”İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum ” rivayeti dile getirilmektedir. Kur’an bütünlüğüne bakıldığında bu rivayetin sorunlu olduğu ortadadır, zira; insanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşın değil, zulüm-fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar savaşın demek doğru olandır. ”Fitne kalmayıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (2-Bakara 193)-(60/8)- dinde zorlama yoktur, ”zorlama münafık üretir” (2/256) gibi ayetler örnek verilebilir. Ayrıca İslam devleti gayrimüslimlere yönelik cizye uygular, alenen fitne, fesad, faiz, fuhuş, içki, kumar, kaos vs toplumu ifsad edecek davranışlara müdahale eder velakin insanları mü’min-müslim olmaya zorlayamaz. Dahası savaşın/kıtalin konusu daha çok zulmü meslek edinmişlere yönelik olduğu gerçeğidir.
İSLAM: hem barış hem savaş dinidir…
Girdiği-gittiği her yere Tevhid’den neşet eden adaleti-barışı götüren ve buna karşı zulümle, vahşetle karşılık verenlere yönelik savaşı/direnmeyi emreden bir din’dir.
Müslüman; zulmetmeyen ve zulme rıza göstermeyen, bir yanağına vurduklarında diğer yanağını gösterme zilletinden beri olan bir kimliğin adıdır.
Terör: Sözlüklerde; “siyasal amaçlarla savunmasız sivilleri hedef alan ve kaosu/korkuyu hedefleyen şiddet eylemleri” şeklinde tanımlanmaktadır. İnsan eli üretimi olan her kavramda olduğu gibi terör kavramı da gücün/güçlünün ve güç ahlakından yoksun olanlar tarafından manipüle edilerek istedikleri muhatap(lar)a giydirdikleri ve buradan hareketle namlunun ucuna koydukları ve dahi yok edilmesi gereken düşman olarak kodladıkları gerçeğidir.
Müslüman; asla-kat’a terörist değil, bilakis teröre-vahşete-katliama-bozgunculuğa-sömürüye karşı mücadele etmenin ve bu uğurda bedelleri göze almanın adıdır.
İşin en kahredici ve aşağılık tarafı; ABD-Batı-Rusya-Çin-Siyonist çete v.b gibi yeryüzünde terör estirenlerin ve şerefsizce ülkeleri-toplumları talan edenlerin vahşetlerine karşı direnenleri TERÖRİST/TERÖRİZM ilan etmeleri ve de bunu illüzyon aracı olarak kullandıkları medya gücüyle insanları aldatabilmeleridir.
Hakikat şudur ki; Müslüman; Allah için seven, buğz eden, savaşan, öldüren/ölen bir inancın, kimliğin-kişiliğin sahibidir.
İlahi öğretiye teslim olan Müslümanın gözünde savaşın-savaşmanın, kavga etmenin bile haklı bir nedeni, haysiyeti ve bir kuralı vardır. Savaş; inancın, onurun, izzetin, neslin, malın, yaşanılan toprağın korunmasına yönelik olmalıdır. Fitneyi, zulmü, insanların hakikate ulaşmasına engel olan müstekbirlerin baskısını, kısaca zulüm çarklarını kaldırmak için savaş verilmelidir.
Müslümanın her ne yaparsa yapsın uymak zorunda olduğu kuralları ve hassasiyetleri vardır. Müslümanların sevgisinin de düşmanlığının da sınırlarını ilahi öğretiye göre belirlemesi gerektiği ve dinin çizdiği sınırlara uymak zorunda oldukları gerçeğidir.
Buradan hareketle baş kesmeye değil, başların secdeye varmasına vesile olmaya, dünyada adaletin hakim olmasına ve zulmün yerle yeksan edilmesi gerektiğine inanan ve bu uğurda cehd etmeye çalışanların adı/şanı mü’minlerdir-müslimlerdir.
