Maûn suresinin bütünüyle Mekke’de inmiş olması, ayetlerde kendilerinden söz edilen kimselerin de doğal olarak Mekkeli olmalarını gerektirmektedir. Aslında görünen o ki Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisler ve İbn Abbâs ile Katâde’den nakledilen görüşlere rağmen birçok müfessir, nitelenen kimselerin Mekkeli inkârcılar olduğunun farkındadır. Bu nedenle de İbn Abbâs ve Enes’e atıfla “elleẕîne hum ‘an salâtihim sâhûn” “onlar namazlarından gafildirler” ayetindeki inceliğe dikkat çekmişlerdir.
Sureye ilişkin ihtilaf iki temel ögeye dayanmaktadır. Bunlardan ilki, Hz. Peygamber’in açıklama usulü ve bunun sahabe ile sonraki nesil müfessirlerinin üzerindeki etkisidir. Medine’de iki hadisinde Hz. Peygamber, namazlarında gaflet içinde olanlar nitelemesi ile Medine’de namazında riyakârlık yapan münafıklara ve tembellik sezilen Müslümanlara göndermede bulunarak, Mekke’de nazil olan ayeti sanki yeni nazil olmuş gibi güncel gerçeklikle irtibatlandırmaktadır.
Hz. Peygamber’in bu açıklama tarzı, sahabe ve öğrencileri tarafından da sürdürülmüş ve Medine’deki bazı hadiseler, ayetlerdeki nitelemelerle tefsir edilmiştir. İşte bu durum, müfessirleri tereddüde düşüren bir karışıklığa neden olmuş ve surenin iniş sebebi ve yeri hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
Öyle ki bazıları surenin ikinci kısmının Medine’de münafıklar hakkında indiğine kail olmuşlardır. Oysa konuya bu açıdan bakılırsa aslında rivayetler arasında bir ihtilaf yoktur. Buradaki ihtilaf görünümü, Hz. Peygamber ve sahabenin, Medine’deki farklı olguları da surenin kapsamına almalarından kaynaklanmıştır.
Bu nedenle ilgili farklı rivayetleri te’lif etmeye gerek olmadığı gibi onlardan birini tercih etmeye de gerek yoktur. İhtilafın diğer sebebi ise Medine atmosferinde yaşayan müfessirlerin müşrikleri namaz kılma ve riyakârlık nitelemelerine uygun görmemiş olmalarıdır. Hz. Peygamber’in açıklaması ve özellikle İbn Abbâs ile Katâde’nin sureyi Medine’deki hadiselerle tefsir etmeleri, bazı müfessirlerde muğlaklığa sebep olmuştur.
Diğer bazıları ise müşriklerle namaz arasında bir alaka kuramadıklarından suredeki nitelemeleri Medine’deki bazı olgularla tefsir etmişlerdir. Bunda Cahiliye dönemi insanlarındaki çeşitliliğin, standart dinsiz hatta din düşmanı bir müşrik anlayışının altında buharlaşmasının da önemli bir etkisi olabilir.
İlaveten bu konuda zamanla oluşan ön yargılar ve konuya ilişkin verilerin azlığı gibi nedenler de zikredilebilir. Ayrıca suredeki “musallin” ifadesiyle nitelenenlerin ibadetleriyle Enfâl suresinin 35. ayetinde geçen mukâ ve tasdiye şeklindeki salâtın farklı şeyler olduğu sonucuna varılmıştır. Bu suredeki musallîn namaz kılanlar anlamında kullanılmışken Enfâl suresindeki salât sözcüğü, farklı bir tapınma veya tapınmadan kinaye bir protesto eylemi manasındadır.
Zira Medine’de Bedir harbinden sonra inen bu ayet, Kâbe’de namaz ve tavaf esnasında Hz. Peygamber’i protesto etmek, yaptığı ibadetini bozarak eziyet vermek için ıslık çalan ve el çırparak gürültü çıkaran bazı müşriklerin Bedir harbinde öldürülmeleri üzerine indirilmiştir. Surede bu kınanan davranışları sergileyenler, içerisinde bulundukları şirke rağmen Hz. Peygamber ve arkadaşlarını hak dinî terk eden sapıklar olarak niteleyecek kadar dinî iddiası olan kimselerdir.
Bunlardan bazıları dindarlık iddialarıyla birlikte fakir fukaranın hakkını gasp eden, düşkünlere yardım etmeyip onları itip kakan, hesap günü konusunda duyarsız olan ve Hz. Peygamber’in onları ahiretle uyarmasına alayla ile karşılık veren kimselerdir. İşte bunlar, namaz kılmakla birlikte namazlarında gaflet içerisinde olan, kıldıklarında ise riyaya kaçan kimselerdir.
Bu nedenle surenin Mekkî bir sure olmasına engel bir durum yoktur. Muhataplar da kişilik bozukluklarının, dinsel bağnazlıklarının ya da çıkarlarının dinî düşünce ve tutumlarına yansıdığı müşriklerden bazı kimselerdir.
Surenin ikinci kısmındaki ayetlerin Hz. Peygamber ve onun sünnetine uyarak sahabe ile tâbiûndan bazı müfessirler tarafından Medine’deki olay ve şahsiyetlerle irtibatlandırılmasının nedeni ise, vahiydeki ilahî mesajın evrensel boyutunun Hz. Peygamber tarafından yeni hadiseler bağlamında gösterilmiş olmasıdır.
İşte vahyin yeni olaylar bağlamında Hz. Peygamber tarafından yeniden nazil olmuş gibi irtibatlandırılmasında bir usûl olduğunu fark edemeyen bazı müfessirler, bundan dolayı tereddüde düşerek surenin ikinci kısmının Medine’de indiğini düşünmüşlerdir. Kanaatimizce surenin bütün ayetlerinde söz konusu edilen kimseler, ilk ayette kıyamet gününde hesaba çekilmeyi inkâr edenlerle aynı kişilerdir.
Özelde As b. Vâil’in ismi geçse de genelde Hz. Peygamberin davetine karşı duran Mekkelilerdir. Bunlar, hak yolda olduklarını düşündüklerinden kıyamet gününde hesaba çekilmeyi inkâr etmekte, bununla birlikte yetime yoksula karşı sorumluluklarını yerine getirmemekte, onları itip kakmakta ve hayra engel olmaktadırlar.
Bazıları namazlarını kılmakla birlikte gaflet içerisindedirler. Namazla dindarlık gösterişinde bulunarak iddialarının arkasını doldurmaya çalışmakta ve tebaaları üzerinde saygın bir otorite tesis etmek istemektedirler. Bu nedenle surede inkârcıların gerçek yüzleri açığa çıkarılmış, aynı zamanda bu misal üzerinden genel ilahî mesajlar beyan edilmiştir.
Bu ilahî açıklama metodunun, insanlığın kıyamete kadar bu dünya hayatında kulluk sorumluluğuyla istikamet bulmasının muhteşem bir ekosistemi olduğunu söyleyebiliriz.