Batıda siyaset, doğu toplumlarında olduğu gibi toplumun “idare edilmesi” değildir, düzenlenmesidir.
Greklerde bu yok çünkü Greklerde devlet yok. Eğer toplumun düzenlenmesinden siyaseten bahsedeceksek mutlaka işin merkezine devleT dediğimiz kurum gelir oturur.
Abdurrahman Arslan, Zaman Dışı Konuşmalar, s157
Modern Devlete (State) gelinceye kadar yöneticilerin görevi toplumu İDARE etmektir. Yani Toplumsal süreci işler kılmak, çıkan arızaları gidermektir. Sırf bu nedenle nice padişah, sultan, kral, bey toplumlarının dinini kabul edip onların dinine geçmişlerdir.
MODERN DEVLET ise toplumları idare etmez onları DÜZENLER. Bu nedenle Batı’da halkın YÖneticinin dinine /mezhebine tabi olması şart koşulması bu düşüncenin ifadesi sayılabilir.
Modern DEVLET bu yüzden halkın hangi dilde konuşacağını, hangi dine tabi olacağını, hangi, ideolojiyi benimseyeceğini, hangi sloganları atacağını, hangi eğitimi alacağını, nerede doğuracağını, aşı olup olmayacağını, mezarının nerede olacağına KADAR HER ŞEYİ düzenlemeye, OTORİTESİ altına almaya çalışır.
Bu nedenle İLAH’tır.
Devletin DÜZENLEME sapkınlığının bedelini de HALK öder.
İslam toplumlarında halktan alınan zekat/vergi 40’ta 1’dir.
İskandinav ülkelerinde haktan alınan vergi %70’leri geçer.
Türkiye’de de sadece KDV, 5’te 1 iken dolaylı dolaysız vergilerle rakam 40’ta 35’leri bulur.
“Bundan böyle inanmak (İman Etmek) zorundayız.
Yeniden canlandırma sisteminde giderek büyüyen çatlaklarla doğru orantılı bir şekilde artan kuşkuyla birlikte, gerçeklikte herkesin uymak zorunda olduğu bi,r tür buyruğa, ahlaki sürekliliğe dönüşmekte.
Oysa ne şeyler ne de canlılar herhangi bir gerçeklik ilkesi ya da ahlaki dayatmaya boyun eğmemektedirler.
Aşırı miktarda gerçeklik kendisine inanılmasını engellemektedir.
Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh, s:16
Zeyl 1: Onca rakibine rağmen, onca GERÇEK satıcısına rağmen ölürken insanlar Allah diye inlemeye devam ediyorlar.
Zira İMAN gizeme, sırra, büyülenmeye, kendinden/AKLINDAN geçmeye ihtiyaç duyar.
Eğer her şey biliniyorsa, görünüyorsa İMAN’a gerek yoktur zaten her şey biliniyordur.
İnsanlar bildiklerine değil GÜVENDİKLERİNE kendilerini teslim ederler.
Zeyl 2: Bilim adamları, politikacılar, felsefeciler, reklamcılar, azmanlar bize sürekli GERÇEKLERDEN bahsediyorlar ve kendilerine İMAN ETMEMİZİ/inanmamızı istiyorlar.
Mesela diyorlar ki “su 100 derecede kaynar”. Ama dünyanın hiç bir yerinde su onları dinlemiyor dünyanın hiç bir yerinde su 100 derecede kaynamıyor. Yükseklik, basınç, suyun içindeki mineraller bir sürü şeyle değişiyor.
Bize diyorlar ki BU GERÇEK! Eğer aşı olursanız ölmezsiniz. Kimse onları dinlemiyor şapır şapır ölüyor.
Politikacılar bize diyorlar ki: “Gerçek şu ki, bu sizin menfaatinize!” Ne zaman onları dinlesek bir şeyler eksiliyor ellerimizden.
Azmanların bize anlattıkları GERÇEKLER bir kaç sene bile dayanmıyor hemen değişiveriyor.
Bize anlatılan GERÇEKLERİ sorguladıkça bizden sorgulamamızı İMAN ETMEMİZİ istiyorlar.
Tıpkı Tanrı’ya iman eder gibi.
… Vee 1. Dünya Savaşı
Geçmiş Geleceğe Suyun Suya Benzediği kadar Benzer. (İbn-i Haldun)
Merkezi Avrupa (Almanya, Avusturya ve Macaristan) hem Batısına (İngiltere ve Fransa) hem Doğusuna (Rusya’ya) silah çekmişti. Ya da şöyle diyelim Avrupa her taraftan kendi Merkezini boğmaya karar vermişti.
Sebep için bir çok şey söylenebilir ama asıl sebep ERKEN kalkanın sofraya oturup tüm yemekleri önüne çekip diğerlerine hiç bir şey vermek istememesiydi. Devletleşmelerini geç tamamlayan Almanya ve dar denizlere hapsolmuş Avusturya-Macaristan da sofradan pay istiyordu.
Kapışma kaçınılmazdı.
Kamplaşmada ilginç bir durum daha vardı. İngiltere, Fransa ve Rusya yani dünyanın en büyük MÜSLÜMAN nüfusunu kontrol eden devletleri aynı kampta toplanmıştı. İngiltere Hindistan, Pakistan, Malezya, Singapur, Mısır, Sudan, Kenya, Uganda, Nijerya ve Bangladeş Müslümanlarını; Fransa Cezayir, Tunus, Fas, Moritanya, Mali, Nijer, Çad ve Orta Afrika Müslümanlarını; Rusya Tatar, Başkurt, Çuvaş, Kazak, Özbek, Azeri, Türkmen, Kırgız, Karakalpak, Çerkez, Çeçen, Gürcü gibi pek çok Müslüman topluluığu bünyesinde cepheye sürebilecek durumda idi.
Bu durum Alman ve Avusturya-Macaristan için büyük bir handikaptı. Bunu telafi etmenin tek yolu bu 3 devlet tarafından işgal edilmemiş ve HALİFELİĞİ elinde bulunduran OSMANLI Devletini ittifaka dahil etmekti
Peki Osmanlı Devletinin böylesi bir savaşa girmeye mecali var mıydı?
Topraklarının yarısını sadece 5 yılda kaybetmiş, yüzbinlerce göçmeni yerleştirmeyi becerememiş, ekonomisi tamamen çökmüş, yönetimi ard arda suikastlar, darbeler ve şiddet dalgası ile kaos üstüne kaostan geçen Osmanlı Devleti tarihinin en sıkıntılı günlerini yaşamaktaydı.
Yönetimi ele geçiren İttihat ve Terakki baskıcı politikaları ile toplumu, enteljensiyayı, sivil ve askeri yönetici sınıfı pasifize etmişti.
Yasaklar, sansür ve propaganda ile kamuoyu “YENİ GERÇEKLİĞE” hazırlanıyordu. Yeni gerçekliğin adını sanırım şöyle ifade edebiliriz : “Az İnisiyatif, ÇOK kulluk!
Meclisi, Başbakanı, Padişahı ve geri kalan herkesi devre dışı bırakmış olan Enver Paşa’yı ikna eden sadece daha savaş başlamadan alınan milyonlarca Alman markı değildi.”
Koray Demir, Devlet Aklı Kimin Aklı, s:286
Aradan 100 sene geçti aynı yerdeyiz.
Bu sefer sofradaki tüm tabakları önüne çeken ABD
Sofradan pay almaya çalışan Çin, Hindistan, Rusya ve AB’yi boğarak sofradan uzak tutmaya çalışıyor.
Ve Müslüman halklar sofraya oturma ihtimallerinin olmadığı YENİ SAVAŞTA küresel egemenlerin menfaatleri için ÖLMEYE razı edilmeye çalışılıyor.
Çin Filistin’i sahiplenmeye çalışarak MÜSLÜMAN kamuoyunu yanına almaya, ABD’ye muhalif kılmaya çalışıyor.
ABD, Doğu Türkistan ve Myanmar üzerinden Çin’i Müslümanların gözünde itibarsızlaştırmaya çalışırken Arap liderlere ve Tayyip Bey’e kur yapıyor.
Putin kendisini Müslümanların lideri ve hamisi ilan ediyor ve Lavrov’un gizli Müslüman olduğu bilgisini yayılıyor.
İngiltere her zamanki gibi piyasaya kraliyet ailesinden birilerini Müslüman olduğuna dair dedikodu yayıyor
Müslüman halkların liderleri de En çok hangisinin yanında kalırsak KAZANÇLI çıkarız diye hesap yapıyor.
Ve Müslüman dünya YİNE eleştirilemez, yanılmaz, hata yapmaz ASLA yanılmaz TEK liderlerin peşinde, hangi maceraya sürükleneceğini bilmeden KURBANLIK koyun gibi bekliyor, diyor sanırım.