Bir arkadaşın uzun zamandır yaptığı ısrarlı ev sohbeti davetine bir dostumu da yanıma alarak icabet etmek zorunda kaldım. Bu arkadaş, uzun zamandır manevi mürşidi olarak tanımladığı birinin sohbetine katılmamı ve onunla tanışmamı istiyordu.
“Kuran ve Hayat” temalı ve başlıklı bu sohbetleri mürşidi hem ev sohbetlerinde hem de TV programlarında yapıyor ve dahi Cumhuriyet Gazetesinde de bir süre yazıyormuş. Gitmeden kısa bir digital iz sürücülük yapmıştım. Çıkan ilk sonuçlar bunlardı. Artık bu mürşidi yüz yüze tanımanın fırsatı da doğmuştu.
Mürşit Efendi, kısa bir hoşbeş, selamlama, tanışma faslından sonra hızlıca mevzuya girdi:
“-Kur’an’ı anlamamışız…Anlamayanların başında da ilahiyatçılar, akademisyenler varmış.
-Herkes Kur’an hakikatinden uzaklaşmış, adına İslam dedikleri bir dine inanıyormuş.”
Bildik, tanıdık, indirilmiş-uydurulmuş din söylemine maruz kalacağız anlaşılan, diyordum ki içimden, devam etti:
“-Kültürel Müslümanlık hakim ve yaygın, fakat hakikatli Müslümanlık kimsede yokmuş,
-İnsanlar, hakiki anlamda Kur’an’ı ve İslam’ı bilmediği için tüm İslam alemi perişanmış,
-Çünkü, insanların Allah diye inandıkları gerçekte Allah değilmiş. Çünkü herkes Allah’ı yanlış biliyormuş,
-Herkes Kur’an’ı yanlış anlıyormuş. Kur’an anlaşılsın diye apaçık inmiş olmasına rağmen bugüne kadar hiç kimse anlamamış, (bizim hazret ise nasıl olduysa anlamışmış…)
-Tüm tefsirciler, mezhepler, fakihler ya miadını doldurmuş ya da yanlışlarmış. Hepsi de tarihselmiş. Dolayısıyla hayattan kopuklarmış. Kur’an ve Hayat arasındaki bu kopukluk giderilmediği sürece de işler düzelmezmiş. Bu yüzden kendisine düşen sorumluluk bunu anlatmakmış. Yani hakikati…”
Peki kime? Herkese değil…Anlayabilecek, zeki donanımlı kişilere…Bu yüzden, bu vasıfları taşıyan akademisyenler hedefmiş özellikle ilahiyatçılar…Bu arada kendisi de emekli bir matematik öğretmeniymiş…Uzun yıllar orta kademeli okullarda idarecilik de yapmış…Büyükada sakiniymiş. Mürşidin profili de bu.
Sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımların altında kendisini övenler arasında onu İslam dünyasının Martin Luther’i ilan edenler de var. Ölümden sonra dirilmenin Kur’an’da olmadığına, olduğunu ispatlayanın hizmetkarı olacağına dair en absürt iddiası ise en dikkatimi çekeniydi. Birçok ayetle destekli takipçi itirazlarını ise dikkate bile almıyordu. Tam bir kesin inançlılıkla arzı endam ediyordu.
Şahsen tanıdığı Mustafa Öztürk’e de bunları anlatmış onu uyarmış olmasına rağmen o bile anlamamışmış. Mustafa Öztürk’e sallayarak mevzuya girdiği için ümitlendim biraz fakat sonrasında onun daha beter düşünceleri olduğunu fark ettim…Üstelik İslamoğlu’nu da beğenmiyormuş…
Halkla işi olmazmış hazretin… Çünkü halk bedeviymiş. Kur’an’a göre de cahillikte, küfürde, bedeviler; yani, hazrete göre halk, en şiddetli olanlarmış, dolayısıyla onlar asla iflah olmazlarmış…Bunlarla mesai vakit kaybı demekmiş. Bu yüzden hakikatli İslam’ı ilahiyatçılara, akademisyenlere anlatmak gerekliymiş… Çünkü ancak onlar anlarmış…Elitizmin tuhaf bir çeşidi bu…Bu sohbete benim gibi ısrarla davet edilen ve ilk kez katılan birkaç kişi daha vardı, sebep de anlaşılmıştı.
Allah’ı kimse tanımıyor, tanımamış diyen bu hazretin, Allah ile ilgili garip, tuhaf, uçuk fikirleri vardı. Bir o kadar da tuhaf bir özgüveni…Misalen, Allah’ın sıfatları olmazmış…Allah, zamandan mekandan münezzehtir, denemez, çünkü Kur’an’da böyle bir ifade yokmuş…İbrahim (a.s) gerçekte ateşe atılmamışmış, Musa (a.s) aslında suyu yarmamış, aslında olan biten de sadece bir gel-gitmiş…Sünnetullaha aykırıymış aksini düşünmek…Yani mucize de yokmuş…En son, bana; “Allah bir midir?” Diye soru sorunca da nasıl bir kafa ile karşı karşıya geldiğimi iyice anlamıştım.
