Vacip (zorunlu) veya mendup (önerilen, sevap kazandıran) ibadetler için şeriat tarafından belli bir zaman belirlenmiştir. Bu tür ibadetler, o belirlenmiş zaman dilimi içinde yerine getirilirse, kişi dinen herhangi bir kusur işlemiş sayılmaz. Burada vacibin ya da mendubun vakti geniş (örneğin, gün boyu yapılabilen bir ibadet) ya da dar (örneğin, belirli bir vakitte yapılması gereken bir ibadet) olması arasında da bir fark yoktur.
Bu görüşü destekleyen iki temel gerekçe vardır:
1. Şeriatın belli bir zaman tayin etmesinin mutlaka bir amacı vardır. Şayet bu zaman belirlemesinin hiçbir amacı yoksa bu batıl (geçersiz) olur. Öyleyse zaman belirlemesinde bir anlam aranmalıdır. Bu anlam da, ibadetin o belirlenmiş zaman içinde yapılmasıdır. Eğer kişi bu zaman diliminde ibadeti yerine getirirse, zaten şeriatın muradı (kastettiği) da budur. Dolayısıyla bu şekilde yapılan bir ibadet, emre uygun (muvafık) olur. Ancak bu şekilde yapılan bir ibadet için yine de kınama olsaydı, bu durum şeriatın niyetine aykırı düşerdi ki bu da bir çelişki olur. Oysa biz, bu ibadetin şeriata uygun olduğunu kabul ediyoruz, o hâlde kınama söz konusu olamaz.
2. Eğer belirlenen vakit içinde yapılan bir ibadet kınanacak olsaydı, o zaman ibadetin yapıldığı zaman dilimi, belirlenmiş vakitten sayılmazdı. Fakat eğer zaman genişse ve biz bu geniş zaman içinde belli bir kısmı tercih edip ibadeti o sırada yaparsak, bu durumda “tercih hakkı” ile “kınama” birbirine zıt olurdu. Çünkü kişi, şeriatın izin verdiği bir vakti kullanmış olur. Bu durumda, kınamanın ancak belirlenen zaman dışında yapılması hâlinde söz konusu olması gerekir. Oysa biz biliyoruz ki ibadet, belirlenen zamanın içinde ve onun bir parçası olarak yerine getirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, böyle bir durumda kınama söz konusu olamaz. Bu açıklama, konunun netliğini ortaya koyduğu için ayrıca delil getirmeye gerek bırakmamaktadır.
Özetle:
Bir ibadet, şeriatın belirlediği zaman içinde yapıldığı sürece kişi dinen sorumlu tutulmaz; ister o zaman geniş olsun ister dar. O zaman dilimi içindeki herhangi bir anda ibadeti yapmak, emre uygundur ve kınanmaz. Kınama ancak ibadeti vaktinde yapmayanlar içindir.
İTİRAZ
Bazı kişiler, “hayırlı işlerde acele etmek, hemen davranmak dinde teşvik edilen (matlup) bir şeydir” diyerek bir itirazda bulunuyorlar. Bu teşvik sadece belli zamanlara ya da durumlara özgü değildir, geneldir. Eğer böyleyse, o hâlde bir hayırlı işi (örneğin namazı) geciktiren kişi, ihmalkâr (taksir sahibi) ya da aşırı geciktiren (tefrit ehli) sayılır. Ve bu kişiler, ihmalleri nedeniyle azarlanırlar. Öyleyse, nasıl olur da “zamanı içinde yapılan hayırlı iş için azarlanma olmaz” denilebilir?
Bu görüşe dayanak olarak Hz. Ebubekir’den şu rivayet aktarılır: Peygamber Efendimiz “Vaktin başı Allah’ın rızası, sonu ise Allah’ın affıdır” buyurunca, Hz. Ebubekir şöyle demiştir: “Benim için Allah’ın rızası, affından daha sevimlidir. Çünkü rıza, doğru hareket edenlere; af ise eksik yapanlara aittir.”
Yine İmam Malik’in bazı uygulamaları da bu görüşü destekler gibi görünür. Örneğin yolculuk yapan bir grup, yaşlı bir adamı imam tayin eder ve o da sabah namazını gün iyice aydınlandıktan sonra kıldırır. Bunu duyan İmam Malik şöyle demiştir: “Kişinin namazı ilk vaktinde yalnız başına kılması, bu şekilde gecikmiş bir vakitte cemaatle kılmasından daha hayırlıdır.”
