03 May 25 - Cts 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Osmanlı Millet Sistemi Laik Toplum Sistemi

Osmanlı Millet Sistemi Laik Toplum Sistemi

İki sistemi kendi tarihsel koşullarında ve zamanındaki benzerleriyle kıyaslamak doğru fikir sahibi olmanın ön şartıdır: Buna rağmen nitelik olarak zamanüstü yanlarını ayırtmek ihmal edilmemelidir.

O sebeple iki sistem arasındaki referans farkı veya düşünsel dayanak noktasıyla yapma biçimini akılda tutarak öne çıkan yapsal farklılık ve benzerliklere dikkat çekmeli.

Dolayısıyla siyaseti, ekonomiyi, hukuku, maliyeyi, güvenliği ve savunma sistemlerini; toplumsal teşkilatlanma biçimlerinden ayırmadan özetlerken,

Laik toplumsal teşkilatlanmayı çağdaşları ve benzeri ile değil zıddı olan millet sistemiyle kıyaslamak gerektiğini söylemeli…

Osmanlı millet sisteminde insanlar esasta dinlerine göre, mezhepleri ve soyları nedeniyle üç kısım olan Ermenilerde olduğu gibi etnik yapılarına göre tasnif edilir.

Tek ilahlı dinlere mensup olanlara kendi içinde, kendi hukukuna göre; kendi dini/siyasi liderliği altında yaşama özerkliği ve özgürlüğü verilir: Kendi mahalli mekanlarında, kurumlaşarak, hiyerarşileriyle kendi sorunlarını kendileri çözebilir; yaşam tarzlarını sürdürebilir; nesillerini yetiştirebilir; özel hukuk çerçevesinde yargılama yapıp kararlar alabilir.

Emredici makamlar hariç ehliyetine göre kamusal hayatta vazife alabilir; tarım, ticaret, imalat, sanat yapabilir.

Bu tasnif bir siyasi anlaşmaya, bir hukuka dayalı “zimmet akdidir.” Siyasi hükümranlığın “emanıdır.”

Bu hukuka veya anlaşmaya göre güvenlikleri, dinleri, aileleri, nesilleri ve yaşam biçimleri garanti altındadır. Her tür kamusal hizmet alır. Buna karşılık cizye ve haraç vergisi öderler.

Sistemde müslim gayr-ı müslim ayırmaksızın “reayanın oğlu reayadır.” Aile ekonomisi geçerlidir. Çift çubuk terk edilmez.

Sistemde sultan adaletin garantisidir: Adalet, müslim gayr-ı müslimlerden müteşekkil tebayı yahut reayayı, devlet bürokrasisinden ve sivil ayan ve mütegallibeden korumaktır: Reaya özgürdür; her yere ulaşan hukuku ve hakkları vardır; avukatlık savcılık gibi aracılar olmayıp doğrudan arar…

Klasik tarihteki devletler gibi Osmanlıda da ekonomi toprağa ve zenaate dayalıdır; adem-i merkezi idare ve askeri hiyerarşi söz konusudur; kent ve kırsal yaşam entegredir. Devletin maliyesi zirai ürüne ve fethe dayalıdır. Siyasi hukuk örf, toplumsal hukuk din temellidir…

Laik toplum yapısı rasyonaliteye ve bilime dayalıdır: Bu tür teşkilatlanma ana başlığı zorunlu olarak şu alt şartları içerir:

Milli toplum, milli vatan, milli dil, milli din; çok güçlü ve denetimde etkili merkezi idare; gelişmiş iletişim ve ulaşım imkanları; sanayileşme, kentleşme, kapitalist nitelikli serbest pazar ekonomisi; sivil/seküler tek hukuk; eşit yurttaşlık; tekelleşmiş ve vergi gelirleri artımış maliye; modern eğitim; sivil siyasi partiler ve bürokratik hiyerarşiyle idare.

Sistemde seyahat ve iş seçimi özgürlüğü var; kentte kendi kazanıp kendi harcayan bireysel ekonomi söz konusu; devlet ve serbest pazar ekonomisi karşısında teslim alınmış özgürlük cari.

Laik toplum yapısı ekonomi ve dolayısıyla siyasi temelde ayrışmış sınıflı bir topluma dayalıdır: Tarihsel süreçte efendi-köle; senyör-serf; patron-işçi; yönetici-yönetilen; zengin-yoksul; beyaz-siyah; erkek-kadın.. gibi.

Eşitlik bu toplumsal yapıda anlamlıdır: Sistemde sınıf çatışması yok varsayılır. Özgürlükte bu sistemde anlamlıdır: işçisinin emeğini, bilgisini ve neslini sekiz saatliğine satın alma maliyeti, doğumundan ölümüne kadar her şeyinden mesul köleliliğin maliyetinden daha ucuza geldiği için yönetici soylular/senyörler/patronlar köleliliği kaldırmıştır…

Müslüman milletler laik toplumsal teşkilatlanma yapabilir mi? Dünya görüşleri dayanaklı tarihsel kültürü buna müsait mi?

Şayet sınıfsız ve imtiyazsız yekpare bir toplum olmaktan vaz geçer; adaletten eşitliğe döner; takva dışında başka üstünlük kaynakları kabul ederse olur!

Son iki yüz yıldır muasır batı medeniyeti ve laik dolayısıyla kapitalist toplumsal teşkilatlanma yolunda ilerliyor; gelinen yerden bakıldığında ne kendi kalabildiği nede Batılı olabildiği görülüyor!…

Klasik tarihle modern tarih arasındaki tarım-sanayi, bilim-teknoloji, cemaat-birey, kent-köy, adem-i merkezi-merkezi.. gibi kategorik farklar esas ilişkin değildir: Tarih içinde ilerleyen insanlığın doğası icabı yaşadığı toplumsal evrelerde doğal koşulların ve ihtiyaçların karşılanması üretilen teknolojik alet edevattır:

Sorun bunların modern kapitalist medeniyette görüldüğü üzere kaynakların, imkanların, birbirini takip eden üretim araçlarının tekelleşmesinde; mutlak iktidar destekli imtiyazlı sınıfın değil bu sınıfa mensup olanların değişip durmasındadır.

Mukayeseli üstünlük prensibiyle bakıldığında, toplumsal her bir aşamanın kendi şartlarına has avantajları dezavantajları olur. Gerek dışarda benzeri, gerek içerde farklılıklar nedeniyle biri diğerinden mutlak iyi olmaz.

Dolayısıyla rasyonel-irrasyonel, bilim-din, geri-ileri.. gibi kategorik ayrışma dayanaklı üretim istihdam, teknoloji bolluk, kalkınma ilerleme, zenginlik refah, özgürlük eşitlik.. gibi durumlar görecedir; zamandan zamana, milletten millete, elden ele dolaşıp duran doğal gelişmelerdir:

Her şeyde olduğu gibi her yeninin birer bedeli vardır ve ödettirirler!…

Müslümanlar hangi bedeli ödüyorlar? Bu toplumsal ve dolayısıyla siyasal yapısallıkta yükselmek ve zengin olmak isteyenler dinlerinden ödün vermek zorundadır! Sistem başka türlüsüne müsaade etmeyecek mekanizmaya sahiptir!

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir