10 Nis 25 - Per 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > 2 nisan 2025 “Boykot Etki Analizi” Raporu ve İslami hareket Üzerine Çağrıştırdıkları

2 nisan 2025 “Boykot Etki Analizi” Raporu ve İslami hareket Üzerine Çağrıştırdıkları

(2 Nisan 2025’teki tüketim boykotu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına tepki olarak düzenlendi. Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün “Boykot Etki Analizi” raporu, Türkiye genelinde gerçekleştirilen tüketim boykotunun etkilerini inceliyor. Hüseyin Alan’ın bu Rapor ve boykot üzerine değerlendirmeleridir. Rapora: chrome extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.toplum.org.tr/wp-content/uploads/2025/04/Boykot-Etki-Analizi-07042025.pdf adresinden ulaşılabilir.

Bir Tink-Tank kuruluşu belli! Müşterilerine özel/vip çalışmalar yapıyorlar ve toplumsal analiz verileri sunuyorlar bu da belli..

Genele açık bu tabloda sunulanlar bize de genelleme yapma imkânı vermiş! Benim burdan çıkarttıklarımı özetleyim:

Türkiye sosyolojik ve siyasi kültür olarak iki kampa ayrılmış! Bu açık.

Gelirde ve harcamada olduğu gibi, tüketim kalemleri ve mekânları da ayrışmış bu da görülüyor!

Bu boykot CHP’nin siyasi aklı değil ama toplumun belli kesiminde biriken öfkeyi temsilen büyük bir “siyasal silah” edindiği görülüyor! Bunu doğru kullanabilirse; istikrarlı olarak sürdürebilirse; doğru ve kuşatıcı bir dille büyük çoğunluğa ulaşabilirse; iktidarı devirecek, sistemi terbiye edecek güç elinde!..

Türkiye ekonomisinde milli gelirin %60’ı tüketim harcamalarından oluşuyor. Tüketim harcamaları kabaca iki kategoriye ayrılıyor:

Büyük çoğunluğu oluşturan orta alt sınıfın veya sabit gelirlinin tüketimi “gıda-kira-ulaşım” gibi zorunlu harcamalardan oluşuyor; bunlar 60 milyon kadar: Tüm gelir beslenme ve barınmaya gidiyor.

Diğer kesim orta üst sınıf; bunlar “eğitim, kültür, sanat, tatil, sosyal faaliyetlere” harcıyor. Bunların harcamasının %20’si zorunlu tüketim mallarına gidiyor. Bunlar 20 milyon civarı, kendi içinde de gelir düzeyine göre hiyerarşik olarak ayrışıyor.

Dolayısıyla “boykot” zorunlu tüketim mallarına yetebilenlere değil de üst tüketim kalemlerine uygulanırsa, iktidar düşer; çünkü bu grubun sesi hem çok çıkar; hem etkilidir; çünkü bunlar sermayeye yatırıma istihdama teknolojiye de yön verenlerdir.

Demokrasilerde ve serbest pazar ekonomisinde tüm iktidarlar popülist politikalarla alt sınıftan oy alır ama hep üst sınıfa çalışır.

CHP siyaseten akıllılık ederde boykotta üst sınıfı harekete geçirebilirse başarır. Seçkin üniversitelerde okuyan öğrenciler bir gelecek umudu olmadığının bilincinde olanlar olarak boykota taze kan pompalar.

Ayrıca iyi eğitimli, kentli, zengin sınıf zaten bu üst sınıf. Bunları gıdaya ve gıda arz eden dükkanlara boykota çağırmayacaksın; marka mallar satan büyük zincir mağazaları boykota yönlendireceksin.

Hiç bir holding veya büyük şirket bu boykota dayanamaz! Hangisi olursa oldun bir iktidarda bunların itirazına dayanamaz..

CHP’nin boykotu Müslümanların boykotuna benzemez! Çünkü CHP’liler örgütlüdür; bilinçlidir; kentlidir. Bu bilinci harekete geçirirseler kazanırlar!

Müslümanlar örgütlü ve bilinçli değiller; henüz kentli de olmadılar; aksi olsaydı İsrail’i mallarını boykot İsrail’i dize getirirdi. Düşünsenize bi, 2 milyar Müslümanın yarısı boykotu destekleseydi İsrail bir haftada kendiliğinden çökerdi. Çünkü boykot serbest pazar ekonomisinde çok büyük bir silahtır; ateşlemeyi bilenlere!

İsrail’e boykot şayet başarılı olsaydı, İsrail’le ticareti yasaklayamayan, diplomatik ilişkileri kesemeyen iktidarı boykotla terbiye etmek çok kolaydı: Buradaki silah “oy.” Oy silahıysa atom bombasından dahi etkilidir!

Müslümanlar bilinçli ve örgütlü değil derken kastım buydu!..

