Fıkıh usûlünde bazı meseleler vardır ki, bunların üzerine furû-ı fıkıh (detaylı İslami hukuk) ya da şer’î âdâb (dini adab) bina edilmemiştir ve bu konularda yardımcı olmazlar.[1]
Bu tür meselelerin fıkıh usûlüne dahil edilmesi yersizdir ve fıkıh usulünden sayılmazlar.
Fıkıh usûlü, “fıkıh” ile ilişkilendirilir ve bu isim, ona yardımcı olmasından, fıkıhta yapılacak ictihadları gerçekleştirme fonksiyonuna sahip olmasından dolayı verilir.
Bu nedenle, böyle bir fonksiyonu ve faydası olmayan şey, usûl-i fıkıhtan (fıkhın esaslarından) sayılmaz.
Üzerine furû-ı fıkıhtan bir meselenin bina edildiği her şeyin usûl-ı fıkıh cümlesinden olması gerekmez.
Eğer öyle olsaydı, nahiv (dil bilgisi), lügat (sözlük), istikak (türetme), tasrif (çekim), meânî (anlam), beyân (anlatım), aded (sayım), mesaha (ölçüm), hadis… gibi fıkhın uygulanması sırasında ihtiyaç duyulan ve meselelerinin bazıları üzerine bina edilen bütün ilimlerin usûl-i fıkıhtan sayılması gerekirdi.
Halbuki, fıkhın kendisine ihtiyaç duyduğu her şey onun usûlünden (esaslarından) değildir.
Fıkh’a izafe edilip de, üzerine fıkıh bina edilmeyen her esas, fıkhın esaslarından (usûlden) değildir.
Ancak, Arapça ile ilgili konulardan olup da usûl-ı fıkıhla köklü alakası olan bir konu vardır ki, bu “Kur’ân ve sünnetin Arapça olması” meselesidir.
Bu konudan maksat, Kur’ân yabancı menşeli kelimeler içerir veya içermez konusu değildir; çünkü bu, nahiv ve lügat ilminin konusudur.
Aksine, bu konudan maksat şudur: Kur’ân, lafızları, manaları ve kullandığı üslûpları ile Arapça’dır.
Dolayısıyla Kur’ân’ı anlamak, ondan hüküm çıkarmak ve istidlal (delil çıkarma) yapmak için, o dönemin Arap dilinde mevcut bulunan lafızları, manaları, üslûp çeşitlerini ve taşıdığı ihtimalleri gerçek anlamda bilmek gerekmektedir.
Aksi takdirde, Kur’ân’ı anlamak mümkün olmaz.
Pek çok insan, Kur’ân nasslarını kendi akılları doğrultusunda anlamaktadırlar ve o dönem insanlarının bundan ne anladıklarına bakmamaktadırlar.
Böyle bir tutum, dini fesada götürür ve şâri’in (şeriat koyucu) maksadından uzaklaşılmasına neden olur.
[1] Usûl-ı Fıkıh (Fıkıh Usulü): Fıkhın prensipleri ve kurallarını inceleyen, bu kuralların nasıl türetileceğini belirleyen bölümdür. Yani, İslami hukukun teorik temelini oluşturur.
Furû-ı Fıkıh (Fıkıh Dalları): Fıkhın pratik uygulamalarını ve detaylarını ele alan bölümdür. Bireysel ve toplumsal yaşamla ilgili hükümleri içerir. Örneğin, ibadetler (namaz, oruç, hac), muamelat (ticaret, miras), münâkehât (evlilik, boşanma) ve ukûbât (ceza hukuku) gibi konuları kapsar.
(Devam edecek)