11 Ara 25 - Per 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Muvâfakât Okumaları: Vaz’î Hükümler: 7. Mesele

Muvâfakât Okumaları: Vaz’î Hükümler: 7. Mesele

Sebebe başvurmak, yani bir sonuca ulaşmak için bazı yolları kullanmak, ya dinen yasaktır ya da değildir.

Eğer sebebe başvurmak dinen yasak olan bir şeyse, o zaman o sebebi hiç kullanmamak gerekir. Sebebi kullanan kişinin sonucu isteyip istememesi durumu değiştirmez. Çünkü yasak bir fiile yönelen kimse, o fiilin sonucunu da çoğu zaman istemiş olur. Mesela haksız yere adam öldürmek, canın çıkmasını da beraberinde getirir; gasp eden biri de o maldan faydalanmayı ister. Bu sonuçlar Allah’ın koyduğu düzen gereği ortaya çıkar ama dinen bunlara değer verilmez.

Eğer sebebe başvurmak yasak değilse, o zaman önceki bölümlerde anlatılan altı mertebede de sebepleri tümden bırakmayı gerektiren bir yasak söz konusu değildir.

Birinci Mertebe

Bu mertebede sebebe başvurmanın genel olarak mübah veya hatta istenen bir şey olduğunu düşünelim.

Burada sorun, sebebe başvururken “sebep bizzat etkilidir” diye yanlış bir inanca sahip olmaktır. Bu inanç günahtır ama sebebe başvurmayı bozmaz. Tıpkı gasbedilmiş bir evde namaz kılmanın, namazı geçersiz kılmaması gibi: İşin içine bir günah karışmıştır fakat yapılmış olan ibadet bütünüyle yok olmaz. Ancak bazı âlimler, böyle durumlarda ibadetin bozulacağını söylemiştir.

İkinci Mertebe

Bu mertebede sebebe başvuran kişi, Allah’ın düzeni gereği, çoğu zaman sebeplerden sonuçların çıktığını bilir.

Bu yüzden sebebe başvurmamak, kendini bile bile tehlikeye atmak olur.

Hatta bu durum kesinleşecek bir bilgi haline gelirse, yani kişi “bu sebebe sarılmazsam ölürüm” diye düşünüyorsa, o zaman sebebe sarılmak farz olur.

Bunun örneği zaruret hâlidir:

Aç kalan birinin ölmemek için haram bile olsa bir şey yemesi gerekir. Yemez de ölürse günaha girer.

Üçüncü Mertebe

Bu mertebede konu biraz daha derindir.

Kişi her şeyin Allah’ın elinde olduğunu bilir. Bu bilgi iki şekilde olabilir:

1) İlmi bilgi:

Yani akılla bilinen bir hakikat. Bu durumda hüküm ikinci mertebedeki gibidir; kişi sebeplere sarılır.

2) Hal bilgisi (manevî hâl):

Bu, kalpte yer eden çok derin bir tevekkül hâlidir.

Bu hâle sahip kişi için sebebe sarılmakla sarılmamak arasında fark kalmaz.

Çünkü onun gözünde sebep de sonuç da Allah’ın iradesine bağlıdır.

Böyle birinin sebebe sarılmaması “kendisini tehlikeye atması” anlamına gelmez.

Örnek olarak, tevekkülü güçlü olan sûfîlerin bazı olağanüstü davranışları anlatılır. Kimi azıksız çöle girer, kimi yanında hiçbir şey olmadan yola çıkar ama bu, onların dünyayı önemsememelerinden değil, Allah’a güvenlerinin yüksek oluşundandır.

Bu mertebede her insanın hâli kendine göredir; burada herkes kendi nefsinin fakîhidir yani kendisini en iyi kendi bilir.

Dördüncü Mertebe

Bu mertebede kişi, dünyadaki her şeyin bir imtihan olduğuna inanır.

Bu yüzden sebepler de tıpkı ibadetler gibi birer görevdir.

İbadet sebepleri nasıl terk edilemiyorsa, günlük hayattaki sebepler de terk edilemez.

Sahabenin “Madem akıbetimiz belli, niye çalışıyoruz?” sorusuna Peygamberimizin “Çalışın!” diye cevap vermesi de buna delildir.

 Beşinci Mertebe

Bu mertebede kişi sebeplere “sonuca ulaşmak” için değil, onları Allah’a yaklaşma vesilesi olarak gördüğü için sarılır.

İbadetlerdeki sebepler gibi günlük hayattaki sebepler de onun gözünde Allah’a giden merdivenler gibidir.

Bu yüzden, kalbi meşgul eden gereksiz sebepleri bırakır, Allah’a götüren sebeplere sarılır.

Altıncı Mertebe

Bu en yüksek mertebede sebebe sarılmak, sadece “Allah emrettiği için” yapılır.

Sebebin arkasındaki hikmet açık olsa da olmasa da fark etmez; kulun görevi emre uymaktır.

Sebebin sonucu değil, Allah’a itaat etmek esas olandır.

“Sebebe Sarılmak mı Daha Üstün, Terk Etmek mi?” Sorusu

1) Birinci cevap:

Aslında her durumda sebep vardır.

Allah olağanüstü şekillerde rızık verse bile, bu yine bir çeşit sebeptir.

Hatta Allah namazı bile rızık vesilesi olarak anlatmıştır.

Bu yüzden “sebepleri tamamen terk etmek” diye bir hâl yoktur.

 2) İkinci cevap: Peygamberimizin uygulaması

Sahabe en yüksek tevekkül makamına sahip olmasına rağmen, Peygamberimiz onlara sebeplere sarılmayı emretmiştir.

Meşhur “Deveni bağla, sonra tevekkül et!” sözü bu hakikatin en açık ifadesidir.

Bu yüzden, sebepleri terk etmek yüksek bir makam gibi görünse de, Peygamberimizin yolu sebeplere sarılmaktır.

GENEL SONUÇ

– Eğer sebebe başvurmak dinen yasak değilse, genel kural olarak sebebe sarılmak gerekir.

– Peygamberimizin sünneti ve sahabenin yolu, sebeplere sarılmak ve bununla birlikte tevekkülü korumaktır.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir