17 Oca 25 - Cum 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Akademik Cilveleşme: Absürdün Dansı

Akademik Cilveleşme: Absürdün Dansı

          Bir köy düşünün; köydeki her ev, çatısından zemine kadar alevler içinde. İnsanların panik içinde koşuşturduğu, çocukların ağladığı, hayvanların ahırlardan kaçmaya çalıştığı bir sahne. Yangının kokusu burun deliklerinizi yakarken, duman gökyüzünü karartıyor. Bu felaketin ortasında, köy meydanında toplanmış bir grup insan, hararetle bir konuyu tartışıyor: “Meleklerin cinsiyeti var mıdır?”

Bu görüntü, tarihin bazı dönemlerinde insanlığın düştüğü absürt durumları yansıtan bir metafor gibidir. Yangın gibi yakıcı bir sorun gözümüzün önünde dururken, önemsiz ya da sonuçsuz tartışmalara dalıp asıl meseleleri unutmak, unutturmak ne büyük bir gaflettir. Bu gafletin örneklerine hem geçmişte hem de günümüzde sıkça rastlıyoruz.

Tarihe dönersek, İstanbul’un fethinden hemen önce Bizans entelektüellerinin “meleklerin cinsiyeti” üzerine hararetli tartışmalarını hatırlarız. Şehir surları Osmanlı toplarıyla delinirken, bu tartışmaların ne kadar anlamlı olduğunu sorgulamak gerek. Gerçekten de, bu tür teorik meselelerin o an için kimseye fayda sağlamayacağı açıktır. Elbette, bilgiye olan merak ve düşünsel derinlik önemlidir. Ancak bu derinlik, içinde bulunulan bağlamdan ve ihtiyaçlardan kopuk olduğunda, bir avuç duman gibi havaya karışıp gider.

Modern dünyaya gelirsek, “köy yanarken ruhban tartışmaları” metaforu hâlâ geçerli. Günümüz dünyasında iklim krizinden toplumsal eşitsizliklere, dijitalin dayatılmasından, ekonomik sorunlara, sağlık krizlerine, soykırıma varan savaşlara kadar yüzlerce acil problem var. Buna rağmen ülkemizdeki STK’lar, vakıflar ve derneklerin yapıp ettiği faaliyetlere baktığımızda, sosyal medyada ya da kamusal alanlarda yapılan paylaşımlara baktığımızda, gereksiz ayrıntılara takılıp büyük resmi gözden kaçıran tartışmaların içinde kaybolduklarını görüyoruz. Büyük emeklerle hazırlanan programlara bakınca, coğrafyamız yanarken bunları mı gündem etmeliyiz diye hayıflanmadan edemiyoruz. Özellikle ilahiyat dünyası, sanki tarihin kritik bir eşiğinde değil de, lale devrindeymişiz gibi davranıyor. Hiçbir sorunla ilgili ilahiyat dünyasından birinin dişe dokunur, sadra şifa bir şey söylediğine şahit oldunuz mu?

Peki, neden bu absürt döngüye düşüyoruz? Benim görebildiğim kadarı ile, büyük sorunların ağırlığından kaçma çabasından kaynaklanıyor bu durum, çünkü büyük sorunlar, çözüm üretmeyi ve sorumluluk almayı gerektirir. Buna karşın, önemsiz meseleler üzerine tartışmak hem daha kolay hem de daha az risklidir. İnsan zihni, karmaşık ve çözümsüz görünen sorunlar yerine basit ve kontrol edilebilir tartışmalara kaymayı tercih eder. Bildiğimiz tanıdığımız iyi niyetlerinden şüphe etmediğimiz arkadaşlar kafa konforunu bozmamak için mi böyle yapıyorlar acaba diye düşünmeden edemiyorum. Tarihin böyle bir döneminde kafa konforumuz bozulmayacaksa ne zaman bozulacak, şimdi risk ve sorumluluk almayacaksak ne zaman alacağız? Köy küle döndükten sonra mı? Sorumlu davranmak Müslüman için kulluğunun bir gereğidir, olursa iyi olur babından bir şey de değildir!

Kaldı ki bu kaçış, yangının sönmeyeceği gerçeğini değiştirmez. Yangın, göz ardı edilse bile yanmaya devam eder; sonunda herkesi küle çevirecek kadar büyüyebilir. Bu nedenle, her bireyin ve toplumun, topluluğun, enerjisini ve dikkatini öncelikli sorunlara yönlendirmesi gerekir. İlahiyat dünyası bu sorumluluktan azade değildir.

Buna öncülük etmesi gerekenlerin sorumluluktan kaçma lüksleri yok. Aksi takdirde, tarihteki “meleklerin cinsiyeti” tartışmalarının yeni versiyonlarını günümüzde olduğu gibi daha çok yaşıyor olacağız. Bence Müslümanlar bu ucuzculuğu hak etmiyor. Müslümanların bugüne dair, yarına dair söyleyecekleri de var sorumlulukları da var. Akademik cilveleşme zamanı çoktan geçmiş bulunmaktadır.

Geleceği Yeniden Kurgulamak

Sonuç olarak, köy yanarken ruhban tartışmalarına dalan insanlığın bu absürd alışkanlığını sorgulamamız gerekir. Yangını söndürmek için önceliklerimizi yeniden gözden geçirmek durumundayız. Yeni bir dil, yeni bir düşünce için yeni bir akıma ihtiyacımız var, bu akımı kurgulayacak sorumluluktan hiç birimizin kaçma lüksü yoktur. Bunun olmazsa olmaz şartı, çıkarcı ve konformist alışkanlıklarımızı terk etmektir. Çünkü yeni sorunlar yeni gündemleri zorunlu kılıyor, bundan kaçamayız.

Çözüm büyük resmi görebilmek ve bu doğrultuda harekete geçebilmektir. Tevhidi, bir dünya görüşü ve hayat tarzına dönüştürmek gibi ertelenemez bir sorumluluğumuz var. Ancak o zaman kendi köyümüzü, mahallemizi ve ailemizi alevli ateşten koruyabiliriz. O tartışma masalarına oturmak yerine eleştirel ve kurucu bir süreci başlatmalıyız. Müslümanlar olarak insanlığa, tarihe, dünyaya neler önerdiğimizi tane, tane anlatmalıyız. Kendi çağımıza hitap eden çözümlemeler yapmalıyız. İslami bir gelecek vizyonu oluşturmalıyız. İslami umutlarımızı nasıl somutlaştıracağımıza ilişkin tatmin edici çalışmalarımız olmak zorunda.

Maruz kaldığımız küresel kasırgalar karşısında direnmeyi başarabilmek için bilincimizi, sorumluluklarımızı, ibadetlerimizi çoğaltmamız gerekir. İslam karşıtlarının kullandığı yöntem ve yaklaşımlarını araçlarını kullanarak İslam’a hizmet edilebileceğini sanmak, İslam’a güvenmemektir. Hangi koşullarla kuşatılmış olursak olalım düşüncelerimizden, tarzımızdan, tavırlarımızdan asla ödün vermeyiz. Çıkarcı tercihlerde bulunamayız. Sabır, boyun eğmek teslim olmak değildir. Sabır, Allah’ın koyduğu sınırlar içerisinde kalarak güçlükleri aşmak için bir irade ortaya koymaktır. İslam’ın izzeti, Müslümanların selameti için gayret etmektir.

Resim: Pieter Bruegel – İsyankar Meleklerin Düşüşü (1569)

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir