A.G.: Why dont you wear a suit?
Neden takım elbise giymiyorsun?
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Başkan Trump ile Oval Ofis’te yaptığı görüşmede, neden takım elbise giymediği soruldu.
A.G.: Öyle ince işçilikli adamlar dönemi bitti. Rus ayısı gibi adamların dönemi mi geldi acaba? metrobüs üstü köprüleri gibi nobran mı olacak dünya. Nasıl ki artık yeşilden direk kırmızıya geçiveriyorsa trafik ışıkları. Nasıl ki direk parklarda sevişiliyorsa; artık ön hazırlık bitti. her şey ortada digital meydanlarda tüketilerek yaşanacak. İstihbaratların da dönemi tamam. Mısırda evler edinin emri önemli. Pili hiç bitmeyen bir teklife yol açıyor. Mekke dönemi bu açıdan önemli. Birbirine eklemlenebilir hareketler için imkânlar oluşturulmalı.
A.H.Ç.: Bismillah
A.H.Ç.: Beşeriyetin fahr-i Ebedisine sormuşlar
Kevser Şarabı diye bir şey kulağımıza gelmiştir…
“İyilik Şarabı” demiş. Kim bu hayat-ı surisinde iyilikleri içe içe gelir, benim saye’mde (gölgemde) benimle beraber yürür gider.
Hele bak kendini yokla… Var mı böyle bişi?
Yeşil Efendi
Kabalığı, Sertliği, Nezaketsizliği, Hodbinliği, Aşağılamayı, Laf Sokmayı, Terslemeyi
marifet BİLMEMEK
bu çağın insanı için İYİLİK adına çok önemli adımdır sanırım
A.H.Ç.: FUHUŞ BAZEN DEVLET POLİTİKASI OLUR
Japonya’daki bir başka paradoks, yoksul erkek ve KADINLARIN, ulusun güçlenmesi için yapılması gereken BAYAĞI işler için hizmete alınması oldu.
Yoksul kırsal kesimden kadınlar fabrikalara kapatılırken bazıları da kırsal alandan uzaklarda gelişen Singapur gibi şehirlerde FAHİŞELİK yapmaya razı oldular. Fabrika işçilerinden daha çok kazanan bu genç kadınlara, yabancı seks işini üstlenerek “imparatorlarına ve ülkelerine hizmet edecekleri… borçlarını ödeyecekleri… ve düzgün yurttaşlar olacakları” söylenmişti. Japon ve diğer erkekler de çalışmak üzere bu gelişen ülkelere gitmeleri için yüreklendiriliyorlardı. Kazandıkları parayı eve gönderebilirlerdi. Dolayısıyla bu şemada, fahişelerin ve erkek göçmenlerin sömürülmesi Japon modernleşmesi için ikili fayda sağlıyordu.
Bonnie G. Smith/Dünya Tarihinde Kadınlar _1450’den Günümüze
(Bugün alıntılar Yusuf Ziya Abiden)
A.H.Ç.: Cambaza BAK!
Aslında egemenlerin yaptıkları şey, insanların toplumların en güçsüz olana odaklanmasını sağlamak. Örneğin: Göçmenler, Müslümanlar ve yoksullar…
Böylece kimse, tasarladıkları gibi, on yıllardır bizim hak ve servetimizi soyan oligarşilere tam olarak odaklanmasın, başka yöne baksın, kendi gerçeklerinin dışında şeylerle meşgul olsun. Sanıyoruz ki, göç sorununu çözsek, her şey yoluna girecek.
Ama insanlar tekrar ve tekrar aynı manipülasyonlara kanıyor.
Milyarderler için, halkın aleyhine, paralarını kendilerine daha fazla servet kazandıracak etkili projeler yaratmak için ülkelere giriyorlar ve yağmalarken hiçbir şeyi israf etmiyorlar.
Janice Ward/Amerikalı aktivist.
(Yusuf Zİya Abiden)
– Hiç bir şey üretmedikleri halde LÜKS bir hayat yaşayanlar kimler?
– Tüm toplum fakirleşirken ZENGİNLEŞEN kimler?
– Stokçuluk, tekelcilik, İHALECİLİK yapanlar kimler?
– Her köşe başını tutmuş Toplumun SERMAYESİNİ emen TEFECİLER/BANkacılar kimler?
– Tüm maaşlar düşürülürken, VERGİ üzerine vergi, haraç üzerine haraç kesilirken KUR KORKUMALI FAİZLERLE zengin edilenler kimler?
– Rüşvet ve komisyon ÇARKLARI ile ADALET sistemini birle yerlebir edenler kimler?
– Korumacılık, kayırmacılık,, torpilcilik ile HAKSIZ kazançlar elde eden ve kendini geçindirmeyi beceremeyen toplumun EN beceriksiz, en liyakatsiz, en ahmak kesimini ÖNEMLİ KOLTUKLARA oturtan kimler?
– Ülke kaynaklarını sömüren, topraklarını, suyunu, havasını zehirleyen kimler?
– Avrupadan FON alacağım diye ülkenin ahlaki tüm erdemlerini tarumar eden, Sömürgecilerin yerli ortağı, içerdeki uşağı olmayı kabul edenler kimler?
Sorun kimden kaynaklanıyor?
Elbette ki mültecilerden, şalvarlılardan, tembel fakirlerden
A.H.Ç.: Cumhuriyet aynı zamanda bir SOYGUN tarihidir.-AHÇ
ÜSt sınıfların fakirlerin topraklarına el koymasının en önemli hadisesi 1926’da çıkartılan Medeni ve Borçlar Kanunu’na dayanılarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun yanlışlarla dolu tapu kayıtlarının, kuruluş yılları boyunca büyük toprak sahipleri tarafından kendi çıkarları doğrultusunda, dilediğince yorumlanması ve bu yolla yoksul köylülerin topraklarının yargı yoluyla ellerinden alınması ile oldu.
Burada, cumhuriyet tarihi boyunca sınırsız sayıda örnekte olduğu gibi, resmi süreçlere aşina olmamalarının yanı sıra, haklarını kolektif biçimde savunma becerisi geliştiremeyen yoksul köylülerin karşısında, büyük toprak sahiplerinin kendi burjuvalaşma süreçlerinde devleti nasıl etkin bir kaldıraç olarak kullandığı görülmektedir. Öyle ki, cumhuriyetin kuruluşundan sonra edinilen mülkler bile güvende değildi.
1934 yılı Meclis zabıtlarından aktarılan çarpıcı bir örnekte, mübadele sonucunda Türkiye’ye gelen bazı muhacirlere kurutmaları için verilen bataklık arazilerine dahi, bu araziler kurutulup işlenmeye başladıktan sonra, bir büyük toprak sahibi tarafından tapulu malı olduğu iddia edilerek yargı yoluyla el konulduğu görülmektedir.
Nevzat Evrim Önal, Cumhuriyet Tarihi Boyunca Devletin Tarıma Müdahaleleri
(Yusuf Ziya Abiden)
Şeriatın (fakir ve güçsüzleri GÜÇLÜ ve ZENGİNLERDEN koruyan hukuk sisteminin) kalkması ile başa gelen YENİ bürokratik ZÜMRE tüm Cumhuriyet tarihi boyunca güçsüz ve organize olma becerisinden yoksun fakir halkı soymuştur . Ne yazık ki bu sürecin durduğuna dair bir emare de görülmemekte kanaatindeyiz.
A.H.Ç.: Vestel’in CEO’su Ergün Güler BEy işçilerine “Ramazan Tebriği” atmış.
Olay, MÜŞTERİYE odaklanan, ürettiği malı MÜŞTERİYE satmaya çalışan bir firmanın toplumun geneli olan MÜSLÜMAN Müşteriye sempatik görünmek için yaptığı, çok sıradan ve BASİT bir Halkla ilişlkiler çalışması olarak okunabilir.
İnanmasa bile böyle bir mesaj, toplum içinde bir SEMPATİYE sebep olabileceğinden FİRMA için olumlu bir şey olarak görülür kanatindeyim. Hele ki 7 Ekim sonrası İSrail’e verdiği destekle Müslüman halk arasında imajı oldukça bozulmuş olan VESTEL için.
Ancak ZORLU HOLDİNGİN CEO’su Cem Köksal böyle düşünmüyor ki, bütün personeli etiketleyerek Ergün Bey’e FIRÇA ATMIŞ.
“Bu şirket 70 yıllık tarihinde Ramazan Kutlaması yer almadı. Dinden bağımsız bir duruşumuz var. Dır dır dır…”
Sanki işçilerin Ramazanlarını kutlayınca ŞİRKET sahipleri gibi kendisi de MÜSLÜMAN olmak zorunda kalacakmış gibi.
Belki de sorun bu YERLİ ve MİLLİ sermayenin “kendi çıkarlarını bile” düşünmeyecek kadar sinelerinde İSLAM ve MÜSLÜMAN nefreti taşıyor olmalarından kaynaklanıyordur.
Türkiye’nin YERLİ ve MİLLİ sermayesinde çok rastlanan bir durum bu
.. sanırım.
Zeyl: 7 Ekim sonrası ZORLU HOLDİNG’in İsrail’in elektriğini karşılayan santrallerin ortağı olduğu ortaya çıkmıştı. Gelişen tepkiler ve kapısına dayanan protesto eylemleri ile % 42,15 ortağı olduğu enerji santralleri Ezotech, Solad ve Adnit’in hisselerini sattığını duyurmuştu. Ancak sonradan Vestel’in sahibi Nazif Zorlu’nun İsrail’in elektriğini sağlayan Dorad Energy’nin %25 hissesine sahip olduğu ortaya çıkmıştı.
A.H.Ç.: Yaşasın İSPİYONCULUK! …. (Küreselciler.)
Almanya’da AİLE içinde biri DEVLETİN TV’lerden emrettiği resmi söyleme aykırı bir şey söylerse, ne yapacağınız konusunda rehberlik edecek bir birim kurulmuş.
Yani KOMPLO TEORİSİ üretenleri İHBAR birimi.
“Birisi AŞI olmayın, İKLİM işi bir numara, CARBON kirliliği yok zenginlerin faklirlerden YAŞAMA VERGİSİ alması var, İNEKLER değil PETROL ve AKÜ şirketleri dünyayı kirletiyor vs.” derse İHBAR EDİN anasını AĞLATALIM diyorlar sanırım.
Aynı CIA ajanı George Orwell’in 1984 romanında olduğu gibi…
Çok önceleri bir ALMANCI dostumuz anlatmıştı:
“Rus ve Komünist korkusunun zirve yaptığı yıllarda Alman devleti vatandaşlarını tehdit ediyor: “Eğer komünist komşunuzu ihbar etmezseniz sizin de komünist olduğunuzu düşüneceğiz.”
Herkes birbirini ispiyonlamaya başlıyor. Sadece komünist olduğundan şüphelendiklerini değil, Kim kimden kızarsa konu ne olursa olsun KOMÜNİST DİYE ihbar ediyor.
Bunun sonucunda Almanya’da KOMŞULUK bitiyor. Herkes herkesten şüphelenir oluyor. Herkes herkese İHBARCI, MUHBİR gözü ile bakmaya başlıyor. BU DOSTLUĞU da bitiriyor” diye.
EGEMENLER bizi bize düşman ederek kendilerine YOL açıyorlar, demek istiyor sanırım.
H.A.: Sultanlar sultanlıkları zamanında
Ya Enüş-i Revan olur adaletiyle darb-ı mesel olur gider; yahut Haccac-ı Zalim olur zulmüyle anılır gider!
H.A.: Sultanlarda insan olduğu için “ölümsüz bir hayat, tükenmez bir mülk peşindedir!” Acıkınca yemeğe, susayınca suya, sıkışınca tuvalete, uykusu gelince uykuya gittiğini unutur; Musa’nın Rabbi de kimmiş, göğe merdiven yapın gidip savaşayım onunla der! Burnundan içeri giren sineği engelleyemez Nemrut olur!!
Her muktedir ebedilik ararmış! Tarihe geçmek için tarih yazdırırmış!
“Devlet Benim” diyordu dünyanın en uzun süre krallık yapan sultanı XIV. Louis.
1643-1715 (72 yıl) yılları arasında Fransa krallığı yaptı. Louis Le Grand (Büyük Louis) veya le Roi- Soleil (Güneş Kral) olarak da anılıyor.
Devlet benim (l’État c’est moi) sözü ona ait. Fransa’yı mutlak monarşiyle yönetti.
H.A.: Louis 6 yaşında tahta çıktığı için bu kadar süre krallık yapmış..
Bizde Sultan Süleyman en uzun sultanlık yaptı: 1520-1566, 46 yıl.
Kanunlarıyla meşhur olduğu için “kanuni” dendi: Zamanda dünyanın en güçlü devletini yönetti.
Osmanlıda “devlet” kutsal sayıldığı için iki oğlunu devletin bekası için öldürttü ama cenazelerinde hüngür hüngür ağladı!