İmam Malik burada, ilk vakitte davranmayı öne çıkarmış ve cemaatle kılınsa bile geciktirmenin tercih edilmediğini belirtmiştir. Yine İmam Malik’e göre Ramazan’da oruç tutamayacak durumda olan bir kişi, iyileştiği hâlde orucunu Şaban ayından önce kaza etmezse ve bu hâlde ölürse, “ihmalkâr” sayılır ve onun adına fidye verilmesi gerekir.
Bu durum, vacip olan amellerin ertelenemez (fevri) olduğu görüşüne dayanır. Şafii mezhebi de benzer şekilde, hac gibi bazı vacip ibadetleri erteleyen ve bu esnada ölen kişileri günahkâr sayar. Çünkü bunlarda da erken davranmak esastır.
CEVAP
Evet, hayırlı işlerde acele etmek teşvik edilen bir şeydir, bu inkâr edilemez. Ancak belirli bir vakit içinde yapılması gereken bir iş (örneğin namaz) zaten vakti içinde yapılırsa, bu acelecilik ya da hayra koşmak sayılır mı? Elbette bu da bir tür “acele davranmak”tır ama bu, ayrıca bir teşvik gerektirmeyecek kadar açıktır.
Peygamber Efendimiz’in “Hayırlı amel hangisidir?” sorusuna “Namazı ilk vaktinde kılmaktır.” cevabını vermesi de, vaktin başında yapılan ibadetin daha faziletli olduğunu gösterir. Ancak bu, vakit içinde yapılan ibadetlerde geçerli olur. Nitekim Peygamber, bazı namazları ilk vaktinde, bazılarını ise son vaktine yakın kılmış, her iki durumun da vakit içinde olduğunu vurgulamıştır. Vakit içinde yapılan hiçbir ibadet için “ihmal” ya da “günah” dememiştir.
Ancak namazı vakit dışına (örneğin güneşin batmak üzere olduğu zamana) bırakanları uyarmış ve “bu münafıkların namazıdır” diyerek eleştirmiştir. Yani ihmalkârlık, vakti geçtikten sonra olur.
Öte yandan, belirli bir vakti olmayan ama belli bir sürede yapılması gereken (ömre yayılmış) ibadetlerde (örneğin kaza oruçları gibi) kişi ilk fırsatta yapmaz da sonraya bırakırsa, bu durumda bir risk oluşur. Çünkü kişinin ömrü belli değildir. Eğer bu kişi sonradan vefat ederse, ihmalkâr sayılır. İmam Şafii’ye göre böyle bir kişi günahkâr olur. Çünkü eldeki fırsat kaçırılmıştır. Ama bu durum bizim ilk meselede söylediğimiz gibi belirli vakti olan ibadetler için geçerli değildir, yani meselemizi geçersiz kılmaz.
Yine, belirlenmiş vakit içinde yapılan bir ibadet için ilk vakti tercih etmek daha faziletlidir. Ama ilk vakti tercih etmeyen kişi “kusurlu” ya da “günahkâr” sayılmaz. Aksi hâlde vaktin geniş olmasının anlamı kalmaz. Bu, kefaretlerdeki tercihlerle de benzerlik gösterir. Mesela Ramazan kefaretinde oruç tutmak yerine fakir doyurmak daha sevap olabilir. Ancak kişi başka bir seçeneği tercih ettiğinde yine de kusurlu sayılmaz.
Aynı durum, köle azadı, yemin kefareti, hacca yürüyerek gitmek gibi örneklerde de vardır. Daha faziletli olanı yapmak elbette daha iyidir; ama daha az faziletli seçeneği tercih eden kişi, dinî emir açısından kusurlu olmaz. Dolayısıyla geniş vakit içinde tercih yapan kimse de taksir (ihmal) sahibi değildir.
Hz. Ebubekir’e nispet edilen söz ise ya sahih değildir ya da sahih olsa bile bizim burada ortaya koyduğumuz açık kural ile çeliştiği için kabul edilemez. Belki bu söz, sevabı artırmak açısından daha erken davranmanın tercih edilmesi gerektiğini anlatır. Ama bu da, vaktinde yapılan ibadeti kusurlu saymak anlamına gelmez.
İmam Malik’in sabah namazını erken kılmayı daha iyi görmesi, o vakitte bir zaruret ihtimali olduğu içindir. Ramazan kazası konusundaki “doyurma” görüşü de, onun o ibadetin ertelenemez (fevri) olduğu yönündeki içtihadına dayanmaktadır. Bu sebeple bu örnekler, bizim esas kuralımıza aykırı değildir.
Tevfik (doğruyu yapma gücü) ancak Allah’tandır.