Her ne kadar genel olarak sebep ile sonuç arasında bir gereklilik (telazum) ilişkisi bulunsa da, sebebin meşru (dinen geçerli) olması, sonucun da meşru olmasını zorunlu kılmaz.
Bunun anlamı şudur:
Bir sebep hakkında şer‘î (dini) bir hüküm —örneğin mubah (serbest), mendub (önerilen), haram (yasak)— söz konusu olduğunda, bu hüküm otomatik olarak o sebebin sonucuna (müsebbebine) geçmez.
Yani:
Sebebin yapılması emredilmişse, sonucu da emredilmiş sayılmaz.
Sebep yasaklanmışsa, sonucu da yasaklanmış olmaz.
Sebep konusunda kişi serbest bırakılmışsa, sonucunda da illa serbestlik bulunmaz.
Örnekler:
Alışveriş yapmak emredildiğinde, satın alınan maldan faydalanmak da emredilmiş sayılmaz.
Nikâh akdi yapılması emredilince, eşin cinsel yönünden faydalanmanın emri de kastedilmiş olmaz.
Kısasta (kısas cezasında) öldürmeyi emretmek, ruhun çıkarılmasını emretmek anlamına gelmez.
Haksız yere adam öldürmek yasaklandığında, ruhun çıkmasını yasaklamak anlamına gelmez.
Kuyuya düşmekten sakındırmak, elbisenin yırtılmasını veya kişinin rezil olmasını da yasaklamak anlamına gelmez.
Elbiseyi ateşe atmayı yasaklamak, bizzat yanma olayını yasaklamak anlamına gelmez.
Bu tür örnekler oldukça fazladır.
Delili (Dayanağı):
Kelam ilminde (İslam düşüncesinde) sabittir ki, insana düşen sadece sebebe yönelmek ve sebeplere sarılmaktır; sonuçlar (müsebbebler) ise Allah’ın yaratması ve iradesiyle meydana gelir.
İnsan, sonuç üzerinde doğrudan bir güç veya kazanç sahibi değildir.
Kur’an ve Sünnet bu esasa açıkça işaret eder.
En belirgin örnek, rızkın Allah tarafından garanti altına alınmış olmasıdır.
Ayetlerden örnekler:
“Ailene namazı emret, kendin de devamlı kıl. Biz senden rızık istemiyoruz, seni Biz rızıklandırıyoruz.” (Tâhâ 132)
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hûd 6)
“Rızkınız da size vaad olunan şeyler de göktedir.” (Zâriyât 22)
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu verir ve onu beklemediği yerden rızıklandırır.” (Talâk 2)
Bu ayetlerde rızkın Allah tarafından verildiği açıkça belirtilmiştir.
Burada kastedilen şey, rızık için sebeplere sarılmak değil, rızkın Allah tarafından yaratılan bir sonuç (müsebbeb) olduğudur.
Eğer kastedilen sadece sebepler olsaydı, insanın yiyeceği lokmayı ağzına koyması, tohum ekmesi veya meyve toplaması da gerekmezdi.
Bu ise açıkça saçmadır.
Dolayısıyla bu ayetlerde anlatılan şey, sonucun (rızkın) Allah tarafından yaratıldığı, insanın ise sadece sebebe sarılmakla yükümlü olduğu gerçeğidir.
Hadislerde de bu anlam pekiştirilmiştir:
“Eğer Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşların rızıklandırıldığı gibi siz de rızıklanırdınız…”
“Deveni sağlam bağla, sonra tevekkül et.”
Bu hadisler de aynı ilkeye işaret eder:
İnsan sebeplere sarılır, sonuç Allah’ın işidir.
Aynı manayı açıklayan diğer ayetler:
“Dölü akıttığınız meniden insanı siz mi yaratıyorsunuz, yoksa Biz mi?” (Vâkia 58-59)
“Ektiğiniz tohumları siz mi bitiriyorsunuz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?” (Vâkia 63-64)
“İçtiğiniz suyu siz mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa Biz mi indiriyoruz?” (Vâkia 68-69)
“Yaktığınız ateşi siz mi var ettiniz, yoksa Biz mi var ettik?” (Vâkia 71-72)
Bunların ardından şu ayetler de gelir:
“Allah sizi ve yaptıklarınızı yaratandır.” (Sâffât 96)
“Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer 62)
Yani ameller insana aitmiş gibi görünse de, yaratan ve hükmeden Allah’tır.