Evlat mı devlet mi çelişkisinde devleti tercih etmişti! Çünkü devlet “aleme nizam veren”; İslam dininin yayılmasını ve muhafazasını sağlayan şeydi!
Bizim zamanın hokkabazları anlamaz bunu! Bunlara kalsaydı şayet
Cengiz’in çocukları gibi, Timur’un çocukları gibi devleti şehzadeler arasında paylaştırırdı!!
Bu devlet daha Yıldırım’dan sonra parçalanırdı!
H.A.: Her şeyin ya bir sebebi yahut bir mantığı vardır!
Bir şeyi anlamak için o iki şeyi bilmek lazımdır..
Tartışılacaksa sebep veya mantık tartışılır! Sonuç değil…
H.A.: O halde şu kuralı hatırlamak vaktidir:
Bir şeyde ya “hesap” hatası yahut “mantık” hatası vardır. İkisini karıştırmamalı..
Bir otomobil sürücüsünün motora dair bilgisiyle motoru yapan mühendisin bilgisi arasında hesap hatası (derece farkı) olur..
Bir sufi dervişiyle bir materyalist profesör arasında mantık farkı (zihniyet-dünya görüşü) farkı olur.
Şu halde bir şey/olgu hakkında değerlendirme yaparken dikkatli olmalı: meseleye özünden- mahiyetinden bakmalı..
H.A.: Kanuni’yi veya Osmanlı sultanlarını kardeş, oğul katli sebebiyle (siyaset derlerdi buna) eleştirenler zihniyet hatası yapmadın, derece hatası yapsın!
H.A.: Şimdiki devlet “Kürt meselesini” çözecek siyasete sahip midir?
Hayır!
Neden?
Sorunu yaratan sorunun bir parçasıdır. Zihniyet değiştirmeden sorun çözülmez.
İstese çözebilir mi?
Elbet. Ve hemen.
Çünkü güçlü olan kendisi. Karar kendinde.. bunun için masaya oturması, anlaşması gerekmiyor..
Çözme niyeti olmayınca ne yapıyor? İşi sürece yayıyor. Geriyor. Uzatıyor.. günlük bakıyor.. iktidarın lehine aleyhine olup olmadığına bakıyor..
Geldik mi (bu meselede bile) bir şeyde “mantık-zihniyet” hatasıyla “hesap-derece” hatası arasındaki farka..
H.A.: Şu “hesap-derece” hatasıyla
“mantık-zihniyet” hatası arasındaki farkı anlamak için başka bir misal verelim..
İki kere iki kaç dendiğinde, dört, ondört, ellidört.. gibi cevaplar arasında hesap-derece hatası vardır. Bu düzeltilebilir..
Ama o soruya saat, traktör, elektrik süpürgesi.. diye cevap verilirse, Burda mantık-zihniyet hatası vardır.. Bu hata düzeltilmez. Düzeltmenin tek yoku, zihniyeti-mantığı-bakış açısını değiştirmektir.
Einstein’ın paradigma dediği şey, bunun değişmesi lazım. Hani diyor ya, bir sorunu meydana getiren paradigma değişmedikçe, o sorunu çözemezsiniz. aynı paradigmayla çözemezsiniz, paradigmayı değiştirmek lazımdır. Çünkü eski paradigma sorunun bizzat kaynağıdır.. bu gibi.
H.A.: Demek ki
“Kürt meselesi” diye bir mesele
Ya aslında yoktur, yahut derece farkıyla bir meseledir!
Doğrusu bir paradigmatik sorundur. Burdaki paradigma “ulus devlet” paradigmasıdır. Sorun burdan kaynaklıdır.
Peki bu sorunu gerçekten çözmek istersek ne yapmalıyız? Paradigmayı değiştirmeliyiz..
Şu halde hem sorunu Kürt sorunu olarak ele alanlar ve hem de Türk sorunu olarak ele alanlar, sorunu çözmek istemeyenlerdir.
Türkler, milli birlik ve bütünlük paradigmasıyla
Kürtler milli kültür devlet vatan paradigmasıyla
Baktıkları sürece bu sorun çözülmeyecek!
Şu halde kim kime ne numarası çekip durur?
H.A.: Ulus paradigmasıyla bakan Türkleri Kürtleri; Liberalleri sosyalistleri, milliyetçileri anladık diyelim!
Ya Müslümanları! Bunları anlayan varsa beri gelsin! Neden? Çünkü (güya) bunların paradigması ötekilerden farklı!
