Kulağa hayli hoş gelen iki güzel kavram. Milliyetçiler vatanseverliği, halkçılar yurtseverliği mülk edinince dışarda tutulanlar başka şey oluyor olmalı! Onlarca!..
Kavramları mülk edinenlerin olmayan maharet ve marifetleri bununla örttükleri; şahsi ve zümresel menfaatleri kamu menfaatinin önünde tuttukları sık rastlanan bir olgu.
Bunun fotoğrafını Latin devrimci gösterdi dünyaya: “Bir ülkede milliyetçilik ve din rayiç değer olarak yüceltiliyorsa orası soyuluyordur!” Emperyalist orta Amerika’nın Güney Amerika’yı soyduğu, insanlarını sersefil ettiği tecrübesinden sonra..
İnsanın, doğduğu ülkeyi, yurdu, ili, milletini sevmesi doğasında vardır. Çünkü içinde doğup büyümüş, kültürüyle kültürlenmiş, kimliğiyle kimliklenmiş, sevincini hüznünü paylaşmış, hayatına anlam ve değer katan hatıralar yüklenmiştir.
Tersi bir durum doğal olmaz, normal sayılmaz..
Başka lisanlarda var mıdır bilmem ama bizde “gurbet” diye bir kelime var: İş, evlilik, tedavi, eğitim gibi sebeplerle birisi “dışarı” gittiğinde “sılası” aklından hiç çıkmaz. Sıla yurdudur, yarı yaranıdır. Toprağı suyudur. Hatıralarıdır. Öyle ki gurbete yerleşen ilk kuşak ölüsünün dahi sılasına gömülmesini ister..
Vatanseverlik-yurtseverlik nasıl ölçülür? Birilerinde bunun terazisi mi vardır? Bu sevgi birilerine mi hastır? Böyle bir şey normal sayılmayacağına göre bu işte bir iş vardır!..
Bunun hikayesi sanayi devrimine kadar uzanır. Önceleri dünyada krallıklar imparatorluklar vardı: İnsanlar çok dilli, çok dinli, çok milliyetli olarak birlikte yaşar, farklılıklarla komşuluk ederdi. Vatan sınır denen şeyler henüz bilinmezdi.
Sanayi devrimiyle birlikte ulus devlet kuruldu, ulusal sınır çizildi, ulusal birlik sağlandı, ulusal millet doğdu: Tek dilli, tek dinli, tek kültürlü, tek tarihli.
Sınırların çizilmesiyle bir yandan birleşme öte yandan ayrılma gerçekleşti; sınırın içinde kalan farklılıklar içerde azınlık, dışında kalanlar ötekilerin azınlığı oldu. Azınlıkların çileli günleri başladı.
Bu dalga öyle yayıldı ve tesirli oldu ki, önünde duracak imkan verilmedi.
İşte Bu birleşme ve ayrışma yaşanırken “parçalanmayalım” isteyenler “hain”, yeni durumda ve yerde birleşelim isteyenler “vatanperver” oldu. Bu ölçüyü yeniler koydu.
Bu ölçü ve ikilemde esas belirleyici, yeni durumdan menfaatlenenlerin eski durumda mahrum bırakılanlar olduğuydu.
Bu gerçek konuşulamadı ama yenide kazananlar vatansever yurtsever olmayı dillerinden düşürmedi…
Vatanseverlik (milliyetçilik) ya da yurtseverlik (halkçılık) reel gerçeklikte nasıl ölçülebilir?
Her halde aynı yerde yaşayanların yaşadıkları ülkeye ve beraber olduğu millete yaptığı her türden katkıyla: İçerde ve milletlerarası arenada: Eğitimi, becerisi, mesleğiyle: Resmi özel alanda ürettikleriyle, icat ve keşifleriyle.
Aksi hal milletinin üretimine el koyarak, kamuyu istismar ederek, çeteleşip huzur bozarak, iktidarlara yaslanıp efelenerek olur ki, işte bu normal değildir..
Vatanseverin veya yurtseverin iki de bir kendini böyle lanse etmesi, siyasi görüşleri ve kavramlarıyla da bunu süslemesi gerçekte onun öyle olmadığının göstergesidir.
Çünkü vatanı koruyacak ordu, huzuru sağlayacak emniyet, adaleti sağlayacak yargının olduğu bir ülkede, kendi üstüne düşeni ve işini yapması gereken vatanseverlik-yurtseverlik, vatanı ve milleti için ne ürettiğine, ne kattığına bakmaz, laf üretip durur!
Dindarlıkta böyle değil midir? Yaşadığı yere ve zamana ahlak, adalet, merhamet, dürüstlük katması beklenen dindarın, bunları yapmayıp sıklıkla din üzerinde tepinmesi başka nasıl izah edilir?!