BİRİNCİ KISIM
HÜKÜMLER KİTABI
ŞER’Î HÜKÜMLER
Şer’î hükümler iki kısımdır:
a) Yükümlülük bildiren hükümler (teklifî hükümler).
b) Sebep-sonuç bildiren hükümler (vaz’î hükümler).
Birinci kısım beşe ayrılır.[1] Şimdi bunlarla ilgili meselelerden söz edeceğiz.
YÜKÜMLÜLÜK BİLDİREN (TEKLİFÎ) HÜKÜMLER
BİRİNCİ MESELE:
MÜBAH:
(Seçime bırakılıp) ne terk edilmesi ne de yapılması istenmeyen şeydir.
Mübahın terk edilmesinin istenmediğine şu hususlar delil olmaktadır:
1. Yasa koyucuya (şâri) göre mübah, yapılması ve terk edilmesi arasında serbest bırakılan ve bu nedenle de ne yapılmasında ne de terk edilmesinde bir övgü ya da kınama bulunmayan şeydir. Dinen bunlar arasında eşitlik bulunduğuna ve sorumlu kişi yapma ya da terk etme arasında serbest bırakıldığına göre, onu terk eden kişinin itaat etmiş sayılması mümkün olmayacaktır. Çünkü itaat ancak istekle (talep) birlikte düşünülebilir. İstek yoksa itaat de yoktur.
2. Mübah, terk edilmesinin istenmemesi bakımından vacip ve mendupla aynıdır. Vacip ve mendubu terk eden kişinin, onları terk ettiği için dinen itaatkâr sayılması mümkün değildir. Çünkü yasa koyucu onların terk edilmesini istememiştir. Dolayısıyla aynı şekilde mübahı terk eden kişi de dinen itaat göstermiş olmaz.
3. Mübahta, yapılmakla terk edilmek eşit olarak dinen sabittir. Bu durumda eğer mübahı terk eden kişinin itaat göstermesi caiz olsaydı, o takdirde onu yapan kişinin de itaat göstermesi caiz olurdu. Çünkü mübah açısından her ikisi de eşittir. Bu sonuç ise icma ile doğru değildir. Aslında akla da uygun değildir.
4. İcma ile sabittir ki, mübahı terk etmeyi adayan kişinin, o mübahı terk ederek adanmış olanı yerine getirmesi gerekmez. Mübahı terk etmeyi adayanla yapmayı adayan kişinin durumu aynıdır. Hadiste: “Kim Allah’a itaat etmeyi adamışsa, O’na itaat etsin.” buyrulmuştur. Eğer mübahın terk edilmesi itaat olsaydı, o zaman adakla yerine getirilmesi gerekirdi. Oysa bu tür adaklar bağlayıcı değildir. Bu da onun itaat olmadığını gösterir. Hadiste geçtiğine göre bir adam ayakta durarak, gölgelenmeden oruç tutacağına dair adakta bulunmuştu. Hz. Peygamber (sav) kendisine, oturmasını, gölgelenmesini, orucunu da tamamlamasını emretmişti. İmam Mâlik: “Hz. Peygamber (sav) ona Allah için itaat olan şeyi tamamlamasını, Allah’a karşı gelme olan şeyi de terk etmesini emretti.” demiş ve böylece mübahın terk edilmesini adak etmeyi, görüldüğü üzere günah saymamıştır.
5. Eğer mübahı yapan kişi, bu fiili sebebiyle itaat etmiş sayılacak olsaydı ki biz yasa koyucu katında onu yapmanın da terk etmenin de aynı olduğunu ortaya koymuş bulunuyoruz, o takdirde ahirette mübahı terk eden kişinin, onu yapan kişiden daha üstün dereceye sahip olması gerekirdi. Bu sonuç kesinlikle yanlıştır. Çünkü oy birliğiyle kural olarak belirlenmiştir ki, ahiretteki dereceler dünyadaki durumlar üzerine kurulur. Eğer bütün itaate uygun davranışlar eşit olsaydı, dereceler de hep aynı olurdu. Mübahın yapılmasıyla terk edilmesi yasa koyucu nezdinde eşittir.
Dolayısıyla da onu yapan ya da terk eden kişinin itaatte eşit olduklarını kabul ettiğimizde ahiretteki derecelerin de eşit olması gerekir. Yapan kişinin değil de terk eden kişinin itaat içerisinde olduğunun kabul edilmesi neticesinde ise, terk edenin yapan kişiden derece bakımından daha üstün olması gerekir. Bu ise imkânsızdır ve dinin getirdikleriyle çelişir. Aksi takdirde kişinin kendi nefsine mübahı terk ederek zulmetmesi ve bundan da sevap kazanması gibi (hiç kimsenin kabul etmediği) bir sonuç ortaya çıkacaktır. Eğer mübahı terk ederek itaat içerisinde olunmayacaksa, (o zaman mübahın terk edilmesi istenmemiştir; dolayısıyla da bundan) burada söz etmeye gerek kalmayacaktır.
6. Eğer mübahın terk edilmesi itaat olsaydı, o zaman bizzat kendi özelliklerinden dolayı mübahın dinî hükümlerden çıkarılması gerekirdi. Bu ise oy birliğiyle yanlıştır. Çünkü mübahın yapılması, bir haramın terk edilmesini gerektirebilir. Terk edilmesi ise böyle değildir. Çünkü o (terk) bir farz ya da sevap kazandıran davranışın (mendub) yapılmasını gerektirmemektedir ki, farz ya da mendub sayılsın. Demek ki böyle bir görüş, mübahın tümden ortadan kaldırılmasını gerektirecektir. Bu da oy birliğiyle batıldır.
7. Derinlemesine inceleyenlere göre ‘terk’ de, iradeyle yapılan fiillerdendir. Dolayısıyla mübahın terk edilmesi, mübahın yapılması demektir. Yine kural olarak, hükümler fiil ya da terk ile ilişkili olduğunda, bu ilişki ancak niyetlerle (maksatlarla) gerçekleşir. Bu da terkin, fiil gibi iradeye bağlı olmasını gerektirir. Eğer mübahı terk eden kişinin, doğrudan terk yoluyla itaat içinde olması mümkünse, onu yapan kişinin de itaat içinde olması gerekir. Bu ise bir çelişkidir ve imkânsızdır.
………………..
Devam edecek.
[1] Genel bilgi: 1- Farz (Vacip): Yapılması kesin olarak istenen iştir. Farzın terki günah, yapılması ise sevaptır. Örnek: Namaz kılmak, oruç tutmak. 2-Mendup (Sünnet, Müstehab): Yapılması istenen ama yapılmaması günah olmayan iştir. Örnek: Nafile namazlar, sadaka vermek. 3-Haram: Yapılması kesin olarak yasaklanan fiildir. İşlenmesi günah, terk edilmesi sevaptır. Örnek: İçki içmek, faiz yemek. 4- Mekruh: Yapılması hoş karşılanmayan ama haram kadar kesin yasak olmayan fiildir. Terk edilmesi sevaptır. Örnek: Namazda gereksiz hareketler yapmak, sarımsak yedikten sonra camiye gitmek. 5- Mübah: Yapılması veya yapılmaması dinen serbest bırakılan şeydir; ne sevap ne de günah kazandırır.