Yani Müslümanların bu gibi meselelere bakış açısı, tarif ve tanımı, sorun çözüm yöntemi.. diğerlerinden tümüyle farklı: en azından böyle olduğu varsayılır!
Yok Müslümanlarda diğerlerinin ortak paydası olan modern paradigmayla yaklaşıyorsa meseleye/olguya
O zaman soru şu: baba senin Müslümanlığın diğerlerinden “derece farkıyla” mı farklı?
H.A.: Memlekette herkes Müslümandır! İstisnalar hariç kimse kendisini Hristiyan yahut Yahudi yahut Budist yahut Süryani olarak tanımlamaz!
Doğru mu? Evet.
Bu hipotez/çıkarım/karar doğruysa
Bu herkesin (nüfusun %99’u) Müslümanlığı arasında
Derece-hesap farkı vardır! Ama mahiyet-zihniyet farkı yoktur..
Ben kafayı çekmiş olarak uçmuyorsam, durduk yerde hayal görmüyorsam!
H.A.: Derler ya hani “baba ne konuştuğumuzu bileceğiz!”
Demeyin ki “baba sen kafayı sıyırmışsın, biz Kürt sorunu diye bir mesele konuşuyoruz! Sense hakikati karıştırıp başka şey konuşuyorsun!”
Şayet böyleyse derim ki, buyurun çözün! “Demokratik siyaset, (insan hakları bağlamında) hukuk zemini”nde çözün!
H.A.: Herşeyin bir nedeni veya mantığı varsa, tesadüf denenin bile durumu böyleyse..
Nedeni, mantığı (mahiyeti-dünya görüşünü) konuşamayanlar
Herhangi bir sorunu çözemezler! Çünkü sorun denen şeyler, sorunları yaratan mantığın- zihniyetin sonucudur… burda hesap-derece hatası yoktur…
Adı ne olursa olsun, kendisi ne olursa olsun, tüm sorunların bir tek nedeni-mantığı olmaz. Bir çok nedenden kaynaklanabilir.
Şu halde önce soruna kaynaklık eden nedenleri bulmalı, bunları sıralamalı, bunlar arasında bir nedenler hiyerarşisi yapmalı
Ve ana nedeni bulmalı. Çünkü ana neden, belirleyicidir. Diğerlerini de belirler.
Öyleyse ilk yapılacak olan ana nedeni, nedenlerin nedenini bulmalı. Ve bunun üzerinde yoğunlaşmalı..
Nedenler hiyerarşisi yapılmazsa, şaşkınlık, çözümsüzlük devam eder. Hiç bir sorun kalıcı olarak çözülmez. Çözüldüğü sanıldıkça yeni sorunlar peydahlanır..
Sanırım biz bu mantık silsilesini kurmuyoruz! Önümüze sürülen nedenler kargaşası içinde bocalayıp duruyoruz!..
Bu sebeple Müslümanları diğerlerinden ayrı tutma gereği duyuyorum…
Sorunlar biter mi? Hayır! Çöz çöz bitmez.. Birini çözersin öteki çıkar.. bu doğal..
Mesele sorunların olmasında değildir, mesele sorunları çözecek zihniyette, dünya görüşündedir.
Ve İslami dünya görüşü veya müslğman zihni; sorunları sadece çözmez, en iyi ve en doğru çözümü bulur. Çünkü bu var. Potansiyel olarak var. Mantık olarak var. Ve bunu kur’an anlatır..
H.A.: Sorunsuz bir yaşam yoktur! Sorunsuz tek yaşam mezardadır.
Dünyada her şey yolunda gitmez. Muhakkak sorunlar çıkartır..
Trafikte seyreden araç trafiğini düşünelim. Siz istediğiniz kadar kurallara uyun. Dikkatli olun. Üzerinize düşeni yapın.
Ama trafiğe katılan bir sürücü, bir sebeple, gelir sana vurur! Öndeki arkadaki bir hata yapar, kazaya karılırsınız!
Hayatta böyledir. Toplumsal düzen kurallar üzerine temellenir. Kurallar çok iyi bile olsa yetmez. Muhakkak ihlal edenler çıkar. Ve bir gün gelir seni bulur!
Yani sorunsuz yaşam arayanlar mezarına dönmeli! Orda mışıl mışıl uyursun! Hiç bir sorun çıkmaz!
Ta ki yeniden dirilişe kadar. İşte asıl sorun bu zaman başlar!!
Devlet adına kardeşlerini, oğullarını katleden; cihadda ordunun başına geçip kafirle savaşan koca sultanlar,
Bir kadı karşısında boyun eğiyor, bir istimlak olayında yaşlı bir kadının satmam diye direttiğinde aciz kalıyorsa..
Bu sultanları bir yanıyla ele alıp değerlendirmek doğru olmaz!
Bunların devlet anlayışına bakmalı!
Dünyada 600 yıl devlet yönetmiş bir sülalenin yönetimi modeli bir yanıyla ele alınmaz. Bunların en zalimi en zayıfı dahi islam karşısında boyun eğdiler!
Bence bunları değerlendirirken dikkatli olmalı!
Şöyle bakalım. Has altın 24 ayardır. Ama altının 22-18-14.. ayarıda vardır. İçlerinde katılım nedeniyle ayarları düşüktğr ama yine de altındır..
Altınların ayar farkı metali altın olmaktan çıkartmıyor: “derece farkı” oluşuyor..
Hangi müslğman, velevki özel hayatında olsun, 24 ayar has altındır!
Biraz insaf!
H.A.: Cumhuriyetin 150 yıllık ömrü var diyelim!
öyler misin, hangi reis başkan lider, ordunun başında kafire karşı cihad etti?
Cihadın maksadı toprak fethi falan değil, islam dinini muhafaza ve müdafaa içindi!
Bunlar kurban olsunlar Osmanlı’nın en kötü sultanına!
Hele meseleye bi de böyle bak!!
Hangi Osmanlı sultanı hazineyi soymuş, yandaşlarına dağıtmış? Hangisi!
Hele bi de son liderlere bak!!
Biraz insaf!
H.A.: Bence mantık hatası yapmamalı! Derece-hesap hatası yapmalı!
H.A.: Dünya bir yerimiz olduğunu düşünmeye başlayınca bir şey olmaya bakarız! Gayrı sunni mi şii mi, vahhabi mi selefi mi ne olacaksak oluruz!
A.H.Ç.: Abi Bektaşi olmayı teklif ediyorum
Alkol sorununu da çizmişler
Ayık kafa ile zamana tahammül zor oluyor
H.A.: Şu dünyada Müslüman olarak bir yerimiz olduğunu düşünmeliyiz. O yeri bize islam gösteriyor. O yer bizi Müslüman tutacak. Her meseleye o yerden bakacağız.
O yerin adının şu olması bu olmasından çok, durulan yerin statüsü, hukuku, ilişki biçimi önemli olacak.
Hani derler ya “nerden baktığın önemli!” Çünkü her şey durduğun yere göre değerli veya değersiz: anlamlı veya anlamsız!…
………….
Allah rahmet etsin, bizim İzmirli bir müçtehid vardı, içtihad için yüksek matematik şartı ileri sürerdi;
o demişti ki; alkolde derece önemlidir! Sarhoş edip etmemesine bakılır!
O vakitler “helal bira” tartışılıyordu!
H.A.: Hamza, Güngör, Levent, Ahmet, Mehmet…
Abiler kendimizi diğerleriyle karıştırmayalım!;) Biz İzmirliyiz!;)
H.A.: Bizim İzmir’i her yerlerden bir yer sanmayınız!
Hüseyin Avni’miz vardır; Cübbeli’yi dizinde okutur!
Fethullah Hoca İzmir havası soluduktan sonra uluslararası olacaktır!
Medine Vesikası ilk kez İzmir’den duyurulmuştur.
İslamda laiklik ve demokrasinin olduğu ilk kez İzmir’den savunulmuştur!
İzmirlileri kara kara görüp karga yavrusu sanmayın ey diğerleri!;)
H.A.: Benim tecrübelerim gösterdi ki (nas değil, bilimsel deneylerle kanıtlanmış hipotez değil elbet)
Her farklı görüşte insanlarla diyalog İzmir’e hastır! Memlekette Müslüman Müslümanla tekfircilik oynayıp karşıt cephe oluşturuyor ve birbirine ateş püskürtüyorken, İzmir’de her fraksiyon oturup konuşabilir!
H.A.: İstanbullular İzmir’den öğrenmiştir; farklılıklarla konuşabilmeyi!
Gençler bilmez, 1980’lerin İslamcıları İstanbul’da iyi tekfircilik yapardılar! Biri diğeri ile yan yana gelmezdi!