İKİNCİ MESELE
Mübah (yani dinen yapılması serbest olan şey), bütünüyle (küllî) ve parça parça (cüz’î) olarak farklı hükümlere tabi olur. Yani bir şey parça olarak mübah olabilirken, tamamı ele alındığında mendup (tavsiye edilen) ya da vacip (zorunlu) olabilir. Aynı şekilde, bir şey parça olarak mübahken, bütün olarak ele alındığında mekruh (hoş karşılanmayan) ya da haram (yasak) haline gelebilir. Bu durum dört kısma ayrılır:
BİRİNCİ KISIM:
Yemek, içmek, giyinmek, binmek gibi şeylerin temiz, kaliteli ve hoş olanları esasen vacip değildir. Bunlar ibadetlere güzellik katsa da aslen mendup sayılmaz; güzel bir gelenek olarak görülür ama israf da sayılmaz. Bunlar parça parça ele alındığında mübahtırlar. Yani kişi bu şeyleri kimi zaman yapmazsa da bir sakınca yoktur. Aynı şekilde yapması da uygundur. Ancak bunlar tamamen terk edilirse, dinin tavsiye ettiği ve yapılmasını istediği bir durumun tersine hareket edilmiş olur.
Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Allah size nimet verip genişlik sağladığında siz de bu genişliği üzerinizde gösterin. Allah, verdiği nimetin izini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.”
Pejmürde birine elbisesi düzelttirildikten sonra da:
“Bu hal daha güzel değil mi?” buyurulmuştur.
Kibirle ilgili sorulduğunda:
“Ey Allah’ın Resulü! Kişi güzel giyinmeyi ve güzel ayakkabı giymeyi sever. Bu kibir sayılır mı?” sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v.)
“Şüphesiz Allah güzeldir ve güzelliği sever.” diye cevap vermiştir.
Bu konuda birçok örnek vardır. Eğer herkes bu gibi güzel şeyleri tamamen terk ederse bu da mekruh sayılır.
İKİNCİ KISIM:
Yemek, içmek, cinsel ilişki, alışveriş yapmak ve diğer meşru kazanç yolları gibi şeyler, tamamı ele alındığında vacip hükmü alırlar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 275)
“Deniz avı ve deniz yiyeceği size helal kılındı.” (Maide, 96)
“Sizlere bildirilenler dışında hayvanlar helal kılındı.” (Maide, 1)
Bu gibi şeyler tek tek ele alındıklarında mübah sayılır. Yani kişi bunlardan birini tercih edebilir veya belli zamanlarda yapmayabilir. Ama tüm insanlar bu gibi helal yolları tamamen terk edecek olursa, bu durum dinin zorunlu gördüğü bir şeyi terk etmek anlamına gelir ve bu yüzden bütün olarak bakıldığında bu fiiller vacip olur.
ÜÇÜNCÜ KISIM:
Gezmek, kuş sesi dinlemek, meşru müzik dinlemek, güvercinle oynamak gibi eğlenceler parça parça ele alındığında mübahtır. Ancak kişi bunları sürekli yaparsa, bu mekruh hale gelir. Çünkü bu durumda kişi akılsızlıkla suçlanır, ölçüsüzlükle itham edilir ve israf yaptığı düşünülür.
DÖRDÜNCÜ KISIM:
Bazı mübah fiiller, sürekli yapıldığında kişinin dürüstlük (adalet) vasfına zarar verir. Bu fiiller, sahibinin ısrarı yüzünden, salihlerin yolundan çıkmış gibi görülmesine yol açar. Günah sayılmasa da fasıklara benzeyen bir duruma düşülür.
Gazzâlî bu konuda şöyle der:
“Mübah bir şeyi sürekli yapmak, o fiili küçük günaha dönüştürebilir. Küçük günah üzerinde ısrar da onu büyük günaha çevirir. Bu nedenle ‘Israr edilen küçük günah küçük değildir.’ denmiştir.”
FASIL:
Bir fiil parça olarak mendup olabilir ama tamamı terk edildiğinde vacip hale gelir. Örneğin:
Büyük camilerde ezan okumak,
Cemaatle namaz kılmak,
Bayram namazı kılmak,
Nafile sadaka vermek,
Nikah, vitir, sabah sünneti, umre gibi ibadetler.
Bunlar bireysel olarak menduptur. Ancak toplum olarak tamamen terk edilirse, bu kişinin adaletine zarar verir.
Mesela ezan İslam’ın sembollerindendir. Bir şehir halkı ezanı terk ederse onlarla savaşmak caiz olur. Cemaatle namaz da böyledir; sürekli terk edilmesi kişinin adaletini zedeler, şahitliği kabul edilmez. Hz. Peygamber (s.a.v.) cemaatten geri kalanların evlerini yakmak istediğini ifade etmiştir.
Nikahın durumu da açıktır. Neslin devamını sağlar, şeri maksatlara hizmet eder. Dinen mendup olan şeyler sürekli terk edilirse bu, dinin temel yapısına zarar verir. Ama ara sıra terk edilirse bu sakınca doğurmaz.
FASIL:
Bir fiil parça olarak mekruhsa, bütünüyle haram olur.
Örneğin: Kumar kastı olmadan satranç ya da tavla oynamak, mekruh müzik dinlemek gibi şeyler… Bunlar ara sıra yapılırsa adaleti zedelemez. Ama sürekli yapılırsa kişi adalet vasfını kaybeder.
Muhammed b. Abdulhakem şöyle demiştir:
“Tavlayı çok oynayan, cemaate katılmayacak kadar vakit harcıyorsa onun şahitliği kabul edilmez.”
Ayrıca gerekçesiz şekilde töhmetli yerlere gitmek, hafif meşrep oyunlara yönelmek de böyledir.
FASIL:
Vacibin durumu: Eğer vacibi “farz” anlamında kullanıyorsak, hem parça hem de bütün olarak vacip olduğu açıktır. Âlimler genelde vacibi parçalar üzerinden tanımlar.
Örneğin öğle namazı bir bireye farzsa ve bu kişi onu kasten terk ederse günahkâr olur. Eğer bir kişi tüm öğle namazlarını terk ederse durumu daha da ağır olur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) cuma namazını üç kez terk edenin kalbinin mühürleneceğini belirtmiştir. Bu tekrar vurgusu, fiilin sürekliliğinin günahı ağırlaştırdığını gösterir.
Hanefîler vacibi farzdan aşağı bir derece olarak kabul ederler. Bu durumda da, cüz olarak vacip olan fiil, küll olarak farz sayılabilir. Farz ya da haramda da küll ve cüz farkı hükmün şiddetinde farklılık oluşturabilir.
FASIL:
Fiillerin küllî (toplumca yapılan) ya da cüz’î (bireysel yapılan) olması, onların hükmünü etkileyebilir.
Bazı kimseler, “Her fiil küllî ya da cüz’î olsa da hüküm değişmez” diyebilir. Örneğin zararlı hayvan öldürmek, mudârebe, dinlenme, tedavi gibi işler mübah kabul edilirse, bunları sürekli ya da nadiren yapmak arasında hüküm farkı olmaz denebilir.
Ama bu doğru değildir. Çünkü bazı mübahlar terk edilirse toplumsal zarar doğar. Zararlı böcekleri öldürmemek buna örnektir. Tüm insanlar bu tür şeyleri terk ederse sıkıntılar ortaya çıkar, bu da en azından mekruh olur. Aynı şey bazı ekonomik işlemler için de geçerlidir.
Bu durumda, küllî ile cüz’î arasında fark vardır ve bu fark, hükmün niteliğini etkiler. Aksi takdirde şer’i hükümler çökerdi.
FASIL:
Farz ve haram gibi konularda hükümde eşitlik olabilir. Mesela bir kişi bir defa şarap içse de yüz defa içse de cezası aynıdır. Ama küçük günahlarda ısrar, onu büyük günaha dönüştürür.
Gazzâlî der ki:
“Kişi durduk yere büyük günah işlemez; onu küçük günahlar hazırlar. Ansızın işlenen büyük bir günah affedilebilir, ama sürekli işlenen küçük günahın affı daha zordur.”
FASIL:
Fiillerin küllî ya da cüz’î oluşunun hükme etkisi bazı ilkelerle ispat edilebilir:
a) Sürekli yapılan bir fiil, bireyin adalet vasfını zedeler. Bu âlimler arasında ortak görüştür.
b) Şeriat, toplumsal faydayı (küllî maslahat) gözetir. Bu yüzden hükümler bireysel değil toplumsal düzeyde belirlenir.
c) Alimlerin hataları, sadece kendilerini etkiliyorsa hüküm değişmez. Ama başkalarını da etkiliyorsa (küllî olur), daha büyük vebal doğurur. Bu yüzden hatalı fetva veren âlimler daha ağır sorumluluk altındadır.
Hadis-i şeriflerde şöyle buyrulmuştur:
“İslam’da güzel bir çığır açan, kendisinden sonra gelenlerin sevabı kadar sevap kazanır.”
“Kim kötü bir çığır açarsa, o kötülüğü yapanların günahı kadar günah kazanır.” Bu da gösterir ki bir fiilin toplumda yaygınlaşması, onun hükmünü ağırlaştırır.