Mekke’de müslüman olmak, öncelikle iman ederek değişmeyi ve yeni bir insan tipi olmayı, sonra toplumsal ilişkileri değiştirip başkalaşmayı ve eski yapıdan kopup yeni bir yapıya dâhil olmayı ifade ediyordu. Bu sadece Allah’a itaat edip onu veli kılmak, nefisine hakim olup haramlardan kurtulmak olarak da ifade edilebilir. Bu hal, Allah’ın övdüğü bir haldir. Bunu yapanlar atalarının dininden, yolundan ve kabilesinden ayrışanlardı. Bu hal İbrahim’i ata bilmek, onun milletinden/dininden olmak ve yolunu yol edinmekti. Dolayısıyla İbrahim’in babasıyla ve kavmiyle kurduğu ilişki gibi, kendi ailesi ve kavmiyle benzer ilişki kurmaktı.
Mekke’de Müslüman olmak imani unsurları salt zihinsel, kalbi ve akidevi bir tasdik ve kabullerle sınırlı bir değişim değildi. Maneviyata ve ruhaniyata dalmak, dünya erdemine ve faziletine sahip olmak değildi. Hira’ya çekilip uzlete dalmak, bazı haramları terk edip ferdi yaşamak ve kavminin bir parçası olarak kalmak da değildi. Bunun yerine şüphelerden kurtularak niyet değişiminden, gönül huzurundan ve zihinsel dönüşümden sonra hal olarak, tavır olarak da değişmek, ilişkilerini de değiştirmekti. Dolayısıyla benzerlerinle birlik olmak ve toplumsal ilişkileri buna göre yeniden kurmaktı. Dünya umutlarını ve ölçüsünü ahiret umut ve ölçüsüyle değiştirmekti.
“İman ettim” diyenler, dünyada da “Rabbim Allah’dır” sözünü hatırlayacak, ona göre şekillenecektir. Bunu yaptıkları zaman “ iman ettikten sonra zulme uğrayanlar” tarafına geçecektir. Bu sınanmaya hazırım demektir. Bunların anlamı kabile bağlarından kopmak, koruyucu kalkanından çıkmak, insanları karşına almaktı. Nefsini, canını, malını ortaya sürüp tehlikeye atmaktı. Bundan sonra hakarete, aşağılanmaya, işkenceye, öldürülmeye, yurdundan sürülmeye hazırlıklı olmak, buna rağmen sabretmek ve ittikaya sarılmaktı.
Nitekim Mekke’de iman edenler itaat ilişkisini değiştirince kabilesiyle aidiyet bağlarını koparttılar. Bu kopuş onların tüm ilişkilerin de değiştirdi. Yeni bir aidiyet bağına dâhil oldular. Bu can, mal ve gelecek emniyetini “riske” atmaktı. İmandan sonra zulüm sınaması bu süreci ifade ediyor.
Dünyevi beklentilerini ve kendilerini ortaya sürenler neyi elde ettiler? Allah’dan gelenleri doğruladıkları için Allah rızasını. Yani cenneti. Allah’a inandıkları için ona güvendiler. Allah da kendisini veli/ yardımcı kılan kullarını çaresiz, aciz, yardımsız bırakmadı. Hiçbir şartta ve zamanda. Bundan dolayıdır ki her şeye rağmen yılmadılar, isyan etmediler, her zorluğa göğüs gerdiler.
Onlar en kıymetli şeyi satın aldılar. Buna karşılık herkesin çok değer verdiği şeyleri, verdiler. Bu takasta dünyevi olarak bir hesap tutmadılar. Ellerine geçecek peşinin ardına düşmediler. Bu öyle bir izzet getirdi ki kâfirler gözlerinde küçüldü, onların bayağılığı ortaya çıktı. Mekke’de Müslüman olmak dünyayı verip cenneti satın almak, Allah’ın elinden nefsini kurtarmaktı. Böyle bir inançtı Mekkeli müminlerin inancı.
Hüseyin Alan, Siyerin Gölgesinde 2
