14 Eyl 25 - Paz 9:42:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Okumalardan Notlar > Fi Zılâl’den Hatırlamalar

Fi Zılâl’den Hatırlamalar

                                       

İsrail oğulları kıssası, Kuran’ı Kerim de en sık ve en çok anlatılan kıssadır. Bu kıssanın çeşitli olayları ve ibretli sahneleri özel bir ilgi ile yansıtılır. Bu özel ilgi, yüce Allah’ın bu Müslüman ümmeti, eğitme, yetiştirme ve zorlu halifelik görevine hazırlamayı amaçlayan hikmeti yansıtır. (BAKARA:2/40-142. AYETLER)

İsrail oğullarının, yani Yahudilerin, tarihini inceleyenler, yüce Allahın bu millete bağışladığı nimetlerin bolluğu ve onların, bu bol nimetlere karşılık, sergilemiş oldukları, sürekli inkârcılık ve nankörlük karşısında hayret ederler. Bakara sûresinde özelde, Allah Yahudilere ve genelde, bütün insanlığa ayrıntılı biçimde bu nimetleri toplu olarak hatırlatıyor. Bu toptan hatırlatmanın gerekçesi, Allahualem, onları kendisi ile aralarındaki ahde, antlaşmaya bağlı kalmaya çağırmak ve böylece kendilerine verdiği nimetlerin artmasını ve süreklilik kazanmasını hak etmelerini sağlamaktır.

Bakara sûresinin ana maddesi, Müslüman cemaate, halife-ümmet olmanın gerektirdiği özelliklerini ve bağımsız kişiliğini kazandırmaktır. Kıblesi ile bağımsız; kendisinden önceki semavi dinlerin şeraitlerini onaylayan ve içeren şeriatı ile bağımsız; geniş kapsamlı, yaygın ve orijinal pratik hayat tarzı ile bağımsız bir kişilik. Bu bağımsız kişilik; her şeyden önce bu cemaatin evren ile hayat hakkındaki görüşünde, yüce Allah ile kendisi arasındaki ilişkiyle, yeryüzündeki temel görevi ile; bu görevin gerektirdiği can, mal, duygu ve davranış planındaki fedakarlıklar ile ilgili düşüncesinde, Kuran-ı Kerim’in direktifleri ile peygamber efendimizin yönlendirmesinde somutlaşan, yalnızca ilahi öderliğe, kayıtsız şartsız, itaat etme yatkınlığında ve bütün bunlara teslimiyet, hoşnutluk, güven ve kesin iman duygusu içinde, algılama tutumunda kendisini göstermelidir.

 Bakara sûresinin İsrail oğullarının anlatıldığı bu bölümünde, Medine İslâm devletine karşı, olumsuz bir tavır sergileyen, hem gizli ve hem de açık biçimde ona karşı direnen ve sürekli biçimde komplo düzenleyen Yahudiler tanıtılıyor. O’ Yahudiler’ ki, İslam’ın, Medine de, güçlenmekte olduğunu, o güne kadar tekellerinde tuttukları, kültürel ve ekonomik sahada, etkinliğini arttırmaya ve kendi liderliklerine son verme hazırlığında olduğunu, anladıkları anda, sinsi yıkıcılıklarına başlamış ve bir an bile boş durmamışlardır. Evs ve Hazreç kabilelerini birleştirdiği, Yahudilerin sızmalarına zemin hazırlayan çatlakları ördüğü ve bu kabilelerin halkına, yeni kitabın, yalnızca Kuran’ın ilkelerine ve peygamberimizin önderliğine dayalı bağımsız bir hayat tarzı sunduğu andan itibaren iyice hissetmişlerdi.

Bakara sûresinde ki, İsrail oğulları ile ilgili ayetler; onlara dönük yoğun kampanya, bütün çağrı metotları ve tanıtma yolları kullanılarak, İslam’a ısınmalarını, bu yeni dinin bağlılarınca oluşturulan iman kervanına katılmaları sağlanmaya çalışıldığı halde, bu konuda, hiçbir olumlu sonuç elde edilemedikten sonra, onların bu olumsuz tavrını açıklama ve oyunlarını bozma amacı taşımaktadır.

Oysa Medine de, bu yeni dine ve onun peygamberine ilk inananların Yahudiler olması beklenirdi. Çünkü bu yeni dinin kitabı olan Kuran ı Kerim, Tevrat’ı genel anlamda onaylıyordu. Ayrıca İsrail oğulları bu yeni peygamberi yıllardır bekliyorlardı. Kitaplarının ileriye dönük açıklamalarında, Peygamberimizin özellikleri anlatılıyordu. Hatta bu yeni peygamberin liderliği altında, müşrik Arapları egemenlikleri altına almayı planlıyorlardı.

Yahudilerin, İslam’a ve Müslümanlara karşı o tarihte başlatmış oldukları amansız savaş, aynı araçları ve aynı üslubu kullanarak ve hızından hiçbir şey kaybetmeksizin günümüze kadar sürmüş ve halen de sürmektedir. Bu savaşın sadece biçimi değişmiş, o kadar yüzyıl geçmesine rağmen, karakterinden hiçbir şey yitirmemiştir. Bilindiği gibi Yahudiler asırlarca diğer milletler tarafından horlanıp, bir yerden diğerine sürülüp kovuluyorlar, sığınacak hiçbir yer, hiçbir sıcak yuva bulamıyorlardı. İşte bu sıcak yuvayı, kendilerine yine, İslam alemi  sunmuştu. Zira İslam, Müslümanlara tuzak kurmayarak, İslam’ın aleyhine çalışmamak ve huzursuzluk çıkarmamak şartıyla kendi ülkesine sığınan herkese kapılarını açar. Fakat Yahudiler, İslam’ın, kendilerine dönük bu soylu tutumuna rağmen, tarihin her dönemine yayılan bu amansız düşmanlıklarına hiçbir zaman son vermemişlerdir.

 Kuran’ı Kerim’in, Bakara sûresindeki ayetlerde, Yahudilere karşı girişmiş olduğu hesaplaşma, birkaç bakımdan gerekliydi. Her şeyden önce onların kuru iddialarını çürütme, çevirdikleri entrikaların içyüzünü açığa vurma, İslam’a ve Müslümanlara karşı, hangi psikolojik dürtülerin, etkisi altında tuzak kurduklarını belirleme bakımından gerekli idi. Bunun yanında bu hesaplaşma, Medine’de oluşan yeni toplumu tehdit eden, onun temel dayanaklarını sarsmayı amaçlayan, sonuç olarak; İslam birliğini zedeleyerek kargaşanın ve anarşinin kucağına atmak isteyen, Yahudi oyunları ve entrikaları konusunda, Müslümanların gözlerini ve kalplerini açmak bakımından gerekliydi. Bu hesaplaşmayı kaçınılmaz kılan bir başka sebep’te, Müslümanları seçtikleri yolun tehlikeleri hakkında uyarmaktı. O tehlikeler ki, daha önce yeryüzü halifeliği ile görevlendirilmiş olan milletlerin tökezlemelerine yol açarak, onların halifelik şerefinden yoksun  kalmalarına, yüce Allah’ın emanetini taşıma ve önerdiği hayat tarzını insanlığın önderi sıfatıyla gerçekleştirme payesini kaybetmelerine neden olmuştur.

İslam ümmetiyle düşmanları arasındaki savaş, her şeyden önce akide savaşıdır. En başta akidevi planda bu ümmeti yenmeye çalışmışlardır. Çünkü uzun deneyimlerinden sonra anlamışlar ki, İslam ümmetini, akidesine bağlı kaldığı sürece yenmeye imkan yoktur. Tüm amaçları, bu ümmeti savaşın gerçek nedenini kavramaktan alıkoymaktır. Çünkü bu ümmeti diledikleri gibi sömüremeyeceklerini biliyorlar. Bu ümmeti kolayca sömürebilmenin yolu, tevhidi akidelerinin, gönüllerde tıkanıp kalmasıdır. Çünkü başka türlü emin olamazlar. Düşman ilerleme kaydeden, hiçbir desise ve şüphe yöntemini kullanmaktan geri kalmaz bu akideye karşı. Bu akidenin berraklığını bozmak ve zafiyete düşürmek için her türlü yönteme başvurur. Gaye, eski değişmez gayedir. Esteuzubillah “ Ehli kitap tan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler. “ ( BAKARA:2/109 ) Bu onların  değişmez ve gönüllerinde saklı gayeleridir. Yahudi ve Hristiyanlar, akidelerinden ayrılmalarını sağlayıncaya kadar, Müslümanlarla savaşacak tuzaklar kuracaklardır.

Esteuzubillah “ Yahudi ve Hristiyanlar, dinlerine uymadığınız sürece, sizden asla razı olmayacaklardır. “ ( BAKARA:2/120 ) Bu düşmanın temel hedefidir. Her zaman ve her yerde karşılaşabileceğimiz temel hedefi… Bu hedef İslam’ın tevhid akidesidir. Yahudi ve Hristiyanları savaştıran gerçek neden budur. Her zaman ve her yerde gerçek savaş nedeni… Demek ki bu savaş akidevi bir savaştır. İslam akidesinin öz ve hakikatini ilgilendiren bir savaştır. Ama bu savaşı değişik, değişik bahanelerle boyayan da aynı düşmandır. En adi, en iğrenç ve hilekâr kılıklara başvuran da aynı düşmandır. İşte Allah düşmanlarının arzu ve amacı, Mü’mini küfre düşürmektir. Onu küfür cehennemine atmaktır. İman cennetinden koparıp küfür cehennemine… İmanın mamur âleminden çekip, yoksul küfür boşluğuna…

Günümüzde İslam ümmeti; yeryüzünün her yanını sarmış bulunan çeşitli Cahiliye ürünü zihniyet ve ideolojinin, cahili hedeflerin, insanlığın zihnini bulandıran cahili ideal ve beklentilerin ve dalgalandırılan çeşitli cahiliye bayraklarının arasında kendini korumaya çalışıyor, bocalıyor. İşte bu ümmet, egemen cahiliye toplumlarından farklı bir kişilik kazanmaya, cahiliye ideolojilerinden esinlenmemiş kendine özgü bir evren ve sosyal hayat düşüncesini benimsemeye, bu düşünce doğrultusunda farklı hedef ve idealler seçmeye, üzerinde yalnızca yüce Allahın adının yazılı olduğu, kendine özgü bir sancak ayrıcalığı sağlamaya, yüce Allah tarafından bu inanç emanetini ve mirasını taşımak üzere insanlığın önüne çıkarılmış, orta yol yolcusu, örnek bir ümmet olduğunu bilmeye muhtaçtır.

Bu inanç sistemi, eksiksiz ve kapsamlı bir hayat düzenidir. Bu inanç mirasının varisi, yüce Allahın yeryüzündeki halifesi, insanlığın örneği ve bütün insanlığı yalnızca Allaha ulaştıran yolda kılavuz olmanın yükümlüsü olan bu ümmeti, diğerlerinden ayrı ve farklı yapacak olan şey bu hayat tarzıdır. İslam ümmetine kişilik, yapı, hedef, bayrak ve kimlik ayrıcalığı sağlayacak olan, ona uğrunda yaratılarak insanlığın önüne çıkarıldığı dünya liderliği konumunu kazandıracak olan faktör, bu ilahi düzeni sosyal hayatında gerçekleştirmek, uygulamaktır. Bu ümmet, bu sosyal düzeni pratik hayatına geçirmedikçe hangi yaldızlı kılığa bürünürse bürünsün, hangi ideolojiye sarılırsa sarılsın, hangi bayrak peşinde koşarsa koşsun, karanlıklar içinde kaybolmaya, özelliklerini belirsizleştirmeye ve karakteristiklerini bilinmezliğin kucağına atmaya mahkûmdur !

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir