak olan Allah; zat-ı itibarıyla mutlak hakikat olan, varlık itibarıyla başka varlığa ihtiyacı olmayan, fiili itibarıyla anlamsız ve amaçsız hiç bir iş yapmayan, yaptığı her işi bir hikmete binaen yapan, sözü itibarıyla da mutlaka doğru söyleyendir. El- Hakk teriminin anlamı ahiret gününde hak ile batılı birbirinden ayıran ve hakkı olanı zalimlerden alıp sahiplerine veren demektir. Buna ilaveten daimi ve hakiki olan, hiç bir zaman değişmeyen, sürekli var olan anlamlarına da gelir. Evrendeki bu eşsiz düzeni O’nun varlığını dikkate almadan anlamak mümkün değildir.

          Hakkın zıddı batıldır. Bir şey hak ise onun varlıklar alemi içinde bir yeri ve anlamı vardır.  Batıl ise anlamsız ve amaçsızdır.  Batıl kötü, hak güzeldir. Batıl hakka karıştı mı batıl olur ve hak da batıla karıştı mı yine batıl olur. Hakikate saygı duymayıp onu kendi heva ve hevesine göre evirip çevirenler, Yüce Allah başta olmak üzere O’nun dinini, kitabını, peygamberini kendi arzu ettikleri gibi tanımlamak isterler.  Böylece hak batıl birbirine karıştırılmış olur, bu haliyle hak hidayet olmaktan çıkar.  Kur’an’ın temel misyonu da bu karışıklığı bertaraf etmek, hakkın apaçık ortaya çıkmasını sağlamaktır. Aynı zamanda batılın da batıl olarak tanımlanması şarttır.

Unutmayalım ki Kur’an’daki bir surenin adı da Furkan’dır.  Esasen Kur’an’ın tamamı “Furkan” dır, diyebiliriz. El-Hakk’ın tecellisine mazhar olanlar, her işlerini hakkı gözeterek yerine getirirler, en azından yerine getirme gayreti içinde olurlar.  Bunun bir gereği olarak,  İslam’ın yeryüzünde neşvü nema bulma noktasındaki hareket stratejileri de budur.     Şüphesiz ki, bu anlayış Müslümanın hayatı için son derece önemlidir. Çünkü Müslüman her şeyden önce kul hakkını önceleyerek insanları kandırmaz. Hakkı ve hakikati açık bir şekilde ortaya koyarak, herhangi bir baskı söz konusu olmaksızın insanların kendi hür iradeleriyle tercihlerinin yapılabileceği ortamları hazırlar.

Şunu da ilave edeyim ki Müslümanlar, sonuç odaklı değil amel odaklı çalışırlar. İşte tam bu noktada cahiliye ile yollar ayrılır. Cahiliyenin müntesipleri sonuç odaklı çalışırlar ve bu sonuca ulaşmak için her türlü yolu mubah görürler. İnsanları kandırırlar. Hatta kendi amaçlarına ulaşmak için İslam’ı bile kullanırlar. Bunun tarihte örneklerini çok gördük ve halen görüyoruz. Bu vesileyle İbn Abbas’ın, bir Müslümanın hak ve batıl konusundaki duruşunu belirleyen önemli bir tespitini vermeden geçemeyeceğim:

           “ Sana hakkı getirenden hakkı kabul et!  Küçük, büyük ya da hoşlanmadığın bir kimseden de olsa. Batılı da reddet!  Küçük, büyük veya sevdiğin birinden de olsa “ .

          Aslında mesele hak ve batılı iyi tanımaktır. Burada neyin hak, neyin batıl olduğunu sıralayacak değilim. Buna ne zamanım var ne de yerim. Sadece klişe bir söz söylemek istiyorum: Bir şey hakikate dayanıyorsa ya da hakikatten neşet ediyorsa o haktır. Hakkın dışında batıldan başka bir şey yoktur.

           Bu gün insanların çoğunluğunda görüldüğü gibi her hangi bir zihin yapısı Allah’tan bağımsız, O’nu dikkate almadan çalışıyorsa hak üzerinde kalması mümkün değildir. Dolayısıyla ya kendi nefsine ya da başkalarına zulmeder. Bu vücûd benim değil mi, bu can benim değil mi, bu mal benim değil mi anlayışı kişinin kendisine yaptığı en büyük zulümdür. Çünkü böyle bir algılama onu her türlü kötülüğe sürükler. Bencilleşir, ben yaptım, ben buldum, ben kazandım diyerek nefsinin kölesi olur. Genel anlamda şunu ifade edebiliriz ki, temelinde adalet, hak olmayan bir sistemde zulüm vardır, insanın insana kulluğu vardır…

            Şimdi çok önemli gördüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Yukarda cahiliye müntesiplerinin, amaçlarına ulaşmak için İslam’ı bile kullandıklarını söylemiştim. Aynen bunun gibi bazı insanlar da demokrasiyi bir araç olarak kullanıp İslam’a ulaşmak istediklerini söylüyorlar. Bu bir çıkmaz sokaktır. İslami metottan ayrılmaktır. Çünkü Müslümanım diyen bir insanın hem örneği, hem de örnekliği bellidir. Müslüman her şeyden önce ben bu adımları atarken Müslüman kalabilir miyim kalamaz mıyım noktasını iyi düşünmelidir.

Çünkü onun için bundan daha önemlisi yoktur. Rasûlullah’ın ( as) örnekliğini bırakıp başka yollara tevessül edenler bu dinin sınırları içerisinde kalabilirler mi? Şunu da belirtmek isterim ki bir amelin kabul olması için hem niyetin iyi olması hem de amelin pratiğe geçirilmesi noktasında takip edilen yolun İslam’a uygun olması gerekir. Netice itibarıyla demokrasi, bir Müslüman için ne araç olarak ne de amaç olarak kullanılamaz. Bu gün, yolu değiştirmek için batıl yollara girenleri kısa bir zaman sonra, yolun kendisini değiştirdiğini ve bu yolun müdafaacısı konumuna geldiklerini esefle görüyoruz… Çünkü inandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın…

              Son söz:

               Şunu unutmayalım ki, bu din her şeyden önce Allah’ın ( cc) dinidir. Kuralları O koyar, sınırları O belirler. Bize düşen bu dinin sınırları içinde kalmaktır. Bakınız Rabbimiz sevgili peygamberimizin şahsında tüm inananlara ne buyuruyor:

             “ … Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ..” (Hud, 112)

 Bu ne muhteşem, muhteşem olduğu kadar da ne büyük sorumluluk yükleyen bir ayet ! Bu yönü itibarıyla da sevgili peygamberimizi kocatan- ihtiyarlatan bir ayet… Bu ayetten şunu anılıyoruz ki: Sana emredilen her şey mutlak anlamda doğrudur, hakikatin ta kendisidir. Doğruda kalmanın tek yolu bu hakikate teslim olup gereğini yerine getirmektir. Müşrikler peygamberimize, öyle sinsi teklifler sunuyorlardı ki, gel şunları şunları yapma seni başımıza geçirelim… vs. Peygamberimiz de bir insan olması hasebiyle, onların başına geçtikten sonra, daha etkili olabilirim diye düşünebilir ( Şüphesiz Rabbimiz en doğrusunu bilir). Allah Azze ve Celle “ Eğer seni sebatkar kılmasaydık, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. Ki bu takdirde …” ( İsra,74,75) ayetleriyle tekrar peygamberimizi uyarıyor.

İşin özü şudur: Bu din pazarlık dini değildir. Kaldı ki pazarlığın olduğu yerde din olmaz. Doğruda kalmanın tek yolu ayete teslim olup, gereğini yerine getirmektir. İşte bu gerçeği kalplerimizin en üst köşesine altın harflerle yazmalıyız…

             Selâm ve muhabbetle,

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir