Bireycilik, ferdin kendi nefsini, egosunu kutsaması her şeyin merkezine kendini koymasıdır. Yeryüzündeki her şeyin insan için var olduğunu bu nedenle tüm düzenlemelerin insan tarafından ve insana göre yapılmasını öngören bir anlayıştır. Bu cahili anlayışa göre eğer “tanrı” gerekiyorsa bu insan olmalıdır. Buna göre yeryüzündeki insan sayısı kadar tanrı; bir o kadar da din ortaya çıkmalıdır. Böyle bir dünyada ortak değerlerin bulunması ve bu değerlerin evrenselleştirilmesi mümkün olabilir mi. Öyleyse “insan insanın kurdudur” ve kuvvetli olan zayıf olanı yiyecektir. Bunun sonucu olarak da yeryüzü bu insan tanrılarının çıkar savaşlarının kanlı arenası olacaktır. Böyle bir dünyada güçlü olan doğal olarak haklı olacaktır. Güçlüler kendi çıkarlarına uygun düzen koyacak, ilahlığını hiç kimseyle bölüşmeyecektir. Bireyin haklarını, toplumun haklarından üstün gören ve her türlü değerin bireyden geldiğine inanan, hayatta bireyi her şeyden üstün tutan felsefi yaklaşımdır bireycilik.
Fransız ihtilalinden sonra “ne tanrı, ne efendi” düşüncesine dayanan bireyci felsefe, tek gerçekliğin “birey” olduğunu ve buradan hareketle bireye ait değerleri öne çıkardı. Sofistler tarafından temelleri atılan bireycilik düşüncesi çeşitli evrelerden geçerek aydınlanma felsefesiyle felsefi temelleri oluştu. Batı felsefesinde bireyin hakları insan hakları şeklinde formüle edildi ve demokrasinin temeline yerleştirildi. Devletin bireyin haklarını koruması idealleştirdi. Bireycilik aydınlanma felsefesin bir ürünüdür. En yüksek değer olarak “birey”i kabul eder. Bireyin üstünde ve dışında hiçbir belirleyici otorite kabul etmez. Yani bireyin üstünde ve dışında ona yol gösterici hiçbir belirleyici otorite tanımamaktadır. Hiç bir değer ve bilgi kaynağına tahammül edemez. Buna göre bu değerleri kendisi yaratacak. Kendisi vaz edecektir.
Aydınlanma felsefesinin ürünü olan bireycilik Allah’a rağmen, ona karşı bir hayat felsefesi öneriyordu. Bu anlayışa göre “insan aklı” bilgi ve değerlerin kaynağıdır. Bireyin aklının sınırlarını aşan ne doğru bir bilgi, ne de evrensel ahlak kuralları vardır.
Batıda Rönesans’tan sonra siyasi hayata egemen olan kilisenin toplumcu eğilimine bir tepki olarak gelişmiştir. Bireyi toplumun önüne geçiren ve yerleşik dini geleneksel değer yargılarına egemen olan bir hareket olarak gelişti. Fransız düşünür Montaigne’inin bireyciliğin gelişimine etkileri olduğu söylenebilir. John Locke da bireyin her türlü otoriteden kurtularak özgür olmasını ve kendi hayatını kendisinin kurması gerektiğini savundu. Alman düşünürü Kant kendi “yasanı kendin yap” formülü ile bireyciliği geliştirip desteklerken, Nietzsche ise üstün insan anlayışı ile bireyciliğin başka bir yönünü temsil etti.
Kutsal şey yalnız insanın kendisinin kabulüyle vardır. Daha iyi yaşamak, daha çok tüketmek için hedeflenir anlayışındadır! Cennet bu dünyada kurulmalı, tüm zevkler burada tadılmalıdır! Bu zevklerin önüne engel olarak çıkan din, aile, ahlak, ulvi kurum ve duygular çağdışı olarak ilan edilir ve terkedilmeli düşüncesindedir. İnsanlar ancak tüketecekleri araçları elde edebilmek ve eğlenebilmek için menfaat birliktelikleri oluşturmalı ve kendilerini bu süreçlerde ifade etmelidirler! Dolayısı ile insan ancak üretebildiği ve tüketebildiği oranda bir değer ifade eder! Sadece yenip içip eğlenilen bir hayatta insanlar güçlü ekonomik şirketlerin önünde bir sürü konumundadırlar. Günümüz dünyasında genel manzara budur. Hümanizm adı altında kutsanan insan, önce dini bağlarından, sonra kavmi bağlarından, sanayi devrimi ile bölgesel bağlarından en sonunda da aile bağlarından koparılarak kapitalizmin oyuncağı sermayenin tutsağı haline getirildi. Şimdi o düşünen bir hayvan bile değildir artık. İçgüdüleriyle medyatik reklamların peşinde oraya buraya sürüklenen bir sonbahar yaprağı gibidir. Bu hal yalnız modern dünya için değil Müslümanlar içinde büyük ölçüde geçerlidir.
İslam’da ise kendisini Allah tan bağımsız tanımlayan otonom ve özerk birey değil Allah’a sorumluluk bilinciyle bağlı mü’min vardır. Bireycilik ise ilahi kaynaklı bir bilgi kaynağı olduğunu reddeder. Ona göre insanın bilgi kaynakları duyum ve akıldır. Bunun dışında bilgi kaynağından söz edilemez demektedir.
İslam, insanın sadece kendini düşündüğü bir bireycilik anlayışını benimsemez. Tersine bunu bir ahlaki zaaf olarak görür. Aleyhinize olsa dahi adaleti ayakta tutmayı emreder.
Bireycilik otoriteye ve birey üzerindeki devlet tarafından uygulanan her türlü sınırlandırmaya karşı çıkar. Devletin iç asayiş ve savunma icra etmesini bekler. Başka alanlara müdahale etmesini istemez. İlerlemeye inanır. İlerlemenin bir aracı olarak ta bireye farklı olma, başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme ya da gerisinde kalma hakkını tanır. Bireyciliğin kurumsal sonuçları bu ilkelere dayanır.
Bireycilik Müslümanlara da nüfuz etmiş cahiliyenin etkilerinin en temellerindendir ki, artık bir araya gelip bir işi başaramamaktadırlar. Herkes kendi yapıp ettiklerini beğenmektedir. Cemaat neredeyse kötü kabul edilmek te, hiç kimse elinin üstünde bir elinin varlığına tahammül edememektedir. Sonuç ortadadır. Bir yığın dertli insan birbirlerini sadece ağlama duvarı olarak kullanmakta iş bunun ötesine geçmemektedir. Bireycilik en iyimser görüntüsüyle kişileri ferdi sorumluluklarını yerine getiren ama toplumsal sorumluluklarından uzaklaştıran bir konuma getirmiştir.
Bu anlayışa göre insanların kendi aralarında organize olmaları bireyin özgürlüklerini kısıtlar. Kişinin kendine has kimliğini oluşturmanın önüne dikilecek böyle bir engel dini mahiyette bile olsa kabul edilemez. Müslümanlar arasındaki en ileri seviyedeki beraberlikler fikri ekoller düzeyinde olabilmektedir. Yakın tarihimizde sahih İslam anlayışına sahip olanlar cemaat formunda birliktelik oluşturamamışlardır. Dini toplumsal hayattan koparan bu gayrı İslami yaklaşımlar, tavırlar kendisini İslam’a nispet edenleri her türlü fiili ve fikri tecavüzün tasallutunda zelil ve “sözde” farklı inancıyla yaşama savaşı veren acizler topluluğu haline getirmiştir. Bu sakim anlayış nedeniyle toplum dini olan İslam, cemaat ve toplumdan soyutlanarak fertlerin vicdanlarına hapsolan bir fikri ekole dönüşmektedir. Bu bataktan çıkmanın gereklerini tespit edip her türlü çeldiricilerin, beraberlik davetlerini etkisiz kılmaya sebep olan yaklaşımları elinin tersiyle itip yola devam etmek temel bir vecibedir.
BAHATTİN HAMARAT