Bugün İslam dünyasının karşı karşıya olduğu pek çok sorunun temelinde, din ile siyaset arasındaki bağın kopması yatıyor. Oysa İslam, siyaseti sadece bir yönetim biçimi olarak değil; aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk, ilahi bir emanet olarak görür. Ne yazık ki bu anlayış zamanla zayıfladı, hatta terk edildi. Modern Müslüman toplumlar, ya otoriterliğe savruldu ya da seküler sistemlere öykündü. Peki, İslam’ın kendi içinden çıkan siyaset anlayışı nasıldı?
İslam siyaset düşüncesinin temel taşı tevhid ilkesidir. Bu, Allah’ın yegâne otorite sahibi olduğu inancıdır. Ne halk, ne lider; hiçbir güç mutlak egemenlik iddia edemez. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Medine’de kurduğu İslam devleti bu anlayışın en güzel örneğidir. Adalet, eşitlik, danışma ve hoşgörü üzerine kurulan bu model, insanın hem dünyasını hem de ahiretini gözeten bir siyasal yapıya işaret eder.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra gelen Raşid Halifeler dönemi, İslam siyasetinin zirvesi olarak kabul edilir. Bu dönemde yöneticiler halkın rızasıyla ve danışma esasına göre göreve gelmiş, iktidarı bir emanet olarak görmüşlerdir. Lüks ve şatafattan uzak bir hayat sürmüş, kararlarında Kur’an ve Sünnet’i esas almışlardır.
Ancak zamanla bu ilkelerden sapmalar başladı. Emevîler ile birlikte hilafet, hanedanlığa dönüşürken, Abbasîler ve sonrasında Osmanlılar döneminde merkeziyetçilik ve bürokratik yapı ağırlık kazandı. Yine de bu devletler, farklı dönemlerde ilme, adalete ve medeniyete katkı sağladılar. Ne var ki, hilafetin ilahi anlamı gitgide sembolikleşti. Nihayet 1924 yılında hilafet tamamen kaldırıldı ve İslam dünyası, ilk kez siyasi birliğinden tamamen uzaklaştı.
İslam devlet anlayışı, sadece yönetim aygıtı kurmakla kalmaz; aynı zamanda toplumsal barışı, ekonomik adaleti ve bireysel hakları da gözetir. Devletin görevi, sadece yol, köprü ya da yasa yapmak değil; halkın onurunu korumak, ahlaki değerleri yüceltmek, iyiliği yaymak ve kötülüğü önlemektir.
Bu bağlamda İslam’da birkaç temel kavram öne çıkar: Egemenlik Allah’a aittir. Yönetici, Allah adına halka hizmet eder. Biat, halkın gönüllü bağlılığını ifade eder. Şûrâ, ortak aklı devreye sokar. Ulû’l-emr ise, itaatin meşru sınırlarını çizer. Yöneticinin adaletten sapması durumunda ona itaat zorunlu değildir.
Modern dünyada ise, bu ilkelerin çoğu unutulmuş durumda. Yöneticiye körü körüne bağlılık, şahıs kültleri ve mutlak iktidarlar yaygınlaştı. Halkın onayı, seçim günü verilen oyla sınırlı kaldı. Danışma yerine tek adam kararları, adalet yerine çıkar hesapları öne geçti. İşte bu noktada İslami siyaset düşüncesini yeniden gündeme almak, onu modern şartlara uygun bir şekilde yeniden yorumlamak kaçınılmaz hale geldi.
İslam’ın sunduğu siyasal sistem, sadece Müslümanlar için değil; insanlığın tamamı için evrensel değerler taşıyor: adalet, eşitlik, danışma, liyakat, sorumluluk ve merhamet. Tüm bu değerler, bugünün dünyasında da hâlâ geçerliliğini koruyor.
Bugün Nijerya’dan Türkiye’ye, Endonezya’dan Fas’a kadar tüm Müslüman coğrafyada ihtiyaç duyulan şey; İslam siyaset düşüncesini ahlaki temelleriyle birlikte yeniden hatırlamak ve hayata geçirmektir. Çünkü İslam, sadece bir inanç sistemi değil; aynı zamanda adil bir yönetim sistemidir.
Yazan: – Bello Ali – Zing Eğitim Fakültesi, Taraba Eyaleti, Nijerya – Khadija Adamu Mafindi – Zing Eğitim Fakültesi, Taraba Eyaleti, Nijerya – Qadi Badamasi Muhammad Aliyu, PhD – Taraba Eyaleti Şeriat Temyiz Mahkemesi, Jalingo |
https://www.researchgate.net/publication/368454897_FRAMEWORK_OF_ISLAMIC_POLITICAL_THOUGHTS
adresinden özetlenmiştir