Tarihsel zaman dilimlerinde peygamberlerin risalet duyuruları, onların söylediklerini akletmek ve düşünmek yerine şahıslarına yöneltilen eleştirilerle geçiştirilmeye çalışıldığı malumdur.
Eleştiri yahut reddiyenin dönemsel müktesebatla vahyin kaynağına, geliş sürecine, alıcısına yapılan ispatlama ithamı, farklı tezler ileri sürülerek devam ettirildi.
Her şeye rağmen denmeli ki gaybi bilgiyi ve duyuruyu tasdik etmek bir iman meselesidir; gönderene, nakledene ve alana bir güven meselesidir..
Kur’an’ın peygamber tarafından uydurulduğu ithamı, başından beri kâfirlerin tekrar edip durduğu bir itiraz olageldi. Bu tarafı anlamak mümkündür lakin
“bizim köyde” de bu yakıştırmalara kapılan akılsızlar olmuyor değil!
Bunlardan, Hz Muhammed’in trans halindeyken zihninde oluşan manayı normale dönünce yazıya/kitaba döktüğü gibi, akla ziyan açıklamalar, mantıksal savunma yakıştırmaları; “zamanın ruhunda” daha sık görülür oldu.
Bu savrulma Kur’an’ı tarihsel zaman, sosyal şartlar, düşünce evreni ve dil imkanıyla sınırlama iddiasının ön istasyonu olmalı.
Kafirlerin “Muhammed’in uydurması” iddasıyla, bizim köylülerin sahabeleri kast ederek “farklı farklı kişilerin ifadelerinden oluşmadır” demeleri arasındaki fark ve sonuçları itibariyle etkileri arasında bir fark yoktur..
Kur’an konusunda tarih boyu oluşturulmaya çalışılan şüpheler, hedef olarak kulluğun ifası ya da hayatın neye göre anlamlandırılıp yaşandığıyla irtibatlı; Kur’an ile veya Kuran’dan başka bir bilgi, ölçü, modellemeye uygun meşruiyetle alakalıdır.
Bu durumun son görüntüsünü modern dönemin “bilim-rasyonel akıl-deney” ön şartlı meşruiyet iddiasında, buna göre düzenlenmiş toplumsal siyasal hayatın “kurallar-değerler” dayatmasında görüyoruz.
Dolayısıyla vahyi bilginin ölçü ve değer olarak kabulünün gerekmediğinin kabulünü Müslüman milletlere benimsetmeye çalışıldığından izliyoruz.
Bu sapkınlığı, vahy konusunda ruhbilim uzmanlarının, fizik matematik uzmanlarının referans yapılışında, bunların analizlerindeki absürt yaklaşımlarında da görüyoruz..
“Müslümanlık” yüzlerce yıldır oluşan formülasyonla, “Allah; doğru izah ve örneklik için iletişime geçtiği peygamber; peygambere iletilen vahy” üçlemesinin kabulü ve tasdiki ile kazanılan bir sıfattır.
Bu üç temel kuralın kabulünde şüphe yoktur. Çünkü iman etmenin ön şartı şüpheden arınmak, şirkten kopmaktır.
Bu üçlünün hakikat oluşu açısından şüpheye düşmek, kritiğe kalkışmak; bunu da tecrübi veya fen bilimleri veya akli olarak ispatlamaya çalışmak, en temelde sapkın sonuçlar üretmeye başlatmaktır.
Akli kapasiteyle sınırlı düşünüşün, fennî veya deneysel bilimle hükmedişin doğruluğunu neyle test edebiliriz? Bu üçlünün mutlak doğruyu buyurduğunu kim söylüyor? Bunları dahi, bunların dışında bir bilgiyle, vahiyle değerlendirmenin mahzuru nedir?
Buradaki üçlünün söyledikleri “Allah-peygamber- kitap” tasavvuru veya muhayyilesinde bize nakille ulaşan paradigmaya muhalif ise, burada durup dikkat kesilmeliyiz.
Bize nakille gelene bulaştırılmaya çalışılan akli şüpheler, naklin yok sayılmasına yönelikse başka, aklileşmeye fayda sağlıyorsa başkadır. Nakli, akla dayanarak baştan reddetmek, akıllılığa değil akılsızlığa delalet eder. Çünkü nakil sürekli gözleme, temaşaya, deneye, kıyasa, derin düşünmeye yönlendirir; varlık aleminde olup bitenlerin sebep sonuç ilişkisini kurdurur; ibret almaya teşvik eder.
Gaybi veya nakli bilgiyi tasdik eden Müslümanlar olarak, işin en başında Allah-Risalet-Kitap üçlüsüyle ön şart olan duyuruları, modern dönemde yaygınlaşan tartışmalarla Müslümanlığın deforme edilmesine razı gelemez, modern ilahların buyruklarıyla modern sosyal yapının “yönetim-iktidar-itaat” yapısına eklemleme provokasyona destek olamayız.
Hakikate idrake dair yönelişimimiz bizi bu oyunların maşası durumuna düşürmemelidir..
Bilgisel ve yöntemsel olarak benzeşen iki farklı “üçlünün” testini yaparken elimizdeki “Kur’an’ın sıhhati-doğrulu-vahiy olup olmadığı” hususunda şüphe ortaya çıkarsa, diğer üçlünün propagandasına aldanmışız demektir. Bu konuda Kur’an’ın doğruluğunun ispatına dair bir yöntem arayışı zımmında ona inanmaya değil, onun Allah ile olan ilişkisini koparmaya dair bir kanaat ve ön yargı oluşturur.
Ya Allah deyip mecalimizi toplayacak, büyük resme bakmaya gayret edeceğiz. Ya da bir maharetmişçesine deizmi konuşmaya başlayacağız. Yani Allah, yaratan yaşatan rızıklandıran öldüren Allah ise, dünya hayatının nasıllığıyla ilgili buyuran Allah olacak. Bu Allah ki başka buyuranları kabul etmeyen Allah’tır. Genel esasları ve sınırları tayin eden, gerisini inanıp kendine güvenenlere bırakan Allah’dır.
İşte bu Allah, sapıtmasın, azmasın diye insanlara kitap gönderen, peygamber gönderen, şeriat gönderen Allah’tır. Biz onu işittik, onu tasdik ettik. Bu sebeple Müslüman olarak diğerlerinden ayrıştık..
Vahye yönelik Modern çağda tekrarlanan itirazlar başından beri ileri sürülenlerin devamıdır.
Peygamber, risâlet konusu da aynıdır.
Pisikolojinin, para psikolojinin, ruhbiliminin, fiziğin matematiğin devreye girişinin yeni görünmesi esasta bir şeyi değiştirmiyor.
Bu modern bilimler aracılığıyla Allah’ı, peygamberi ve kitabı izah yaklaşımı da yeni başlamış tarz değildir. Allah’ın dininin metafizik, ruhâniyât ve uhreviyata hapsedilmesinde ötekiler kadar bunlarında bilimsel katkıları yadsınamaz!..
Tarihsel zaman dilimleri ve sosyal hayatın değişiminin kaçınılmazlığı, gücün kaynağını teşkil eden iktidarın ve rasyonalitenin “sınırsızlığı”, değişen şartların “belirleyiciliği”, varlık ve zaman telakkisiyle vahyi yetersizleştirerek aklileştiriyor. O vahiy ki zamanlar ve şartlar üstü niteliğiyle zaten beşer dışından gelen bir duyuru. Her zaman ve şartları yönetecek prensipleriyle ilahi.
Şu halde vahyin “kanun” formundaki biçiminin zamanı aşkın kabulünün hatalı veya eksik bulunuşu, dolayısıyla Kur’an’ın değer-hüküm bildiren ayetlerini belirli zaman ve şartlarla sınırlamak veya geçersiz kılmak kadar, bu Kur’an’ı yaşadığı çağ ve şartlara uydurmak için yeniden yazışması gerekir diyebilmek, basit ifadeyle yenik, silik, kompleksli şahsiyetin tezahürü, kaba ifadesiyle İslam’a saldırıdır..
Müminler Müslimler o ki, Allah’dan geleni tasdik ederler, ona güvenirler; Allah’ın yolladığı kitaba da peygambere de (dolayısıyla şeriata) itaat ederler. Çünkü İşitip itaat ederek şirk unsurlarından arınmışlardır…
Mesut 28 Kas 2024
Allah razı olsun.