Bu nedenle:
İnsan, sadece sebebe yönelmekle yükümlüdür.
Sonuç (müsebbeb) insanın kudreti dâhilinde değildir.
Dolayısıyla şer‘î teklif (dini yükümlülük), sadece insanın fiiliyle doğrudan bağlantılı olan sebebe ilişir.
Sonuçlar ise Allah’ın kudretine bağlı olduğundan, onlar hakkında teklif (yükümlülük) söz konusu olamaz.
Aksi halde bu, insana gücünün yetmeyeceği bir sorumluluk (teklif-i mâ lâ yutak) yüklemek olur ki, bu da imkânsızdır.
İtiraz:
Denebilir ki:
Sebep ile sonuç arasında zorunlu bir bağlantı (istilzam) vardır.
Mesela:
Alışveriş ve kira gibi akitlerin mubah olması, onların doğurduğu faydalanma yollarının da mubah olmasını gerektirir.
Faiz, aldatma veya bilinmezlik (cehalet) gibi sebeplerle haram olan akitler, aynı şekilde bu akitlerin sonuçlarını da (müsebbeblerini) haram kılar.
Aynı şekilde gasp, hırsızlık, tecavüz gibi fiillerde de durum böyledir.
Bir hayvan şer‘î şekilde kesilirse, ondan faydalanmak helal olur; şer‘î şekilde kesilmezse, faydalanmak haram olur.
Bu örneklerde açıkça görülüyor ki, sebebin hükmü sonucu da etkiliyor.
O halde nasıl olur da “sebebin hükmü müsebbebe geçmez” denebilir?
Cevap:
Biz bu itiraza iki açıdan cevap veriyoruz:
1. İlk başta verilen örnekler, sebep ile sonuç arasında zorunlu bir geçiş (istilzam) bulunmadığını açıkça gösterir.
İtirazda verilen örnekler ise, bu zorunluluk nedeniyle değil, tesadüfen öyle görünmektedir.
2. Sebep ile sonuç aynı hükme sahipmiş gibi görünen durumlarda da, aslında bu geçiş zorunlu değildir.
Örneğin:
Satın alınan bir hayvandan faydalanmak mubahtır.
Ancak o hayvanın bakımını yapmak vaciptir (zorunludur).
Burada mübah bir sebebin sonucu olan bir iş (bakım), vacip hale gelmiştir.
Aynı şekilde mübah bir akit sonucunda elde edilen malın korunması da vaciptir.
Yani sebep mübah, ama sonuç zorunlu olmuştur.
Boğazlama (kesme) işlemi, eti yenmeyen bir hayvanda (domuz, köpek, yırtıcı hayvan vb.) yapılırsa, boğazlama fiilinin kendisi haram değildir.
Fakat ondan faydalanmak haram olur.
Yani sebep helal, sonuç haram olmuştur.
Bu örnekler açıkça gösteriyor ki, sebebin hükmü sonuçta zorunlu olarak geçerli değildir.
Sonuç:
Meşru olan sebeplerin durumu bu şekildedir.
Haram olan sebeplerde ise mesele daha da açıktır.
Çünkü haram kılınmış bir fiil, zaten gerçek anlamda sebep değildir.
Gerçek sebep olmadığı için, onun doğurduğu sonuç da (müsebbeb) aslında yok hükmündedir.
Bu nedenle, bu tür durumlarda sonuçlar, asli haramlık hükmü üzere kalır.
Sonuç olarak:
Bir fiilin sebebinin hükmü, zorunlu olarak onun sonucuna geçmez.
Bu kural genel, tutarlı ve yerleşik bir ilkedir.
Başarı (tevfik) ancak Allah’tandır.