Biz Müslümanlar ölüm bize gelinceye kadar hak davetin temsilcileri olmaya; savaş hukukunu Nebinin örnekliğinden alarak/gözeterek mücadele etmeye; ümmetin birlikteliğine giden her söylemi dillendirmeye; zalimleri sevindiren Müslümanların ayrışmasına neden olabilecek her söylemden şiddetle kaçınmaya; ihtilafları tefrikaya dönüştüren bütün asabiyeleri ayaklarımızın altına almaya; sözün/hakikatin gücüne yaslanarak dünyaya meydan okumaya; izzetin/şerefin Rahman’ın yanında olduğunu, dünyada adaletin ahirette felahın yegâne adresinin vahyin tanımladığı dinulkayyım/islama teslim olmakla mümkün olacağı hakikatini haykırmaya devam edeceğiz.
Mehmet Ortakaya 26 Ara 2024
Değerli Kemal kardeşimiz kıymetli yazısında ‘’”İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum ” rivayeti dile getirilmektedir. Kur’an bütünlüğüne bakıldığında bu rivayetin sorunlu olduğu ortadadır, zira; insanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşın değil, zulüm-fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar savaşın demek doğru olandır. ” demiş ve hadis külliyatında İslam alimlerince ta’n edilmemiş, sorunlu görülmemiş ve sahih kabul edilmiş bir hadisi şerifi, mantık yürüterek sorunlu görmüştür. Bunun Kur’an bütünlüğüne aykırı olduğunu düşünmüş ve delil olarak da Kur’an-ı Kerim’den konuyla ilgili bir ayeti bize sunmuştur.
‘’Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.’’ Bakara 193 Diyanet Meali
Az dikkat edilirse yukarda serdedilen hadisle, ayeti kerime arasında anlamca bir fark olmadığı anlaşılacaktır. Yalnız Allah’ın dini ortada kalıncaya ya da din yalnız Allahın oluncaya kadar hükmünün de aynı bakış açısınca mahkum edilmesi (haşa) mümkündür. Çünkü insanların la ilahe illallah demesi ile yalnız Allah’ın dininin ortada kalması arasında bir fark yoktur. Nitekim bu ayete ve yukarıda serdedilen hadise inandıkları halde Muhammed’in ümmeti müslüman olmayan tüm insanlarla savaşmış, bunu hedeflemiş değildirler ve bu durum ayeti de hadisi de anlamlandırmalarında herhangi bir sorun olmadığını açıkça ortaya koyan delil hükmündedir.
Ayrıca emredildim demeyi, daha önce olmayan savaş izninin artık verildiği anlamında almak gerekir.Hadiste geçen Katele kelimesinden kasıt insanları öldürmek kastedilmez. Bu kalıp Arapça’da karşılıklı münasebeti ifade eder. Yani karşılıklı savaş kastediliyor.İnsanın kafasına esip savaş ilanına kalkışması kastedilmiyor.Benimle savaşanlarla savaşma izni kastedilmektedir.
Konuyla ilgili youtubede bir video kaydını da buraya aktarıyorum.. ”Savaşla Emrolundum..” | Yanlış Anlaşılan Bir Hadis -2
https://www.youtube.com/watch?v=aivfHqtJsO0
Bakara 193 ayetinden önceki iki ayet şöyledir:
‘’Onları yakaladığınız yerde öldürün; sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Harâm civarında onlar sizinle savaşmadıkça siz de orada onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşmaya kalkışırlarsa o zaman onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir!
Eğer onlar (savaşmaya ve kâfirliğe) son verirlerse Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. Bakara 191-192
Kemal kardeşimizin ve Şehit Seyyit Kutubun da isabetle belirttikleri gibi bundan amaç fitnenin yeryüzüne hakimiyetine izin verilmemesidir.Bundan dolayı bu cihanşümul ilâhi sistemin çağrısının kendisine ulaşması, bu çağrının önüne şu ya da bu şekilde hiçbir engelin, hiçbir otoritenin dikilmemesi insanlığın ortak hakkıdır.
Bunun ötesinde bu çağrıyı alan insanların bu dini serbestçe seçmeye de hakları vardır. Hiçbir engel ya da hiçbir otorite onları bu dini seçmekten alıkoymaya kalkışmamalıdır. Eğer birkısım insan, bu dinin çağrısını dinledikten sonra onu benimsemek istemezse bu çağrıyı yoluna devam etmekten alıkoymaya da hakkı yoktur. Böyle bir durumda bu kişilerin, insanlara yapılan İslâm çağrısının önüne dikilmeyecekleri, güvenliğine zarar vermeyecekleri ve müslümanlar bu dini insanlara ulaştırırken onlara hiçbir engellemede bulunmayacaklarına dair söz vermeleri gerekir.
Çağrıya muhatap olma, çağrıyı serbestçe benimseme ve çağrıyı benimseyecek olanlara engel olmama haklarına bağlı olarak müslüman cemaatin omuzlarına başka bir görev biner. Bu görev; bu çağrının yoluna dikilerek onun serbestçe insanlara ulaştırılmasına engel olan ya da bu inancı benimseme özgürlüğünü tehdit ederek insanlara bu dini seçtiler diye baskı yapan her gücü ortadan kaldırmak, böylece hiçbir yeryüzü kuvvetinin, müminleri baskı altına almaması uğrunda sürekli mücadele vererek Allah’ın dinini kesinlikle egemen kılma görevidir. Bu görev insanları zorla iman ettirme anlamına gelmez. Onun anlamı; Allah’ın dinini yeryüzünde üstün bir güç haline getirmektir.
Bununla birlikte son dönem moda olan tuzağa biz müslümanların düşmemesi de gerekir. Hadislere çakma modası..
Gelmiş geçmiş İslam alimlerinin -ki uzmanlıkları bizden daha derindir-sorunlu görmediği bir hadisi Cumhuriyet kurbanı bizlerin Arapça’ya, İslam ilimlerine, hadis külliyatına, rical ilmine, vb. ilimlere vakıf olmadan ve söz konusu hadisin varyantlarını incelemeden yarım yamalak bildiklerimizle mahkum etmemiz haksızlık etmemize sebep olabilir. Allahın Kitabı bizim için pek muhterem olduğu gibi, Allah’ın Resulü de muhteremdir.Ve söz konusu olan her açıdan dinimizdir.
FikirYorum 26 Ara 2024
selamünaleyküm değerli Mehmet kardeşim, öncelikle zahmet edip nezih bir yorum yazdığınız için teşekkür ederim, son cümlelerinizi ”Hadislere çakma modası.. Gelmiş geçmiş İslam alimlerinin -ki uzmanlıkları bizden daha derindir-sorunlu görmediği bir hadisi Cumhuriyet kurbanı bizlerin Arapça ’ya, İslam ilimlerine, hadis külliyatına, rical ilmine, vb. ilimlere vakıf olmadan ve söz konusu hadisin varyantlarını incelemeden yarım yamalak bildiklerimizle mahkum etmemiz haksızlık etmemize sebep olabilir. Allahın Kitabı bizim için pek muhterem olduğu gibi, Allah’ın Resulü de muhteremdir.Ve söz konusu olan her açıdan dinimizdir.” kendime yönelik kabul etmiyorum., zira; kendi adıma ne mealciyim ne de rivayet sultacısıyım., gönderdiğiniz video ve sizin de ifadeleriniz var olanı hadisi zorlayarak tevil etmekten ibarettir, ben sorunlu diyorum, siz de tevili sonuna kadar zorlamış oluyorsunuz, fark bu…
”Andolsun ki Allah’ın Resulünde sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü (onlara kavuşmayı) isteyip-umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.” (33-Ahzâb 21)
Hadisleri/rivayetleri vahye arz etmek, seçici olmak, titizlenmek..,
Resulullah’ın (a.s) şahsını-konumunu kritiğe tabi tutmak demek değildir..,
Resulullah’ın misyonunu, rehberliğini, örnekliğini -hâşa- göz ardı etmek hiiç değildir…
Resulullah (a.s) her nefsin mutlak tadacağı ölümü (29/57) tatmış-vefat etmiştir. O’nu inşa eden-yönlendiren ve üsvei hasene kılan kitab-ı mübin bütün ihtişamıyla korunmuşluğuyla elimizdedir. Resule itaat konusu; O’nunla aynı havayı soluyan ve birebir yoldaşı/çağdaşı olanlar boyutuyla elle tutulur-dokunulur/gözle görülür bir itaati/tâbi oluşu resmederken..,
Resulullah (a.s) rihletinden sonra yaşayanlar/yaşayacak olanlar için Resule itaat konusu artık bütünüyle Kur’an’a sadakat ve (vahye muarız olmamasına/vahiy mihengine vurma zorunluluğu ile yaklaşılmalıdır, zira vahye muarız ve onun gölgesinde kendine yer bulmayan aktarımlar resule nispet edilemez) hayata yönelik ete kemiğe bürünen sünnetine/yol tutuş biçimine tâbi olma boyutuna geçmiştir.
Resulullah’a atfedilen rivayetleri onu inşa eden vahye arz ederek seçici davranmak müslümanca akledişin doğal sonucudur. Zira, korunan vahiydir ve O’na kötü niyetlerin musallat olması/olabilmesi söz konusu bile değildir, tarihsel süreçte kimi kötü niyetlilerin ve cahilane yaklaşımların rivayetlere/aktarımlara musallat olduğu-olabildiği ise apaçık ortadadır ve bu gerçeklikten hareketle korunmayanı korunana arz etmek en doğru olanıdır, doğruya sevk edenidir.
Aktarıla gelenleri/rivayetleri uydurma aktarımları ile birlikte sahiplenerek süpürüp almak ne kadar yanlış ise, modern zihin refleksi olan -öncekine-eskiye dair ne varsa- gözardı ederek ”doğrularıyla birlikte süpürüp atmak”da o kadar yanlıştır.
hülasa..
Bu konunun doğru anlaşılması, kavranılması hayati öneme sahiptir. Bu hayatiliğin farkında olanlar, bu farkındalığa göre hayatı kuşananlar dünyada izzet-şeref ve ahirette de felah bulacaklardır. Çünkü resuller/nebiler vahyin canlı örnekliğidir. Allah’tan aldıkları vahyi en doğru şekilde yaşayarak, kendi nefislerinde örneklendirerek muhataplarına daveti götüren sadık mübelliğlerdir-davetçilerdir.
Resullerin kimlikleri, kişilikleri, vasıfları, yükümlülükleri, mücadeleleri, bütün bunlar elimizde-önümüzde bulunan Kitab-ı Kerim’de anlatılmıştır. Rahman tarafından indirilen ve korunan bu kitab, Mübin’dir, Muhkem’dir, Furkan’dır, çelişkisiz ve anlaşılır bir kitaptır.
Resullerin ve son nebinin doğru anlaşılması, tanımlanması, örnekliklerinin hayatımıza ışık tutması için, yöneleceğimiz öncelikli kaynak Kur’an’dır. Kur’an’la örtüşen diğer kaynaklara da vahyi mihenk taşı, kıstas mercii edinmek suretiyle bakmamızın-yararlanmamızın gerekliliğine inanıyoruz. Kültürün-geleneğin ürettiği ve vahiyle taban tabana zıt olan her türlü anlatım/aktarım, menkıbe, hurafe, mitolojik hikayelerden korunulmanın yegâne şartı vahyi önceleyen bir bakış açısıdır.
Kur’an’ın anlattığı Resuller ve Son Nebi mi?
Kültürün ürettiği Resuller algısı ve Son Nebi mi?
Rahman tarafından gönderilen ve korunan Kur’an mı?
Kültür/gelenek tarafından üretilen ve korunaksız binlerce kaynak mı?
Kastımız, ne bütün hadis külliyatını süpürerek alan rivayet sultacıları gibi bir anlayıştır, ne de bütün hadis külliyatını süpürerek atan Kur’an’iyyun gibi bir anlayıştır.
Kur’an’iyyun anlayışı yansıtanlar; ‘’Devemin yularını kaybetsem Kur’an’a bakarım’’ vecizesiyle! kendilerini özetlerken, rivayet sultacıları da ‘’En zayıf rivayet, en sağlam muhakemeden efdaldir’’ vecizesiyle! kendilerini özetlemektedirler.
İlahi olan ve korunan bir kaynaktan yola çıkarak bu kaynağı kıstas ve hakem olarak görerek, ahlakı Kur’an olan son nebiyi ve ahlakları vahiy olan diğer nebileri tanımak, anlamak ve yollarını sürdürebilmek için birinci sıraya koyduğumuz kaynak vahiy’dir, ikinci sırada da vahiyle örtüşen mütevatir sünnet/yol ve sonrası da diğer kaynaklardır. Yani korunmayan bilgi kaynaklarının korunan bilgi kaynağına arzı doğru olandır, doğruya götürendir.
selam ve dua ile…
kemal songür