Sebeplerin konulması, onları koyan yani Şâri‘in (Allah’ın), o sebeplerin sonuçlarını (müsebbeblerini) da kastetmiş olmasını gerektirir.
Deliller:
1. Akıl ve hikmet sahipleri, mevcut sebeplerin bizzat kendileri için değil, kendilerinden başka şeylerin meydana gelmesi (doğması) açısından sebep oldukları konusunda kesin kanaate sahiptir.
Durum böyle olduğuna göre, onların sebep olarak konulması niyetinden, onlardan doğacak sonuçların da amaçlanmış (kast edilmiş) olması gerekir.
2. Şer‘î hükümler, ancak yararların (maslahatların) sağlanması ve zararların (mefsedetlerin) ortadan kaldırılması için meşru kılınmıştır.
Bunlar ise kesin olarak o hükümlerin sonuçları (müsebbebleri) olmaktadır.
Sebeplerin yalnızca sonuçları için meşru kılındığını bildiğimize göre, sebeplerin konulmasıyla, sonuçlarının da amaçlanmış (kast edilmiş) olduğu anlaşılır.
3. Eğer sebeplerden sonuçlar kast edilmemiş olsaydı, onların sebep olmak üzere konulmuş olmaları da söz konusu olamazdı.
Ancak durum böyle değildir; sebeplerin sebep olarak konulmuş olması zorunludur.
Sebepler, yalnızca sonuçları için sebep olmaktadır.
Dolayısıyla sebepleri koyan Şâri‘ (Allah) , sonuçların gerçekleşmesini o sebepler yoluyla kastetmiştir.
Bu sabit olduktan sonra şöyle deriz: Sebepler, mademki Allah tarafından kasıtlı olarak konulmuş şeylerdir; o hâlde sonuçlarının (müsebbeblerinin) da aynı şekilde kasıtlı olması gerekir.
Soru:
Bu durumla, daha önce belirtilen “Allah’ın, sebepleri emretmekle sonuçlarını da emretmiş olmadığı” ifadesi nasıl bağdaştırılacaktır?
Cevap:
Bu soruya iki açıdan cevap verilir:
1. İki kasıt (niyet) arasında fark vardır; yönleri farklıdır.
Daha önceki kasıttan maksat, Allah’ın sebep olan fiilleri emretmesiyle, sonuçları da doğrudan emretmiş olması anlamında değildi.
Çünkü daha önce belirtildiği gibi, sonuçlar (müsebbebler) insanların gücü dâhilinde olan şeyler değildir.
Buradaki kasıt ise, Allah’ın sebeplerden sonuçların meydana gelmesini istemiş olmasıdır.
Allah, sebepleri işte bu nedenle sebep olarak koymuştur.
Burada, sonuçların da yükümlülük (sorumluluk) konusu hâline gelmesini gerektiren bir durum yoktur.
Burada yalnızca, sebeplerden sonuçların meydana gelmesinin ilâhî iradeyle amaçlanmış olması söz konusudur.
Dolayısıyla iki ilke arasında bir çelişki yoktur.
2. Farklı yönlerden olmak kaydıyla, tek bir şey hakkında iki ayrı kasıt bulunması imkânsız değildir.
Örneğin, gaspedilmiş (izinsiz alınmış) bir arazide kılınacak namaz hakkında, hem namazın kılınmasına dair emir, hem de o yerde kılınmamasına dair yasak (nehiy) bulunabilir.
Yani farklı açılardan iki kasıt aynı anda geçerli olabilir.
Sonuç olarak, iki esas birbirine tamamen zıt ya da birbirini ortadan kaldırıcı değildir.