İslami hareket sistematiği açısından, zamansız, fevri ve aceleci hareketlerden kaçınmak için, bu konu son derece önemlidir. Unutmayalım ki bu dava her şeyden önce Allah’ın ( cc) davasıdır. O’da Resulünü buna göre yönlendirmiştir. Bu davanın müntesipleri de Resûlullah’ı örnek alarak yoluna devam etmelidir.
Resule uymak her şeyden önce inancımızın bir gereğidir (Ahzap,21). Esasen Mekke ve Medine Müslümanlar için bir semboldür. İşaret taşlarıdır. Müslüman bulunduğu yerde kendi Mekke’sini inşa etme gayreti içinde olmalıdır. Mekke’de iken, Medine’sini hazırlamalıdır. 23 senelik risalet süresinin 13 senesi Mekke’de geçmiştir. Yani yüzde 56,52; bir başka ifadeyle risaletin büyük çoğunluğu Mekke’de vuku bulmuştur.
Mekke, başta küfür ve şirk olmak üzere her türlü manevi kirden arınarak tevhid inancına bağlı, Allah katında geçerli olan hakiki bir imanın damıtıldığı bir yerdir.
Bir başka ifadeyle bizi sadece Allah’ın varlığına değil, aynı zamanda Allah’tan başka ilahların olamayacağına götüren yakînî bir imanın oluştuğu yerin adı Mekke’dir. Mekke’de Müslüman olmak zordu. Her türlü eziyet ve işkenceyi göze alarak (Yasir ailesi gibi ) gerektiğinde canını vermek ama imanından asla vazgeçmemek…
İşte Mekke’de çekilen ve şer gibi görünen bu sıkıntı ve eziyetler böyle bir imanın oluşmasının çimentosu olmuştur. İslam literatürüne altın harflerle damga vurmuş böyle mümtaz bir aileyi parantez içinde yazıp geçmek içime sinmedi. Bu vesileyle Hz.Yasir’den ( ra) kısaca bahsetmek istiyorum:
Yasir ( ra),Yemen’de yaşayan çok fakir bir kimse. Mekke’ye geliyor. Ebu Huzeyfe ile tanışıp onun hizmetinde çalışmaya başlıyor. Ebu Huzeyfe, cariyesi olan Sümeyye ile onu evlendiriyor. Bu evlilikten Ammar ve Abdullah isimli iki çocuk dünyaya geliyor.
Rasûlullah’ın mesajı kendilerine ulaşınca hemen Müslüman oluyorlar. Bundan sonra çok büyük işkencelere maruz kalıyorlar.
Peygamberimiz Yasir ailesinin yanından geçerken onlara sabredin cennet size vaciptir, buyuruyor. Hz.Yasir ve eşi bu işkenceler sonucunda şehitlik mertebesine ulaşıyorlar. Ammar’a da çok işkence ve eziyet ediyorlar. Ammar da müşriklerin söyledikleri küfür sözleri söylemek zorunda kalıyor.
Başına gelenleri Resulullah’a anlatıyor. Hz. Peygamber ona bu sözleri söylerken kalbinde neler hissettiğini soruyor. Ammar da iman ile dolu olan kalbinde en ufak bir değişiklik olmadığını söyleyince ,Hz. Peygamber: Yine işkenceye uğrarsan onları söylemenin bir mahsuru olmadığını söylüyor. Ve nihayet sıffın savaşında o da şehit oluyor.
Şimdi gelelim sadede:
Bu konu ile ilgili bir literatür araştırması yaptım. Fakat benim derdime derman olabilecek bir çalışmaya, bir makaleye rastlayamadım. Bu vesileyle ,kendi düşüncelerimi takdim ederek küçük bir pencere açmak istiyorum.
Şüphesiz ki Rabbimiz en doğrusunu bilir. Denilebilir ki Mekke’de savaşa izin verilmemesinin sebebi,
Müslümanların yeterli bir sayıya ve güce sahip olmamalarıdır. Doğrudur. Fakat mesele sadece bu mudur? Bu işin arka planında başka hikmetler yok mudur? Ben var olduğu kanaatindeyim. Bu noktadaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Mekke’de niçin savaşa izin verilmediğini daha iyi anlamak için islamın mana ve mahiyetini iyi kavramak gerekir.
SLM kökünden gelen islamın kelime anlamı itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, hakikate kayıtsız şartsız teslim olmak, esenlik ve barış içinde yaşamak gibi anlamlara gelir. Dolayısıyla İslam bir dünyalık menfaat sağlama dini değil, gerçek anlamda, insanlara adaleti tesis ederek bunun gölgesinde, barış ve huzur içinde yaşamalarını sağlayan, Yaratıcı tarafından yaratılanlara, özellikle bu varlık alemi içinde insanlara gönderilen dinin adıdır.
Şüphesiz ki adaleti tesis etmek için tevhid esastır. Bunun için de yaratma ve emretmenin sadece Allah’a ( cc) ait olduğu gerçeğinden hareketle, hayatı düzenleme, helali ve haramı belirleme noktasında Allah’tan başkalarına yetki vermemek bu dinin olmazsa olmazıdır.
İşte bu anlayış Mekke’de inananlarla müşrikler arasındaki ana ayrım çizgisidir. Allah’tan ( cc) başkalarına yetki vermek demek, ilahların sayısını arttırmak demektir. Mücadelenin özünde bu vardır. İslâm her şeyden önce insanların hem ruhi, hem de fiziki anlamda huzur içinde yaşamalarını ,diri olmasını hedef alır. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor:
“… Kim bir canı, başka bir cana veya yeryüzünde fesat çıkarmasına karşılık olmaksızın öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onun hayatını ( meşru bir imkanla) kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur “ ( Maide,5/32).
Mesele öldürmek değil, müşrik de olsa diriltmek, diriltilmesine, hidayetine vesile olmaktır. Bakınız Peygamberimiz ne buyuruyor:
“Bir insanın hidayetine vesile olmak, yüz kızıl tüylü deveden, veyahut üzerinde güneşin doğup battığı bütün toprakların fethinden daha hayırlıdır “( Buhari,7/3468).
Bunun yanında, Medine’de kurulacak olan İslâm devletini ayakta tutacak sabırlı, metanetli, cesur, kahraman yiğitleri Mekke’de yetiştirmektir. İşte bu süreç bunun için elzemdir ve çok kıymetlidir, ta ki Taif de dahil olmak üzere Mekke ve çevresine bu mesaj en güzel şekilde iletilmiş olsun.
Anladığım kadariyle ta baştan beri Mekke’de savaşmak planda yoktu. Çünkü böyle bir düşünce olsaydı Resulullah( as) Hz. Cafer yönetiminde Müslümanları Habeşistan’a gönderir miydi? Elbette göndermezdi…
Mekke’deki her türlü işkence ve eziyetin yanı sıra bir de buna üç sene süren ekonomik ambargo eklendi. Müslümanlar tarifi imkansız zorluklara duçar oldular.
Yol azıkları sadece sabırdı. Bir kısım Müslümanlar müşriklere karşı savaşmak için Rasûlullah’tan izin istediler. Rasûlullah( as) izin vermedi. Allah Azze ve Celle Müslümanlara Akabe kapısını açtı. Çünkü Allah kendi yolundan gidenlere yolunu açar(Ankebut,69).Birinci ve ikinci Akabe biatları yapıldı.
Peygamberimiz İslamı tebliğ etmek için Medine’ye Mus’ab b. Umeyr’i gönderdi. Mus’ab b.Umeyr ve Esad b.Zürare, çok faydalı ve bereketli hizmetler yaptılar. İslâm Medine’de neşv u nema bulmuştu. Artık Müslümanların hicret edebileceği bir yer vardı. Şunu öncelikle vurgulamak isterim ki tüm bu olup bitenler, Yüce Allah’ın bilgisi ve yönlendirmesiyle olmuştur. Fakat Medine’de Müslümanları hiç beklemedikleri bir tehlike bekliyordu.
Evet dünyevileşme, dünya sevgisi, dünyaya olan bağlılık. Unutmayalım ki bu zamanı ve zemini bulduğunda Müslümanların karşısına dikilen en büyük tuzaklardan biridir.
Düşünüyorum da Müslümanlar bir zamanlar birlikte soğan ekmek yemekle aldıkları hazzı bu gün baklava yiyerek alamıyorlar. Bu neyin göstergesidir ! Allah Azze ve Celle bu tuzağa karşı Müslümanları tekrar uyardı:
“ Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekatı verin,denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir grup hemen Allah’tan korkar gibi ,hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da “ Rabbimiz ! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı? dediler. Onlara deki : “ Dünya menfaati önemsizdir ve size kıl payı kadar haksızlık yapılmaz” (Nisa,4/77).
Rabbimiz bir başka ayette de şöyle buyuruyor:
“ Kendileriyle savaşılanlara ( müminlere) ,zulme uğramış olmaları sebebiyle,( savaş konusunda) izin verildi.Şüphe yok ki Allah ,onlara yardıma mutlak surette kadirdir”(Hac ,22/39).
Daha önce ifade ettiğim gibi Mekke’li müşrikler, Hz. Peygambere ve arkadaşlarına, özellikle fakir ve kimsesiz Müslümanlara çeşitli işkence ve saldırıda bulunuyorlar ve bu mazlum insanlar Hz. Peygambere gelerek durumdan şikayetçi oluyorlardı. Rasulullah( as) ise henüz savaş izni çıkmadığını söylüyor, şimdilik onlara sadece sabır ve metanet tavsiye ediyordu.
İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre ilk defa savaşa bu ayetle izin verildi. Şunu da ifade etmek isterim ki bu mezkur ayete bakarak bazıları, maalesef İslam’daki cihadı sadece bir müdafa savaşına indirgemişler. Halbuki ayetleri sadece konum itibariyle değil ayni zamanda Kur’an bütünlüğü için de anlamak lazım. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor:
“ Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur”(Bakara,2/193). (Ayrıca Bkz.Enfal,8/39). İşte nihai hedef budur. Allah’ın hükmünün geçerli olmadığı bir karış toprak parçası kalmayıncaya kadar bu mücadele devam edecektir.
Ayrıca Peygamberimizin zamanın iki süper gücü olan Pers ve Rum hükümdarlarına gönderdiği davet elçilerini ve sonra da bunlarla savaşıldığını nereye koyacağız…
Cihadı bir müdafa savaşına indirgeyenlere söyleyeceğimiz bir tek sözümüz var: Gölge etmeyiniz, başka ihsan istemiyoruz…
Selam ve muhabbetle,