Rahmetli Seyyid Kutub; Bakara sûresi nin birinci cüzündeki (1-141) ayetlerin tefsirine giriş yaparken hepimizin hatırlayacağı gibi, yeryüzünde insanları; mümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç türlü insan grubu tablosuyla anlatmıştı. Ayrıca bu grupların her birinin büyük kitleleri temsil eden canlı örnekler olduğunu ifade etmektedir. Her asır da ve her yerde insanlık âleminin bu üç gruptan ibaret olduğunu dile getirmektedir. Kuran da; bu üç sınıfın tablosu çizildikten sonra, istisnasız bütün insanların, birinci sınıfa yani, Müminler sınıfına davet edildiğini işaret etmektedir. Bütün insanları, kendisine hiçbir eş ve ortak koşmaksızın, tek hüküm sahibi olan yalnızca Allaha, tek yaratıcıya ve tek rızık vericiye kul olmaya çağırır.
Ayrıca bu üç tür insan grubunun kişilikleri ile alâkalı, Kuran da sure isimleri de mevcuttur. Bunlar 23. Müminun-109. Kâfirun ve 63. Münâfıkûn sureleridir. Kuran da inanç açısından yapılan bu tasnifler, kimlik oluşumunda, ait olduğu kimliği kontrolünde tutmada ve davranışlarını, iradesini de kullanarak belli yönlere sevk etmede, inancın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Nitekim Kuran’da pek çok sûre ve ayet de, iman ve salih amel birlikte geçmektedir. “İman edip, Salih ameller işleyenler de temelli kalmak üzere cennetliktirler. “ (Bakara:2/82)
Seyyid Kutub’a göre bu sure birkaç konudan oluşur. Fakat bu değişik konuları etrafında birleştiren eksen, aralarında son derece sıkı ilişki bulunan iki ana çizgi içerir. Bu sure bir yandan İsrailoğullarının Medine’de İslam daveti karşısında takınmış oldukları tutumu ele alıp inceler. Mesela, Yahudiler bu çağrıyı nasıl karşıladılar?… Gerek peygamberimize ve gerekse bu yeni çağrının temelleri üzerine şekillenen, yeni İslâm cemaatine karşı nasıl bir tavır takındılar?… Bu tutumla ilgili olarak Yahudiler ile münafıklar arasında ve Yahudiler ile müşrikler arasında görülen güçlü ilişkinin niteliği nedir?…
Öte yandan bu sure, Müslüman cemaatin ilk doğduğu dönemdeki durumunu irdeler. Yani İsrailoğullarının bu davet emanetini omuzlamayı reddetmelerinden, bu konuda yüce Allaha vaktiyle vermiş oldukları sözü bozmalarından ve Hanif dininin ilk lideri olan Hz. İbrahim’e gerçek anlamda bağlanma şerefinden kendilerini soyutlamalarından sonra, söz konusu genç İslam cemaati bu çağrı emanetini ve Allah’ın yeryüzü halifeliğini taşımaya nasıl hazırlandı? Bu arada bu genç cemaat, İsrailoğullarının, söz konusu yüce şereften kendi-kendilerini soyutlamalarının sebep olduğu tökezlemeler konusunda somut örneklerlerle bilgilendirilerek uyarılmaktadır. Yani bu surenin bütün konuları, rahmetli Seyyid Kutub’a göre bu iki ana hatlı eksen etrafında döner.
Bakara Suresi’nin ikinci cüzün (142-252. Ayetler) başından itibaren dikkatlerin, Medine deki İslâm cemaatinin büyük emaneti-inanç emaneti ile bu inanç adına yeryüzü halifeliğini üstlenme emanetinin-konusu üzerine yoğunlaştırıldığını görürüz. Gerçi zaman zaman bu cemaatin düşmanları, karşıtları ile ki bunların başında Yahudiler gelir, tartışmaya girildiğine, onların hilelerine, komplolarına, bu inancın özünü ve Müslüman cemaatin varlığını hedef alan saldırı girişimlerine yine de rastlarız. Ayrıca düşmanlarının giriştiği çok yönlü saldırılar karşısında Müslüman cemaate verilen önemli direktiflere ve daha önce Yahudilerin düşmüş oldukları çıkmazlara düşmemelerini hatırlatan uyarılara rastlarız.
Fakat bu cüzün ve Bakara Suresi’nin geride kalan bölümünün ana maddesi, Müslüman cemaate halife-ümmet olmanın gerektirdiği özellikleri ve bağımsız kişiliğini kazandırmaktadır.
Kıblesi ile bağımsız; kendisinden önceki semavi dinlerin şeriatlerini onaylayan ve içeren şeriatı ile bağımsız; geniş kapsamlı, yaygın ve orijinal pratik hayat tarzı ile bağımsız bir kişilik.
Bu bağımsız kişilik; her şeyden önce bu cemaatin evren ile hayat hakkındaki görüşünde, yüce Allah ile kendisi arasındaki ilişki ile bu görevin gerektirdiği can, mal, duygu ve davranış planındaki fedakârlıklar ile ilgili düşüncesinde kendini göstermelidir. Kuranı-Kerim’in direktifleri ile Peygamber efendimizin yönlendirmelerinde somutlaşan ilahi önderliğe kayıtsız-şartsız itaat etme yatkınlığında ve bütün bunları teslimiyet, hoşnutluk, güven ve kesin iman duygusu içinde algılama tutumunda kendini göstermelidir.
Bundan dolayı, bu bölümde kıble değiştirilmesi olayı üzerinde durulduğunu görürüz. Bundan açıkça anlaşılan şudur: Yüce Allah bu ümmetin orta yolu benimseyen, yani kendi dışındaki tüm insanlığa örnek olurken, kendisine peygamberimizi örnek edinmiş bir ümmet olmasını istiyor. Buna göre bu ümmet, tüm yeryüzü insanlarına önder, egemen, gözetici ve yönlendirici olmakla görevlidir. Bu arada ayetlerde, bu ümmetin, omuzlarına bindirilen bu görevin yükümlülüklerine katlanmaya, kendisini bütün insanlığa karşı sorumlu kılacak olan bu misyonun zorluklarını göğüslemeye, yüce Allah’ın takdirine razı olarak durum ne olursa olsun her işi Allaha havale etmeye çağrıldığını göreceğiz.