Netameli birçok konu başlığını 1,5 saat boyunca giderek artan bir gerilim ve tansiyonda tartıştık. Çıkan sonuç benim de imansız olduğumdu. Hem müşrikmişim hem de Allah’ı tanımıyor muşum hem de Kur’an’ı anlamamışmışım. Kur’an ve İslam’ı anlama yolculuğu Yaşar Nuri ile başlamış, İslamoğlu ile devam etmiş Mustafa Öztürk ile zıvanadan çıkmış bu mürşidin en son zırvaları melek-şeytan gibi varlıkların yokluğu üzerineydi…
Azıcık sıkıştırılınca hakikat adresini ve tekelini kendinde gören bizim Mürşit Efendi’yi kuantuma, görelilik teorisine sığınırken gördüm. Trajikomik bir tutarsızlık manzarası…Bu arada Maturidi-Eş’ari arasındaki meşhur zat-sıfat ayrımı ile ilgili mevzu ve Kelam ilminin netameli birçok mevzusunu hatırlatıp (Mutezile, Kaderiye, Cebriye gibi ekollerin tartışma mevzularını) kendisinin çıkarımlarının bunların yanında oldukça basit kaldığını hatta çocuksu durduğunu gösterir gibi olunca şeker, kolestrol, tansiyon ne varsa fırlamış gibi oldu…
Bir süre salondan uzaklaşıp yatışmak için koridorda voltalar atıp geri döndü…Çünkü hazretin küçümsediği gelenekte bunların tartışıldığını duyması belki de hatırlatılması kendisini bayağı kızdırmıştı. Oysa, kaşifin bizzat kendisi olduğunu düşünüyordu ya da öyle bilinmek istiyordu…
İşin ilginci bizi ağırlayan hazırdaki müritlerinin huşu ve saygıyla ona kulak vermeleriydi…Demek ki her topal satıcının bir kör alıcısı oluyormuş…
Eric Hoffer, Kesin İnançlılar Kitabında[1] ihtiraslı nefret sahibi kişilerden söz eder. Bu nefret türünün kişinin boş hayatına anlam ve gaye kazandırdığını söyler. Böylece bu gayesizlikle huzursuz bir hayat yaşayanlar kendilerini sadece kutsal bir amaca adamakla değil fakat aynı zamanda aşırı bir fikre destek vermekle de yeni bir tatmin elde ederler.
Paskal’dan referansla Hoffer, nefretin kişiliğimizi inşa eden güçlü yanına değinir ve nefretin, tahrik edilmesiyle bireylerde, kitlelerde tutkulu, aşırı bir heyecan, bağlılık ve ümit meydana getirmenin mümkün olduğunu söyler. Gerçekten de bizim Mürşidin düşüncelerinde, sözlerindeki vurgularda ve mimiklerde; hal ve hareketlerinde, müritlerinin ona bakışlarındaki hayranlıkta, ihtiraslı nefretin ürettiği heyecanın, bağlılığın ve ümidin izlerini görmek oldukça mümkündü.
Bir başka dikkat çekici nokta: Bizim hazretin sohbet boyu anlatmak istediği hakikatinin hiçbir yerinde peygamber, sünnet ya da hadis yoktu… Bir tarz Peygambersiz İslam ya da Kur’an anlayışıydı bu. 3.Sınıf, ilkel, bayağı bir modernlik/çağdaşlık vurgusu hayata dokunan Kur’an ya da İslam önermelerini beslemek üzerine kullanılıyordu.
O yok bu yok derken hiçbir şey yoktu adamın İslam ve Kur’an’ın da ve buna hakikat deyip herkesi imansızlıkla suçluyordu…
Ters yola girmiş Temel gibi, herkesi ters yolda olmakla suçluyordu…Neyse ki misafirliğimizi bilerek ve nezaketimizi son ana kadar koruyarak sabırla durduğumuz bu ortamdan arkadaşımla müsaade isteyip çıkarak geri dönüş yoluna revan olduk…
84 yaşındaki bir emeklinin histerik çabalarına ve arzularına harcanmış bir Cuma gecemiz umarım Allah indinde heba olmamıştır…
Not: Histerik olma hali dikkat ve ilgi çekme bağımlılığının davranışlara yansıması halidir. İlgi ve sevgi eksikliğinin tezahürüdür. Nevrotik bozukluklar çeşidinden ve yaygın bir akıl hastalığıdır. Telkin ve terapi ile iyileşme ihtimali vardır. Geciktirildiğinde ise doktor ve ilaç kontrolü gerektiren psikotik bir hastalığa dönüşür.[2]
Sanırsam bizim yaşlı ve emekli mürşidin tedavi ya da kapatılma zamanı gelmiş de… Geçmiş olabilir mi karar veremedim…Yine de geçmiş olsun…
Bu arada tekfir tavrı ve herkesin yanıldığı fikri, histerik davranışın yani ilgi çekmenin, sevgi ve saygı görmenin bir yolu olarak histerik kişiler için vazgeçilmez bir imkan ve konfor alanı sağlamaktadır. Bunu bir kez daha anladım.
[1] Hoffer Eric, 1993, Kesin İnançlılar, Kitle Hareketlerinin Anatomisi, Çev. Erkıl Günur, Akran Yayıncılık , 5. Baskı, İstanbul
[2] “Histrionik kişilik bozukluğu olan, yani Histerikli kişilerde genellikle şu belirtiler görülür: İlgi çekip onay alma ihtiyacı hissederler, Konuşmalarında dram, aşırı duygusallık ve sürekli ağlama isteği vardır. Duyguları hızla değişir, manipülatiftirler. Kendi varlıklarını üstün görüp ön planda tutarlar. Sürekli olarak çekici göründüklerini düşünürler. Baştan çıkarıcı davranışlar sergilerler. Dış görünüşleriyle aşırı ilgilenirler. Kolayca kandırılabilir ve çevrelerinden etkilenirler. Yapmacık hareketler gösterirler. İlişkileri devam ettirmekte güçlük çekerler. Tatmin duygusuna sahip oldukları için çabuk sıkılırlar. Aceleci kararlar verirler.”
”Kaynak: https://t.ly/fKSsU, Erişim Tarihi:03-12-2024
Resim: Luttrell Mezmurlar Kitabı kenar resmi. (1345)