03 Ağu 25 - Paz 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Mustafa Sabri ve Karadâvi’nin Siyasal Laikliğe Yönelik Eleştirisi

Mustafa Sabri ve Karadâvi’nin Siyasal Laikliğe Yönelik Eleştirisi

Yazarlar: Muhamad Fajar Pramono, Deden Ruhiat Mubarok

Yayın: AL-AFKAR: Journal for Islamic Studies, Cilt 8, Sayı 1 (2025)

Özet:

Bu makale, Mustafa Sabri’nin siyasal laiklik konusundaki eleştirel bakış açısını ele almaktadır. Din ile devletin ayrılmasının tehlikeleri, doğası ve sonuçları üzerine odaklanılmaktadır. 20. yüzyılın ilk yarısında öne çıkan Müslüman bir düşünür olan Mustafa Sabri, sekülarizm ideolojisini sadece bir sapma olarak değil, aynı zamanda dini terk etmeyi amaçlayan şeytani bir plan olarak görmüştür. Ona göre sekülarizm, İslami yönetim ile dini ilkeler arasında bir ayrılığı temsil eder. Din, yönetim üzerindeki otoritesini kaybetmekte ve bu durum ahlaki çöküntü ile değerlerin bozulmasına yol açmaktadır.

Bu makale, Mustafa Sabri’nin siyasal sekülarizme yönelik görüşlerini detaylı biçimde sunmakta; onun sekülarizmin tehlikeleri konusundaki eleştirilerini açıklamakta ve din-devlet ayrımının doğasını ve İslam için olası olumsuz etkilerini değerlendirmektedir. Siyasal laiklik hakkında İslamî bir bakış açısını anlamak isteyenler için bu çalışma faydalı bir kaynaktır.

Anahtar Kelimeler: Mustafa Sabri, Laiklik, Siyaset

 GİRİŞ

Laiklik, yani din ve devletin ayrılmasını savunan bir yaşam görüşü olarak İslam düşünürleri tarafından sıkça eleştirilmiştir. Syed Muhammad Naquib al-Attas, Yusuf el-Karadâvî, Muhammed Amâra, Muhammed Ali el-Bâr ve Salah eş-Şâvî gibi isimler bu düşünceye yönelik sert eleştirilerde bulunmuştur.

Bu çalışma, özellikle siyasal alandaki sekülarizme karşı Mustafa Sabri’nin eleştirel yaklaşımını incelemeyi amaçlamaktadır. Mustafa Sabri, Osmanlı’nın son şeyhülislâmı olup, 20. yüzyılın ilk yarısında Türkiye ve Mısır’daki politik ve entelektüel hayatı derinden etkilemiş önemli bir isimdir.

Mustafa Sabri’nin sekülarizme karşı yazdığı eleştiriler; kitaplarında ve gazete yazılarında açıkça görülmektedir. Bu metinler arasında:

 “İslam’da İmamet-i Kübrâ” (Ali Abdürrazık’ın laik görüşlerine cevap olarak),

 “en-Nekîr alâ Munkirî’n-Ni’me mine’d-Dîn ve’l-Hilâfe ve’l-Ümme”, ve onun anıtsal eseri olan “Mavkıfu’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Âlem min Rabbil Âlemîn ve İbâdihi’l-Mürselîn” gibi kitaplar bulunmaktadır.

Mustafa Sabri, laik düşünceyi sadece eleştirmekle kalmamış, aynı zamanda bu ideolojinin Müslüman toplumlar için ne gibi tehlikeler barındırdığını detaylı bir biçimde analiz etmiştir. Bu çalışma, onun laikliğe dair yaptığı eleştirileri; bu düşüncenin tehlikeleri, özü ve sonuçları açısından açıklayarak İslam açısından siyasal laikliğe dair daha derin bir kavrayış sunmayı hedeflemektedir.

Mustafa Sabri’nin Biyografisi

Mustafa Sabri el-Tokadî – tam adıyla Mustafa Sabri el-Tokadî bin Ahmed bin Muhammed el-Kozabadî – 21 Haziran 1869’da (12 Rebîülevvel 1286 H) Tokat’ta, saygın bir ailede dünyaya geldi. Daha on yaşına gelmeden Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemişti. Kur’an ilimleri, hadis, kıraat, akaid, tefsir, fıkıh, usûl gibi birçok İslami ilmi büyük âlimlerden derinlemesine tahsil etti.

Gençliğinde ailesinden izin alarak Kayseri’ye, Şeyh Muhammed Emin ed-Dürikî’nin yanına ilim öğrenmeye gitti. Daha sonra İstanbul’a geçerek, Al-Meşîhat el-İslâmiyye’de eğitim işleriyle görevli olan Şeyh Ahmed Âşim el-Kümilcanvî’nin talebesi oldu. 1890’da (1307 H) “rüûs” adı verilen mezuniyet sınavını başarıyla geçerek yüksek derece aldı.

İlmi Kariyeri:

Mustafa Sabri ilim hayatına Fatih Camii’nde hocalık yaparak başladı. Burada yetiştirdiği önemli öğrencilerden bazıları: Şeyh Said Efendi, Şeyh Kâmil Miras, Şeyh Muhammed Sabri Abidin gibi dönemin önde gelen âlimleridir.

Ayrıca şu kurumlarda ders verdi:

 Beşiktaş’taki Camiu’l-Asariyye,

 Vaizler Medresesi (Medresetü’l-Vâizîn),

 Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi,

 Medresetü’l-Mütehassısîn (Uzmanlar Medresesi).

1898 yılında (1316 H) Sultan II. Abdülhamid huzurunda ders vermekle görevlendirildi (durûsu’l-huzûr). Sultan tarafından beğenilen bu dersler sonrası, 1900–1904 arasında padişahın özel kütüphanecisi olarak tayin edildi. Ardından, Osmanlı’nın en yüksek ilmî makamı olan Şeyhülislamlık görevine kadar yükseldi.

Mustafa Sabri, toplam 17 eser kaleme aldı. Bunların altısı doğrudan İslam’ın temel meselelerini savunur; akaid, şeriat, ahlak ve siyaset sahalarında modern eleştirilere cevaplar içerir. Öne çıkan bazı eserleri:

 Mavkıfu’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Âlem min Rabbil Âlemîn ve İbâdihi’l-Mürselîn

 Mavkıfu’l-Beşer Tahta Sultan el-Kader

 El-Kavlu’l-Fasl

 Kavlî fî’l-Mer’e ve Mukâranetuhu bi Akvâli Mukallideti’l-Garb

 Mes’eletü Tercemeti’l-Kur’ân

 en-Nekîr alâ Munkirî’n-Ni’me mine’d-Dîn ve’l-Hilâfe ve’l-Ümme

Mustafa Sabri’nin Siyasi Hayatı

İlmi alanla birlikte siyasete de ilgi duyan Mustafa Sabri, 1908 yılında Tokat milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girdi. Ardından, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fikirlerine muhalif olan bazı isimlerle birlikte “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”nı kurdu. Bu partide: Genel başkan yardımcılığı görevini yürüttü,  Güçlü hitabet yeteneği sayesinde partinin sözcüsü olarak tanındı.

Ayrıca:

 Meclis-i Âyan (Senato) üyeliği,

 Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın yerine Osmanlı Sadrazamlığı,

 ve Devlet Şûrası (Danışma Meclisi) başkanlığı gibi yüksek siyasi görevlerde bulundu.

Fakat Osmanlı hilafeti ortadan kaldırılınca, Mustafa Sabri Mısır’a hicret etmeyi tercih etti. Hayatının geri kalanını burada geçirdi ve 7 Receb 1373 (12 Mart 1954) Cuma günü Kahire’de vefat etti.

Sekülarizmin Tanımı

Sekülarizm kelimesi, Latince “saeculum” kökünden gelir. Bu kök, hem “zaman” (şu an) hem de “mekân” (dünya) anlamına gelir.

“Saeculum”, daha çok zaman boyutunu,

“Mundus” ise mekânsal/dünyevi boyutu vurgular.

Modern bağlamda “secularism”, genellikle dünyaya ait olan, manevî değerleri reddeden bir yaşam anlayışı olarak tanımlanır.

“Secularize” ise, bir şeyin kutsaldan dünyevileştirilmesi sürecine denir.

Sekülarizm’in Arapçaya Çevrilmesi

Sekülarizm, Arapçaya genellikle “el-ʿilmâniyye” olarak çevrilir.

Ancak bu terim, eleştirilere maruz kalmıştır. Yusuf el-Karadâvî bu terimin doğru olmadığını savunur, çünkü “ʿilm” (bilim) ile ilgisi olmadığını belirtir.

Buna benzer şekilde:

 Safar b. Abdurrahman el-Huveylî

 ve Ğâlib b. Ali Avacî de bu terimin yerine “el-lâdîniyye” (dinsizlik) ve “ed-dünyeviyye” (dünyacılık) kelimelerinin daha uygun olduğunu savunur.

Sekülarizm’in Sözlük Anlamı ve Kavramsal Ayrım

Endonezya Dili Sözlüğü’ne göre “seküler” kelimesi:

 Dünyevi ya da maddi nitelikte olan,

 Dini veya ruhani temellerle bağlantısı olmayan anlamına gelir.

Sekülarizm:

Bir inanç veya doktrin olarak, dinî kurumların devlet işlerinden ve kamusal yaşamdan dışlanması gerektiğini savunur.

Sekülarizasyon:

1. Dine dayanmayan bir yaşam biçimine geçiş,

2. Devletin mal varlıklarını kamusal ya da başka amaçlarla kullanması anlamına gelir.

Harvey Cox’un Açıklamaları

Harvey Cox, sekülarizm ile sekülarizasyon arasında açık bir ayrım yapar:

 Sekülarizm: Dini dışlayan, kapalı bir dünya görüşüdür. Adeta alternatif bir din gibi işlev görür. Amacı, devlet, eğitim, ahlak ve toplumsal alanları dinin etkisinden arındırmaktır.

 Sekülarizasyon: İnsan düşüncesini ve dilini metafizik etkilerden ve dini otoritelerden kurtarma sürecidir. Bu yönüyle daha “nötr” ve tarihsel bir olgudur.

Ortak Nokta

Yukarıda zikredilen tüm tanımlardan şu sonuç çıkar:

“Seküler”, “sekülarizasyon” ve “sekülarizm” gibi kavramlar,

 Dinî otoriteyi sınırlandırma veya dışlama eğilimi gösterir.

 Bu yönüyle hepsi, dinin kamusal ve siyasi yaşamdaki etkisini azaltmaya çalışır.

Sekülarizmin Ortaya Çıkışı

Sekülarizm, Batı medeniyetinin bir ürünü olarak doğmuş ve Hristiyanlık dünyasında gelişmiştir. Özellikle son iki buçuk yüzyılda Batı Avrupa’da güç kazanmıştır. Bu süreç, kilisenin baskın gücünün kırılmasıyla başlamıştır.

Orta Çağ boyunca politik otoriteyi elinde tutan kilise, zamanla gücünü kaybedip yerini laik (seküler) iktidarlara bırakmıştır.

Bu süreç sadece siyasal değil, teolojik bir dönüşüm de yaratmıştır. Hristiyanlık içinde liberal teoloji anlayışları gelişmiş ve bu fikirler daha sonra diğer dinlere, özellikle İslam’a doğru da yayılmıştır.

Adian Husaini’nin Görüşüne Göre Sekülarizmin Nedenleri:

1. Tarihsel Travma:

   Orta Çağ’daki kilise egemenliği nedeniyle Batı’da dinle ilgili olumsuz bir hafıza oluşmuştur. Bu dönem, “karanlık çağlar” olarak anılır. Roma’nın yıkılışından Rönesans’a kadar geçen bu dönemde, kilise mutlak otorite haline gelmiş ve insanlara karşı zalim uygulamalara imza atmıştır.

2. Engizisyon ve Eleştiriye Kapalı Yapı:

   Kilise eleştiriden bağışık ilan edilmişti (infalibilite – yanılmazlık ilkesi). Engizisyon mahkemeleri, bilime ve muhalefete karşı oldukça vahşi ve baskıcı yöntemler kullandı.

3. Kutsal Kitap Krizi:

   İncil’in (Tevrat ve İncil) özgünlüğü hakkında çok sayıda ihtilaf doğmuş, orijinalleri ortada olmadığı gibi farklı versiyonların bulunması halk arasında şüphe uyandırmıştır.

4. Teolojik Sorunlar:

   Hz. İsa’nın tanrılığı gibi inanç esaslarının çelişkili yapısı ve konsiller (Nicea, Kadıköy vb.) sırasında yaşanan anlaşmazlıklar, Hristiyan dünyasında parçalanmalara yol açmıştır.

Bu faktörler, Batı’da halkın dini yapılara ve dogmalara karşı yabancılaşmasına neden olmuş; sonuç olarak sekülarizm kaçınılmaz bir ideolojik tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Sekülarizmin Kökenine Dair Diğer GörüşlerDr. Camile el-Hacc’a göre sekülarizm, Avrupa’daki kilise-devlet çatışmasının bir sonucu olarak doğmuştur. Amaç, devlet ile dini kurumlar arasına kesin bir sınır koymaktır. Bu ayrım sadece siyasî iktidar ile din arasında değil, aynı zamanda dinî dogmalar ile bilimsel bilgi arasında da belirginleşmiştir.

Çünkü:

Kilise, bilimin gelişimine engeller koymuş,

 Bilim insanlarını zorla susturmuş ya da yakarak cezalandırmıştır.

Bu bağlamda bazı bilim insanlarının hayatı ciddi şekilde tehdit altına girmiştir.

Yusuf el-Karadâvî’ye Göre Sekülarizmin Sebepleri

Yusuf el-Karadâvî, Batı’daki sekülarizmin ortaya çıkışını beş ana faktöre dayandırır:

1. Dini Faktör:

   Kilise’nin kutsal metinleri ve dogmaları, halkın rasyonel ihtiyaçlarını karşılayamamış, içeriği tutarsız ve tarih dışı kalmıştır.

2. Düşünsel Faktör:

   Dinî öğretiler ile bilim arasında çelişkiler ortaya çıkmış ve halk bilimle barışık bir düşünce sistemine yönelmiştir.

3. Psikolojik Faktör:

   Kilisenin baskıcı yapısı toplumsal travmalara yol açmış, Batı halkı dinî yönetimlerden nefret eder hale gelmiştir.

4. Tarihsel Faktör:

   Orta Çağ’daki dinî otoritenin siyaseti mutlak biçimde kontrol ettiği dönemler, sekülarizmin doğuşuna zemin hazırlamıştır.

5. Ampirik-Gerçeklik Temelli Faktör:

   Günlük yaşamda kilise halkın sorunlarına çözüm üretememiş, laik çözümler halk tarafından daha uygulanabilir görülmüştür.

Sonuç:

Bütün bu nedenler bir araya gelerek Batı toplumlarını, modernleşme ve ilerleme arayışında sekülerliği bir zorunluluk gibi görmeye yönlendirmiştir. Böylece dini baskılardan kurtulmuş, rasyonel ve dünyevi bir sistem kurmak için sekülarizmi benimsemişlerdir.

Mustafa Sabri’nin Siyasal Laikliğe (Sekülarizme) Yönelik Eleştirileri

 1. Sekülarizmin Tehlikeleri

Mustafa Sabri, eleştirilerine sekülarizmin tehlikelerini ortaya koyarak başlar. Ona göre: “Modernist Müslümanlar tarafından İslam ülkelerinde ortaya atılan laiklik gibi görüşler, yalnızca fikir ayrılığı değil, aynı zamanda dinden uzaklaştırmaya yönelik sinsi bir plandır.”

Laikleşme; görünüşte sadece “din ile siyasetin ayrılması” gibi sunulsa da, aslında dinin toplumdan ve devletten tamamen uzaklaştırılmasını hedefler. Sabri, bu ayrımın oldukça tehlikeli olduğunu savunur:

 Çünkü bu durum, toplumun dine olan bağlılığını zayıflatır,

 Devleti İslami hukuktan koparır,

 Ve dini sadece bireysel yaşama hapseder.

Bu bağlamda:

Sekülarizmi benimseyen bir yönetim, dine ihanet etmiş olur.

 Halk da bu duruma sessiz kaldığında, dini değerleri koruma görevini ihmal etmiş sayılır.

 Dahası, Sabri’ye göre bu, bireysel anlamda da imanı tehlikeye sokabilir. Çünkü kişi, şeriatı reddeden bir yönetimi meşru gördüğünde imanî bir kayma yaşar.

Mustafa Sabri, Müslümanların böyle bir ayrışmaya karşı uyanık olması gerektiğini vurgular. Ona göre sekülarizm, bir dinî devrimin ve İslam toplumunun temel değerlerine yönelik en tehlikeli tehditlerden biridir.

2. Sekülarizmin Hakikati (Özü)

Mustafa Sabri, sekülarizmin doğasını çok yönlü şekilde analiz eder. Onun sekülarizm tanımı sadece bir cümleyle özetlenemez. Ona göre, sekülarizm:

1. Müslüman yöneticilerin İslam’dan bağlarını koparmasıdır.

   Laik bir hükümet, yöneticilerini şeriat dışı ölçütlerle belirler ve bu durum toplumun da İslam’dan uzaklaşmasına neden olur.

2. Dinî otoritenin devlet üzerinde denetim gücünü yitirmesidir.

   Dini otorite yok sayılırken, devlet halkı denetlemeye devam eder.

3. Devletin artık şeriata boyun eğmeyeceğini ilan etmesidir.

   Bu tutum, halkın da dine bağlılığını sorgulamasına yol açar.

4. “Din ile siyasetin ayrılması” ifadesi masum görünür, fakat esas hedef ‘devleti dinden, ardından toplumu da dinden koparmaktır.’

   Sabri, bu söylemin arkasındaki niyetin çok daha derin ve yıkıcı olduğunu belirtir.

5. Sekülarizm, ilahî rehberliğin yerine insan aklını koyar.

   Sabri’ye göre, tarihte en günahkâr yöneticiler bile İslam hukukunu yürürlükte tutmuş, seküler hukuklara başvurmamıştır. Laikliğin bu yönü tarihte eşi benzeri görülmemiş bir sapmadır.

Mustafa Sabri, bireysel düzeyde şeriattan uzaklaşmanın bile tehlikeli olduğunu hatırlatarak, devletlerin şeriat dışına çıkmasını çok daha büyük bir tehdit olarak değerlendirir.

Eğer bir devlet açıkça “şeriat devleti değilim” diyorsa ve buna halk rıza gösteriyorsa, Sabri’ye göre bu durum “imanî bir bozulmadır” ve mürtedit hükmüne varabilir.

Devletin sadece bayramlarda ya da resmi törenlerde İslam’ı simgesel olarak hatırlaması, Sabri’ye göre bir münafıklık göstergesidir.

Mustafa Sabri, devletin dinle ilişkisini tahlil ederken, halk-devlet ilişkisini de esas alır. Devlet, şeriata bağlı değilse; halkın bağlılığı da anlamını yitirir. Bu analiz, onun “İslam devleti” anlayışının merkezinde yer alır.

 3. Sekülarizmin Sonuçları

Mustafa Sabri, sekülarizmin özellikle İslam açısından doğuracağı sonuçları dokuz başlık altında değerlendirir:

1. İslam için En Zarar Verici Yaklaşım

Sabri’ye göre, sekülarizm İslam’a diğer dinlerden daha fazla zarar verir. Çünkü: İslam yalnızca ibadetleri değil; ekonomik, cezai, adli, siyasî ve sosyal düzenlemeleri de içerir.

Bu bütünlük, İslam’ın sekülarizmle bağdaşamayacağını gösterir. İslam, yalnızca bireysel değil devletsel bir sistemdir.

2. İslam Din–Devlet Bütünlüğünü Temsil Eder

Sabri, İslam’ın sadece bir din değil, aynı zamanda bir devlet ve millet inşası projesi olduğunu vurgular. İslam:

 Toplumun farklı katmanlarını birleştirir,

 Takva esaslı bir eşitlik anlayışı getirir,

 Kavmiyetçi ayrımları reddeder,

 Sosyal birliği ve ortak kimliği sağlar.

3. İslam Hukuku Kendi Başına Yeterlidir

Sabri’ye göre, İslam toplumları başka hukuk sistemlerine ihtiyaç duymaz. Çünkü:

Tüm hukukî düzenlemeler Kur’an ve Sünnet’e dayanır,

 Bu hükümler binlerce fıkıh ve usul kitabında ayrıntılı olarak kayıt altına alınmıştır.

Dolayısıyla laik yasalar, bu kadim hukuk sisteminin yerine ikame edilemez.

4. Ahlaki Değerlerin Çöküşü

Seküler sistemde din, devlet yönetiminden uzaklaştırıldığında:

Ahlakî değerler bozulur,

Toplumsal normlar zayıflar,

Laik toplumlarda yozlaşma, bireyselciliğe dayalı değerler, toplumun manevî dokusunu çözer.

Modern Batı’da görülen ahlaki yozlaşma, Sabri’ye göre sekülarizmin en net sonucudur.

5. Din Devletin Altında Görülür

Laik sistemde, dinin devlete karışması engellenir. Böylece:

“el-İslâm ya‘lû ve lâ yu‘lâ aleyh” (İslam yücedir, onun üzerine çıkılamaz) kaidesi ihlal edilmiş olur.

Devlet, dini kontrol altına alırsa, bu bir aşağılanma olur; aynen İngiliz mandası altındaki Mısır gibi bir durum ortaya çıkar.

6. Toplumu Etkileyen Devletin Sapması Daha Tehlikelidir

Mustafa Sabri’ye göre, sekülarizmin sadece halkın değil, özellikle devletin tarafından benimsenmesi çok daha yıkıcıdır:

 Devletin laikleşmesi, doğrudan halkın da inanç yapısını değiştirir ve bozar.

 Çünkü halkın devleti etkileme gücü sınırlıdır, fakat devletin halk üzerindeki etkisi büyüktür.

Bu sebeple, laik bir devlette halkın dini yaşantısını koruması da güçleşir.

7. Dindarları Zorlaştıran Serbestlik

Seküler sistem, dine karşı “tarafsız”, herkesi kendi inancını yaşamakta serbest bırakır gibi görünür,

 Ancak bu özgürlük ortamı, ahlaki sınırları aşan grupların güçlenmesine neden olur.

Sonuçta:

 Dindar insanlar inançlarını yaşamakta zorlanır,

 Fısk ve günah yaygınlaşır,

 Toplumun genel yapısı bozulur.

8. Anayasal Dinden Uzaklaşma

Sekülarizmin doğal sonucu olarak, devlet anayasasında “İslam resmî dindir” ibaresi kaldırılır. Bu, dini:

 Siyasi sistemden,

 Hukuk sisteminden,

 Eğitim politikalarından uzaklaştırır.

Oysa Sabri’ye göre, İslam devleti, İslam’ın bütün yönleriyle uygulandığı yapıdır.

9. Yönetimin Küfrü Topluma Yansır

Son olarak, Sabri seküler yönetimlerin küfrünün sıradan halkı da etkilediğini ifade eder. Çünkü:

“Devlet, halkın temsilcisidir. Temsilcinin eylemi, temsil ettiği toplumu da bağlar.”

Bu nedenle laik bir yönetimi kabullenen toplum da imanî bakımdan zarar görebilir.

Toparlarsak:

Mustafa Sabri, sekülarizmin ahlaki, siyasi ve imanî birçok yönden İslam’a zarar verdiğini düşünür. Ona göre laiklik, yalnızca dini değil, toplumu ve devleti köklerinden koparan bir ideolojik projedir.

 Sekülarizme Yönelik Diğer İslami Eleştirilerle Karşılaştırma

Mustafa Sabri gibi, Yusuf el-Karadâvî de sekülarizme karşı sert eleştirilerde bulunmuştur. Ancak her iki düşünürün yaklaşımı bazı yönlerden farklılık gösterir:

Mustafa Sabri’nin Yaklaşımı:

Sekülarizmin tehlikelerine yoğunlaşır.

 Onu sadece bir ideolojik sapma olarak değil, bilinçli bir “dinden uzaklaştırma projesi” olarak tanımlar.

 Laik bir devletin, İslam’a karşı isyan niteliğinde olduğunu savunur. İslam tarihinde hiçbir fâsık yönetici dahi şeriatı bütünüyle terk etmemiştir; laiklik bu açıdan “eşi benzeri görülmemiş bir ihanettir.”

Yusuf el-Karadâvî’nin Yaklaşımı:

 Sekülarizmin kökenine ve felsefî arka planına odaklanır.

 Sekülarizmin İslam’a ait olmayan bir Batı tecrübesi olduğunu vurgular.

 Hristiyanlıkta Tanrı ve devlet ayrımı vardır; İslam’da ise din ve dünya bir bütündür.

Karadâvî’ye göre:

 “Allah’ın hükmü ile dünya işleri arasında bir ayrım yapılamaz. Tıpkı ruh ve beden gibi, birlikte var olurlar.”

Bu nedenle din ve siyaset ayrımı, İslam düşüncesiyle bağdaşmaz. O, peygamberlerin ve Hulefâ-i Râşidîn’in faaliyetlerini doğrudan siyasetle ilişkilendirir.

Yusuf el-Karadâvî, sekülarizmin temel yanılgısını şöyle özetler:

 “Sekülarizm, Hristiyanlığın acı tecrübelerine dayanır. Fakat bu durum, İslam’a uyarlanamaz. Çünkü İslam zaten doğası gereği hem din hem devlet, hem inanç hem yönetimdir.”

Sonuçta her iki düşünür de:

 Sekülarizmin İslam toplumuna uygun olmadığını,

 Ve bu yaklaşımın, İslam’ın temel yapısına ters düştüğünü savunur.

 KESİN SONUÇLAR VE DEĞERLENDİRME

Mustafa Sabri’nin siyasal sekülarizme ilişkin eleştirileri incelendiğinde şu temel sonuçlara ulaşılır:

1. Sekülarizm, Sadece Bir Fikir Değil, Dine Karşı Bir Projedir

Mustafa Sabri, laikliği yalnızca bir düşünce sistemi olarak görmez; onu dinî otoriteyi ortadan kaldırmayı hedefleyen kasıtlı bir girişim olarak değerlendirir.

“Din ile siyasetin ayrılması” ifadesi, aslında şeriatın devletten dışlanması, dolayısıyla da toplumun İslam’dan koparılması anlamına gelir.

 2. Laiklik, İslam’ın Devlet Anlayışıyla Bağdaşmaz

Mustafa Sabri’ye göre: İslam sadece bireysel bir ibadet dini değil,  Aynı zamanda devlet, hukuk, toplum ve siyaset düzenidir. Bu yüzden laik bir sistemde İslam’ın hayatın tüm alanlarına hükmetme yetkisi ortadan kaldırılır.

 3. Sekülarizm, İmanî Tehlike Taşır

Laik yönetim biçimi:

 Şeriat hükümlerini terk eder,

 Toplumu seküler değerlere yönlendirir,

 Nihayetinde bireyin inanç yapısında da bozulmalara yol açar.

Bu nedenle Sabri, sekülarizmi benimseyen yönetimleri ve onlara sessiz kalan halkı imanî açıdan sorumlu tutar.

4. İslam’ın Kapsayıcılığı Nedeniyle Sekülarizmle Asla Uzlaşamaz

İslam’ın hukuk sistemi, ahlakî değerleri, toplumsal kuralları ve devlet anlayışı kendi içinde tam bir bütündür. Bu nedenle:

 Laikleşme, bu bütünlüğü parçalayan bir yıkım sürecidir.

 Sekülarizm sadece ahlakı değil, medeniyetin tüm temellerini çökertir.

Bu değerlendirmeler doğrultusunda Mustafa Sabri’nin sekülarizm eleştirisi, yalnızca geçmişin polemiği değil; bugün hâlâ geçerliliğini koruyan köklü bir İslamî duruştur.

SONUÇ

Mustafa Sabri’nin siyasal sekülarizme yönelik eleştirileri, hem derin hem de sistematik bir yaklaşım sunar. Onun eleştirileri üç ana başlıkta özetlenebilir:

1. Sekülarizm Bir Sapkınlık ve Tehlikedir

Mustafa Sabri’ye göre sekülarizm yalnızca yanlış bir fikir değil, aynı zamanda:

 Dini etkisizleştirmeyi hedefleyen,

 Devletin şeriatla olan bağını koparan,

 Ve toplumun İslam’dan uzaklaşmasına neden olan planlı bir projedir.

2. Sekülarizm Devlet ve Halk İçin Aynı Anda Zarar Vericidir

Laik bir devlet anlayışı:

 Şeriatı dışlar,

 Akılcı ve seküler sistemleri benimser,

 Böylece sadece devleti değil, halkın da imanî bağlılığını bozar.

Bu süreç zamanla:

 Toplumsal ahlakın çökmesine,

 Değerlerin yozlaşmasına,

 İslamî kimliğin silinmesine neden olur.

 3. İslam Bütüncül Bir Dindir ve Devletten Ayrılamaz

Mustafa Sabri’ye göre:

 İslam sadece namaz, oruç gibi ibadetleri kapsamaz;

 Ekonomi, hukuk, siyaset, aile hayatı gibi tüm alanlarda geçerli bir sistemdir.

Bu yüzden sekülarizmle asla uzlaştırılamaz.

Genel Değerlendirme

Mustafa Sabri’nin analizleri, İslam ile sekülarizm arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı açıkça ortaya koymaktadır. Onun bu yaklaşımı:

 Günümüz Müslüman düşünürleri için hâlâ geçerli ve ilham verici bir zemin sunmaktadır.

 Sekülarizme karşı İslamî refleksi canlı tutmak açısından önemli bir referans niteliği taşır.

https://al-afkar.com/index.php/Afkar_Journal/article/view/2154/1058

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir