14 Şub 25 - Cum 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Okumalardan Notlar > Tefsir Okumalarından Notlar: Alâk Sûresi

Tefsir Okumalarından Notlar: Alâk Sûresi

ALÂK SÛRESİ

İslam alimlerinin çoğunluğunun görüşüne göre, Kuran-ı Kerim’in ilk nâzil olan beş ayetini, içersinde bulunduran Alâk sûresi, Hz. Peygamberin ( s.a.v ) risaletinin başlangıcı olması ve yirmi üç senelik vahiy süresince, Kuran mesajlarının, sûrede’ki bu ilk temel mesajlar üzerine, Uluhiyet- Ubudiyet ilişkisi üzerine inşa edilmesi yani her daim, Allah ile kul arasında, Rab-kul ilişkisinin; yönetim-itaat ilişkisinin, gözetilmesi sebebiyle son derece önemlidir.

Alâk sûresi Mekke döneminde, Kâlem suresinden önce inmiştir. On dokuz ayet’den oluşmaktadır. Mushaf sıralamasına göre doksan altıncı, nüzul sırasına göre birinci suredir. Baştan beş ayeti, Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelen ilk vahiy olduğundan, bir çok İslam alimi tarafından, ilk inen sûre olarak kabul edilir. Alâk sûresinin Mekke döneminde indirilmiş bir sûre olması yönündeki görüş kesin olmakla birlikte, Kuran-ı Kerim’in ilk indirilen sûresi olduğu konusunda muhtelif görüşler vardır. Bir kısım tefsir alimleri ilk indirilen sûrenin, Müddessir sûresi olduğunu, bir kısmı’da Fatiha sûresi olduğu görüşünü benimsemişlerdir.

Cumhur ulema, Birinci bölümün Resulullaha gelen ilk vahiy olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunun hakkında, İmam Ahmed, Buhari ve Müslim, müteaddit senetlerle, en Salih hadislerden sayılan bir rivayeti, Hz. Aişe validemizden rivayet etmişlerdir. Bu rivayet’de, Hz. Aişe validemiz vahyin nasıl başladığını, Resulullahın kendisinden duymuştur. Ayrıca aynı rivayet, İbn Abbas, Ebu Musa el Eşari ve sahabeden bir cemaatden’de şu şekilde rivayet olmuştur. Kuranın ilk inen ayetleri bunlardır. Üçüncü bölüm, Resulullah Harem-i Şerifte namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil’inde onu namazdan men etmek için tehdit ettiği zaman nazil olmuştur denilmiştir. 

Surenin bölümleri arasında, giriş kısmı ile, daha sonra içerdiği gerçeklerin zincirleme sıralanışında, tam bir ahenk vardır. Bu da tüm sûreyi birbiri ile bağlantılı tek bir bütün haline getirmektedir. Sûre, Kuran’ın muhkem ve müteşabih veya prensib ve araçlar (vasıtalar) şeklindeki iki bölümünde özelliklerini barındırmaktadır.

Mekke toplumu, İslam’dan önce de Allahı biliyor, tanıyor ve onu en büyük ilah olarak’ta kabul ediyorlardı. Bu durum, Kuran’da kendilerine peşpeşe sorulan sorulara verdikleri cevaplardan açık bir şekilde anlaşılmaktadır. ( Müminûn:23/84-89; Lokman:31/25; Zümer:39/38; Zuhruf:43/9 ) Netice itibarıyla, Mekke müşrikleri sanılanın aksine, yüce Allahı, İslam’dan öncede biliyor ve Ona bu isimle inanıyorlardı. Bu bakımdan vahyin amacı, müşrik Mekkelilere Allahın varlığını isbat edip, tanıtmak olmamıştır. Hayatlarına bulaşmış olan şirk inancından onları temizleyip, yüce Allahı Uluhiyet’de ve Rububiyet’de birlemelerini ve hayatlarında, yalnızca Allaha kulluk etmeye sağlamaya çalışmak olmuştur. 

Peygamber’in ( s.a.v ) vazifesi ve mesajını yaymak için takip ettiği yöntem doğru anlaşılırsa, her zaman diliminde rehberliğini, işlevini yerine getirir. Bu İslamın doğru kavranmasının zeminini’de oluşturur.

Onun Mekke’de, bölüm, bölüm nazil olan vahyin, yönlendirmesiyle İslam davasının, o günkü toplumsal sosyal pratiği nasıl değerlendirdiği ve ona nasıl stratejik ve taktik karşılıklar verdiğini tesbit etmek önemlidir. Peygamber ( s.a.v ) toplumunu neye çağırdı, toplumunda neye muhalefet etti, davet ettiği ilkelerin nesine, muhalefet edildi şeklindeki bir inceleme ve anlama ile Mekke’de, neyin nasıl olduğunu araştırmak, bu günkü sosyal durumu ve pratiklerle ilgili nasıl tavırlar geliştirilebileceğinin ve oluşturulması gereken karşılıkların neler olabileceğinin ipuçlarını bize verir.

Tüm cahiliye toplumlarında olduğu gibi dönemin Mekkesinde’de belli bir sınıfın hakimiyetine dayanan/ oligarşik bir düzen söz konusu. Sistem, fonksiyonlarını miras yoluyla geçmek üzere, yaklaşık on kadar ailenin elinde bulunduruluyor. İdari işler, bu on aileye mensup çok sayıda fert tarafından ifa ediliyordu. Mekkenin servet ve iktidar sahibi ileri gelenleri, bu oligarşik düzen içersinde kutsal belde Mekkenin Rableri idiler.

Zira siyasi, iktisadi, askeri ve toplumsal gücü elinde bulunduran hakim sınıf, kendisini kutsal beldenin sahibi efendisi olarak görüyor, toplumu terbiye etme, yönetme ve hüküm koyma konusunda, Allaha rağmen tek yetkin güç olarak kendilerini ön plana çıkarıyorlardı. Mevcut kanunlar haklıdan değil, güçlüden yanaydı. Bu durum, İnsan hayatına ve toplumsal yapıya müdahale etmeyen/ otoritesi gökyüzüyle sınırlandırılmış bir Allah inancının, doğal sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hülasa, İslam imparatorluk saraylarında, Bizans ve İran’ın ilim, irfan, felsefe ve sanat merkezi haline gelmiş büyük ve medeni şehirlerinde değil, Allahın iradesinin devreye girmesiyle, çölün ortasında, kervan yollarının kesiştiği noktada yaklaşık on küsur bin kişilik nüfusa sahip seçilmiş bir bölgede, seçilmiş bir insana indirildi. Ancak şunu’da özellikle ifade etmek gerekir’ki konumu, büyüklüğü, nüfusu her ne olursa olsun, sonuçta Mekke bir şehirdir. Hz. Peygamberde şehirlidir.

Sûre konu itibarıyla üç kısma ayrılabilir. Birinci bölüm: (1-5. Ayetler) İkinci bölüm: ( 6-8. Ayetler ) Üçüncü bölüm: ( 9-19. Ayetler ) Sûre aynı zamanda farklı müfessirler tarafından’da daha farklı bölümlere ayrılıp konu edinilmiştir.

A – Birinci bölüm/ (1-5. Ayetler): Sûre, oku emri ile başlar ve Kuran’ın ilk ayetinden itibaren şirki reddeder. Yaratan ve Rab ilişkisinin, yüce Allah, yalnızca kendisine ait bir hak olduğunu, bu niteliğini her hangi bir kişi, güç veya bir otoriteyle paylaşmasının mümkün olmadığını, ortaya koyarak, gerek o zaman’ki Mekke toplumunun, gerekse kıyamete kadar sürecek olan insanlığın, cahili şirk inanç ve anlayışının bu iki parçalı İlah yapılanmasını reddeder.

Cahiliye adı verilen, kula kulluk yapılan bu inanç sisteminin yerine hem yaratmanın hem’de eşya’yı, varlıkları tanımlayanın, insanlığa ve alemlere hükmedenin, onların hayat tarzını, yaşam biçimlerini belirlemenin yalnızca kendisine ait olduğunu belirterek, bu bölümün ilk beş ayetin’de İlaha ait özellikler anlatılarak, müşriklerin İlah anlayışları red edilerek, yeniden Rabbani, tevhid inancı ve anlayışı, bir biçimde inşa edilmeye çalışılmakta ve İnsanlara yüce Allah kendini anlatarak, tanıtmış oluyor diyebiliriz.

İlk beş ayetde’ki, İlaha ait nitelikleri şöyle ifade edebiliriz. 1- Allah, insanı alâk’tan YARATANDIR. 2- Aynı zamanda RAB’tır. 3- KEREM sahibidir. 4- İnsana bilmediğini öğreten, BİLGİNİN SAHİBİDİR, BİLGİNİN TEK KAYNAĞIDIR.

Yüce Allah, bu belirttiğimiz özellikleri üzerinden muhataplarına kendisini anlatıp, tanıtmış, kulluk yapılmayı hak edilenin yalnızca kendisine ait olduğunu belirterek, toplumdaki şirk’li İlah anlayışını düzeltmeye, yerine tevhidi bir iman tesis etmeyi öğütlemiştir diyebiliriz.

B – İkinci bölüm / ( 6-8. Ayetler ): Bu bölüm ayetler’de ise, İnsana ait özelliklerin anlatıldığını söyleyebiliriz. Ayetler, İnsanın hangi nedenle haddini aşıp, kendini müstağni gördüğünü azgınlaştığını ortaya koyuyor. 

İnsanı yaratan, ona ihsanda bulunan, ona rızkını veren, onu zengin eden, yalnızca yüce Allahtır. Fakat İnsanoğlu, ayetlerde geçtiği gibi genellikle kendisine bu nimetleri veren yüce Allaha, onu birleyerek kulluk yapmaz. Onu bu anlamda tanımaz, böbürlenir, kendini müstağni görür, Allah’la birlikte, kendisine sahte başka İlahlar edinir.

Yaratılışını, kendisine verilen nimetleri unutup, zenginliğine aldanıp şımaran insan tipi anlatıldıktan sonra, bunu üstü kapalı bir tehdit izliyor. Aynı zamanda bölümün sonunda iman düşünce sisteminin temellerinden bir başkası daha, dönüşün Allaha olacağı prensibi ele alınmaktadır. Evet bu bir tehdittir. Hesap günü ile muhatap tehdit edilmektedir.

Böylece bölümde, iman düşünce sisteminin uç noktaları bir araya gelmiş oluyor. Bir yandan yaratma ve doğuş, ona ikramda bulunma, öğretme noktası. Buna karşın dönüş ve varışın hiçbir ortağı olmayan, yalnızca bir olan Allaha olması.

3 – Üçüncü bölüm/ ( 9-19. Ayetler ): Bu bölümde mücadelenin, İman ile şirkin tarafları üzerinde yoğunlaştığını görebiliriz. Ayetler, Hz.Peygamber’in şahsında kıyamete kadar gelecek tüm Müminleri, zalim, zorba, Tağuti güçler karşısında boyun eğmekten men eder.

Bölüm azgınlık biçimlerinden birini ele alarak, Kuranın kendine özgü, eşsiz üslubu ile azgınlığın çirkinliğini sergileyerek onu eleştiriyor. Ayetler, müşriklerden ileri gelen azgın bir kişinin, Peygamberi namaz kılarken veya İnsanları yalnızca Allaha kulluğa davet ederken, bu azgın, zalim müşriğin yalanlaması, yüz çevirmesi şöyle dursun, Hz. Peygambere saldırması anlatılmaktadır. Ama sûrenin ifade ettiği anlamın genel olduğu bir gerçektir. Sûre, İbadet eden, itaat eden ve yalnızca Allaha kulluğa çağıran her Mümini ve azgın, namaz kılmayı engelleyen, yalnızca Allaha itaat edeni tehdit eden, kuvvet ve zor kullanarak böbürlenen tüm zamanların müşrik ve zalimini’de kapsar.

Ayetler, ayni zamanda Müslümanlara moral verirken, müşrikleride tehdit ederek uyarmaktadır. Kuşkusuz Hz. Peygamber ayetlerini Müslümanlara okumuş, ayetler’le onların ruhları kuvvetlendirilmiş, teslim ve takvaları arttırılmıştı. Bu ayetler müşrik muhatabına ve onun meclisine ( en-nediyy ) ulaşmış, şiddeti ile onları perişan etmiş, Peygamberin beslendiği ruhsal, manevi desteği, kuvveti hissetmelerini sağlamıştı. Mekke müşriklerinin ve her dönemin müşrik, güçlü, zorba liderlerine ve onun meclisine aldırış etmeden, Peygamberin ve her dönem müminlerin dünyevi kâr ve zarar hesabı değil, ahreti, hesap gününün bilinciyle yalnızca Allaha kulluk yapması, yalnızca yaratanına, ona sonsuz nimetler veren Rab’bine secde etmesi istenerek sûrenin ayetleri tamamlanıyor diye düşünebiliriz.

İşte sûrenin bölümleri böylece birbiri ile ahenk içinde oluyor ve her bölümün bıraktığı etkiler birbirini tamamlıyor. Ayrıca sûrenin, Rab, Tuğyan, Kerem, müstağni, İbadet, Salât, Hidayet, Takva ve Secde gibi temel kavramlarla muhataplarını inşa ettiğini söyleyebiliriz.

Evet Alâk suresinin ayetlerinin Hz. Peygamberimize nazil olduğu andan itibaren tarihin çizgisi yön değiştirmiştir. Bu olay yolların ayrılış noktası, dönemeci olmuştur. Kapalılığa ve karmaşıklığa yer yoktur. Ortada sapıklık varsa bile bile olsun, doğru yoldan dönme varsa kasten ve hak yoldan eğrilme varsa bile bile olsun.

Gerçekten bu, o eşsiz anda meydana gelen benzersiz bir olaydır. Kendisi ile bir dönemin başladığı ve bir dönemin son bulduğu kainat çapında bir olaydır bu. Bir milletin veya bir neslin tarihinde değil, İnsanlık tarihinde doğruyu yanlıştan ayırma aracıdır bu olay. Bu olay, bütün varlık aleminin dört bir yanından ona reaksiyon gösterirken kaydettiği, İnsan vicdanınında yazdığı bir olaydır. Artık buğün bu İnsan vicdanının bu büyük hatıraya dönmesi, onu unutmaması ve unutturmaması, ömrü boyunca yalnızca Allaha kulluğu yaşam biçimi sayıp sürekli hayatında tutması gereken bir olaydır.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir