Arkadaşlar
Meclis başkanı Numan Kurtulmuş’un Anayasanın üçüncü maddesine içkin “devletin, ülkesi ve milleti olmaz” sözünü tartışalım mı?
Bana önemli bir mevzuu olarak göründü.
Cumhuriyetten sonra dindarların zihninde “devlet-millet” ayırımı bir ön kabul gibidir. Devleti yönetenlerin yaptıkları inkılaplarla milletin manevi ve ahlaki değerlerine yabancı kaldıkları, dolayısıyla devletin milleti ile barışık olmadığı düşünülür.
Burda mesele devletin kendisinden çok devleti kimlerin yönettiği önemsenir. Üstü örtük olarak aynı devleti kendileri yönetirse sorun çözülecek, devlet milletiyle barışacaktır!
Dolayısıyla “milletin devleti, milletiyle barışık devlet”den kasıt budur. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” özdeyişi de bu maksadı dışa vurur!
Başka bir deyişle devleti yönetenlerle millet arasında bir zihniyet kopukluğu dile getiriliyor. Ama burada milletten ve devletten kasıt açık edilmiyor. Onun yerine şanlı tarih kaynaklı, dünya devleti olunan dönemin manevi ve ahlaki değerleri söz konusu ediliyor, bu vasıfları taşıyanlar devleti yönetirse, devlet millet kucaklaşması, barışması olacaktır diye düşünülüyor..
Yanlış efsir etmiş olabilir miyim?
Test etmek için akla gelen soru, zamanındaki devletlerde de olduğu üzere Osmanlıda da devletin, sultanın mülkü olduğunda böyle bir ön kabul neden yoktu. Sultanlığı ve halifeliği kaldırıp yeni dünyadaki batılı devlet yapısını, yasalarını, idari yapılarını, ekonomi politiğini vs ithal edenler millete yabancı sayıldı. Oysa bu ithalat 1800’lerde başlamış, Tanzimat’la beraber devlet islamdan dokuz talakla boşanmıştı!..
Üniversitelerde teorik çerçevesi ve en temel yapısı öğretilen devlet
1- bir toprağa-sınırları belli vatana
2- burda yaşayan bir millete
3- bu milleti yöneten bir devlete
4- meşruiyetin ya da egemenliğin halk iradesini temsilen devlete.. ait olduğu tanımı öğretilir.
Bu dört unsurlu tanım nerdeyse genel geçer kabule mazhardır.
Devletin tanımında, mahiyetinde, rejiminde ve şeklinde, varlık sebebinde, meşruiyetinde, iktidarın değişiminde vs farklı görüşler ve ideolojik yaklaşımlar olsa da, yukardaki dört maddeli ana çerçeve nerdeyse kaziye-kural sayılır..
Şu halde işletme uzmanı prof doktor Kurtulmuşun bunları bilmediğinden bahsedilemez. O halde ne demek istemiş olabilir? Niyet okuması değil kültürel arka plan okuması yaptığımızı söyleyelim..
Tartışmanın çerçevesi şöyle çizilebilirsek bizim de muradımız anlaşılmış olur:
Devlet derken, kendi sınırları içinde hükümranlığının geçerli olduğu bir toprağa, toprak üstünde yaşayan bir millete sahip olan egemen bir güçten bahsettiğimizi izaha gerek yok.
Bu unsurlara sahip olmayan şeyin devlet olmayacağı izahtan varestedir.
O halde
Numan Beyin ne dedikleri meseleye dair kafa karışıklığına sebep olmasından çok İslamcılardaki ön yargıyı açık etmesi ve tahlil etmek bakımından önemli..
Konu devletse devam edelim. Çünkü önemli. Ya da ben konuyu önemsiyorum.
Evvela söylemeli ki “devlet etkisi” diye bir şey vardır, hükümranlık alanında bunun dışında kalan bir şey düşünülmez! Nerdeyse her şeye müdahil olan; her alanı düzenleyen ve denetleyen; herkese uyulması gereken sınırları tayin eden devlet, din en başta, sözü dinlenen, emrine uyulan yegane buyurgandır.
Bu yanıyla devlet ilah mıdır? Elbette. Başka ne ki!
-Buyruk veriyor mu?
-Düzenleme yapıyor mu?
-uyulacak ve yaşanacak sınırları, hudutları belirliyor mu?
-yargılıyor mu?
Evetse buna “din” deniyor İslami literatürde. Yani devlet aynı zamanda bir din. Ya da din buyuran bir ilah.
Devletin ilahlığı şöyle de izah edilir siyaset tarihi ve literatüründe:
Tanrı, din dahil her şeyden bağımsız olan.. Kendi başına bir kategori olan.. Özerk ve otonom olan.. Kendisi amaç olan.
Dolayısıyla diğer her şey devlete göre anlamlı!
Dolayısıyla devletin görüşü her şeyde “bir referans”tır. “Bir norm”dur.. Aksini düşünen ve hareket edenler en büyük suç sayılan “hain, devlet millet düşmanı” etiketini yer! Cezası malum!
Bu anlattıklarım siyaset bilimi veya sosyolojide sadece bir teori değildir, modern devletlerde ve eskilerde de pratiğin kendisidir. Böyle olduğunu zaten herkes yaşıyor ve görüyor..
Numan Kurtulmuşun kafasındaki devletin ne olduğunu bilen yok, modern literatürde ve pratikte öyle bir devlette yok! Buna rağmen yüksek ihtimalle Osmanlı dönemi devlet modelini aradığı söylenebilir! Burda da niyet okumuyor, Numan Beyin de dahil olduğu İslamcı camianın müktesebatından hareket ediyoruz!
Bunun tercümesi şöyledir: Devlet mülktür.. Mülkün sahibi sultandır.. Sultan aynı zamanda halifedir.. Halife şeriatı, sultan devleti temsil eder.. sultanlık ya da devlet örfi yasalarla, halifelik şeri yasalarla kaimdir.. Ve devletin dini
Adalettir.
İskamci zihin için modern çağda geride kalmış bu biçimin yeniden tekrarlanması sorun olmaz! Ama yeni biçimin laikliği bir sorundur!..
Konuyu önemli bir hususla bitirelim:
Moden çağda devlet denen, aynı zamanda “insan kalabalıklarını bir araya getiren, birlikte tutan” tek şeydir. Aynı vatanda yaşıyor olsalarda onları bir ve beraber yapan şey devlettir. Bu hususta devlet tektir. Aynı işi yapan başka bir şey yoktur.
Çünkü modern devlet dinin yerini almıştır, dinin bu fonksiyonunu üstlenmiştir.
Endüstri çağına geçişte milliyetçilik, milli dil, milli vatan, milli sınırlar vs ulusal birliği sağlayan tek unsurdu.
Ulusal birliğini tesis edemeyen milletler (1870’e kadar İtalya ve Almanya örneği), ulusal birliğini sağlamış milletlerin (İngiliz ve Fransız örneği) sömürgesi oldu; işgal edildiler.
Bu olgu, ulusal birliğini sağlayan devletler ve vatan sınırı içinde kalmış farklı milletlerin azınlık statüsünde kaldıklarını da gösterir: Sınırlar çizilirken her milletin başına geldi bu: Diaspora denen şeyde burdan çıktı. Yani vatan sınırları dışında kalan soydaşlar. Sizin dışarda kalmış soydaşlarınıza karşılık, onlarında sizin içinizde kalmış soydaşları!
Özetle modern çağda ulusal birlikleri devletler kurdu. Bunu sağlayanlar aynı zamanda endüstrileşmiş, ordusu güçlenmiş, teknolojiyi kullanan, kalkınmış, kendi pazarının hakimi ve ne kadar becerdiyse o kadar dış pazarlarda sömürgeciliğe çıkan “tüccar” nitelikli devletle mümkün oldu..
Konuyu İslamı dışarda tutarak ele alıyoruz. Devletin İslami olanını konuşmuyoruz!
Konuya
Modern insanı tanımlayarak devam edebilirsek, başka bir çerçeve çizerek bağlam oluşturabilir, öze dair bir fikir edinebiliriz.
Modern insan ilk kez İtalya’da, Rönesans sonrası dünyaya gelir.
Malum Rönesans “yeniden doğuş” demek. Modern insanın en tipik vasfı “rasyonel” olmasıdır.
Bu rasyonellik bizim anladığımız masumiyette değil; akılla falan da alakası yoktur.
Rasyonel insanın dünyaya bakışı, dünya görüşü farklıdır, bu insan seküler falan değil.
Buradaki rasyonellik, her şeyi “menfaat” temelli düzenlemeye atıftır. Hukukun rasyonelliği ne yaparsa neyle karşılaşacağını bilmek, iktisadın rasyonelliği belli kurallar dahilinde öngörüde bulunmak, siyasetin rasyonelliği çıkar hesabı gütmek.. vs dir.
Rasyonel insan dinsiz insan değildir. Dini yeniden tanımlayan, dini aklileştiren insandır, diğer her şeyde olduğu gibi..
Yani, rasyonel insan türü, tipi Müslüman Hristiyan Budist Yahudi.. ateist deist teist.. her neyse, menfaatine uyanıyla hemhal olandır.
Menfaatiyle çatışan ilahi buyruklar, metinler, mesajlar.. metaforik olarak okunur, temsili anlaşılır, menfaate uygun yorumlanır..
Tekrar ediyorum, buradaki rasyonelliğin akılla bir ilişkisi yok. Akıl başka şey, rasyonellik başka şeydir.
Zaten Rönesans eski-klasik metinleri yeniden okuyarak başladı.. Klasikleri aşamadılar. Reddetmediler. Ama yeniden okudular.
Klasikler hala klasiklerdir. Hala okunmaktadır. Ama okuma biçimi değilşir: Staocu, aydınlanmacı, mezhepçi, millici, modern, postmodern.. okuma biçimleri gibi.
İsteyen İngiliz türü bilimsel-deneyci okur; isteyen Fransız türü rasyonalist okur, isteyen Alman türü romantik okur.
Sahabenin okuma biçimini bilmeyenin bu tuzaklardan birine takılması kaçınılmaz.
Fakat bu okumalar mutlak ve kategorik yanlış okuma değildir. Hep yanlış üretim yapılmaz.
Ama dini kavrayışı bozar..
Rasyonel insanın tanrısı nesneldir!
Bunun dünyasında ve hayatında dinin bildiğimiz tanrısı yoktur. Çünkü bu tanrı başa beladır! Her bi şeye karışan engeldir!
Olayların, olguların, gelişmelerin.. tabiatın, yaratılışın, ekonominin siyasetin hukukun.. Tanrıyla ilgisi yoktur. Devletinde öyledir.
Var idiyse o tanrı zaten öldürülmüştür! Ve insan ayağına vurulan köle zincirinden, aklına vurulan din zincirinden kurtulmuştur!
Hüseyin Alan