Tüketim gücü modern çağın en güçlü kozudur: Hiç bir kapitalist işletme, bunları kollayan iktidar bu gücün karşısında duramaz. Hiç bir polis, ordu, hapishane, adliye, vs bununla baş edemez. Çünkü boykot hem yasal hem meşru; yeter ki haklı olunsun, hakkı yöntemler kullanılsın.

Yani sadece haklı olacaksın. İsyanın meşru olacak. Haklı yöntem kullanacaksın: Silaha, şiddete, ortalığı yakıp yılmaya, teröre baş vurmayacaksın: Haksız yere başkalarına ve kamu mallarına zarar vermeyeceksin.

Buyurun toplumsal ve siyasal devrime!

Burada tek sorun, kitlesel boykota liderlik edenlerin insanları satmaması; “düşmanla” uzlaşmaması; yıkacaklarının yerine geçmemesi..

İran’da oldu bu! İlkinde tütün boykotu, (yanılmıyorsam birinci dünya savaşı sonrası), yine mollaların liderliğinde. İkincisinde Humeyni zamanı sokağa çıkma yasağını delerek.. Hindistan’da oldu bu. Yine Müslüman liderler ve beraber oldukları için mecburen Müslümanları destekleyen Gandi zamanında oldu; tuz boykotu ve İngiliz kumaşına karşı boykot. Bu boykotu Budist ve Hindu Gandi’ye yazdılar, böyle tanıttılar çünkü Müslümanların uyanması istenmiyordu…

Modern çağda Müslümanlar genelde komünistlerin ve faşistlerin örgütlenmesini taklit ettiler; iç çatışmalar çıkarttılar; şiddet kullandılar; yıktıklarının yerine geçip diktatörlükler kurdular! Bu yanlıştı: Haksız yöntemler haksız rejimler doğurdu.

(Oysa yakın dönemde Humeyni’nin silahsız şiddetsiz devrimi olmuştu)

(Bir aralar PKK’nın Marksist başkaldırı yönteminin yanlış olduğunu, bu yolla zafer kazanamayacağını, Kürt gençlerini ve yoksul Türkleri boşuna katledeceğini söylemiştim! Beni gırgıra almıştı arkadaşlar!

Bir kere hava limanın yok uçakların yok, topun tankın yok. Finans olarak başkalarına bağlısın ve muhakkak kullanılırsın. Oysa Marksistler bu yöntemi bir yüz yıldır eleştirmiş ve terk etmişti.

Onun yerine Ankara’ya 3 milyon Kürdü getireceksin; sadece oturacaklar. Doğuda neler olduğunu Türklere anlatacak ve gösterecekler.. Bak bakalım neler oluyor: Haklı sebebin haklı yollardan nasıl anlatılıyor, hak ettiğin neyse nasıl elde ediliyor.

Dolayısıyla buradan şuraya varırız: Silahlı harekete müracaat eden Müslümanlar günah işliyorlar! El mahkum yanlış işlere baş vuracak, kaçınılmaz olarak kullanılacaklar!.. kaçarı yok başkalarının hesabı kendi hesaplarının önüne geçecek. çünkü hem silah be hem eleman finansı için paraya muhtaçsın! Sana bunları temin edenler salak, aptal, geri zekalı veya melek değildir.

Yani şiddet terörle hiç bir dava kazanılmaz! Çok çok darbe yapılır, darbeci olunur; gönüller zorla itaat ettirilir; ilk fırsatta başka darbeciler gelir seni devirir!)

Toplumsal ve siyasal değişimin ön şartı örgütlülük. Örgütçülüğün ön şartı dünya görüşü.. Örgütün büyük küçük olması çok önemli değildir. Örgüt ne istediğini, neye niye karşı olduğunu iyi anlatacak. Taraftar, sempatizan kazanacak. Örgüt militanı dediğin ahlaklı, adil ve merhametli olur. Paylaşımcı dayanışmacı olur. İstikrarlı ve sabırlı olur. Korkmaz. Kıvırmaz. Açık ve net olur. Takiyye yapmaz. Aldatmaz. İstismar etmez. Çünkü dünya görüşünün mümessilidir. Bunlara bakanlar güveni, dürüstlüğü tanır…

Örgütlü hareket hem bilinç aşılar, hem doğru yöntemleri kullanır. Örgütlü harekette asıl olan örgüt değildir; örgütle yapılacak iştir. Örgütü kutsayanlar devlet olduklarında devleti de kutsar.

Örgütte yöntem başkalarının canına, malına, namusuna zarar vermemektir: Çünkü bu zararları önlemek için örgütlenilmiştir.

Yöntemin doğruluğu dünya görüşünün doğruluğuyla irtibatlıdır. Dünya görüşünü siyasi iktisadi ve hukuki ideolojiye/dile dökeceksin. İnsanların anlayacağı dile, günlük hayatta karşılaştığı sorunlara, sorunların sebebine dikkat çekeceksin. Suçluyu ifşa edeceksin.

Bunları yaptın mı gerisi kendiliğinden gelir!

Gelmezse ne olur? Karşı taraf şiddete teröre baskıya yönelir. Burası kırılma noktasıdır. Kaçınılmaz eşiktir. Bu aşamada strateji gözden geçirilir..

Demokrasilerde siyasi maksatla kurulan hiç bir parti kalabalıklarla kurulmuyor.

Önce bir kişi, bir kaç kişi bir araya geliyor. Dünya görüşü, bunun pratiğe ve politikaya yansımasını yani programı konuşup anlaşıyorlar. Sonra halka açılıyor halkı iknaya başlıyorlar. Ve kitleye ulaşıyor, müesses nizamı yönetmeye aday oluyorlar..

Her parti bunu yapıyor. Burada sorun, partilerin sermaye ile, işçi emekçi sınıfla, yerli güç odaklarıyla, küresel güçlerle vs kuracağı ittifakta.

Müslümanlar burada ayrışırlar. Çünkü süreçte bir yerde, bir şekilde fatura ödeyecek ittifaklar kurmaz: Allah ile kurulan ittifak yeterlidir…

Parti örneği verdim çünkü partiler siyasi örgütlenmelerdir. Ve örgüt siyaset yapmak için kurulur.

Kültürel be sosyal faaliyet yapmak için kurulan örgütler, daha başta küresel yerel sistemle barışık örgütlerdir; bunlarla siyaset yapılmaz. Siyaset yapmayan örgütler rahattır; çünkü her yerden destek ve müsaade görür.

Parti örgütlenmesi illa sistem içi maksat taşımaz; mevcut sistem içinde kalarak yönetmeye talip olmaz.. Sisteme muhalif partide olur. Bu da dünya görüşüyle irtibatlı bir meseledir.

Partisiz olur mu? Siyaset yapmak gibi bir niyet varsa olmaz..

Bu günkü cemaatler, spor kulüpleri, kültürel sosyal etkinlikler.. siyaset yapmamak üzere örgütlü hareketler, etkinliklerdir. Mevcut siyasetle dertleri olmayan faaliyetlerdir.

Oysa cemaat tam aksi bir örgütlenmedir; cemaat, doğası gereği kurulu düzene karşı bir örgütlenmedir. Bu gün parti dediğimizin dini ifadesi.

Cemaat ne yapar da siyaset yapmış olur?

Kendi içinde, kendi hukukunu uygular. Dışarıyla ilişkiyi bu hukukla kurar. Yani meri hukukla toplumsal işlerini düzenlemez.. İşte bu bir siyasettir, cemaat siyasi bir toplumdur ve siyaseten ayrışmadır.

Bu hal oğal olarak çatışma doğurur. Çatışma illa şiddet içermez. Şiddete karşı taraf baş vurur. Sabır burada kalkan olur.

Şura süresi 38-42 bu durumda ne yapılacağını anlattı. Fussilet süresindeki “benim ibadetlerim namazım..” ifadesi cemaat üyelerini tanıttı; bunların neye bağlı olduğunu gösterdi…

Çağdaş Müslüman birikim Kur’an’ı aslından uzak tevil ediyor! Kur’an’ı maksadının dışında istihdam ediyor!

Şayet Kur’an var ve bu yeter denir ve peygamberler dışarda tutulursa, çağdaş Müslümanlık müktesebatı felsefe yapmayı sürdürebilir!

Yok Kur’an’ın pratiğinin peygamberler olduğu kabul edilirse, Kur’an bu defa aslına uygun anlaşılır ve harekete geçilir.

O halde soru şu:
Bu günün İslam müktesebatı kendini ne ile test edecektir?

Peygamberle mi?
Bilimle mi?
Akılla mı?
Felsefeyle mi?
Mezheple mi?
Ulusçulukla mı?

Neyle test edeceği burada ayrıcı kertedir: Bundan sonrası buna göre gidecektir!

Uzatmadan demeli ki, bir hesap günü varsa, ki var, ve muhakkak gelecektir;

O gün Allaha karşı ileri süreceğimiz mazeretin geçerli olup olmamasını bu günden tayin edeceğiz!

Ya peygamberlerini “sen tasdik edip otorite yaptın biz de becerdiğimiz kadar onları takip ettik” diyeceğiz, yahut “Kur’an elimizdeydi anladığımız kadar buna uyduk” diyeceğiz!

“Dinde çatışmayı ve ayrışmayı nerden ürettiniz” sorusuna verilecek cevabı şimdiden hazırlamalıyız!

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir