05 Şub 25 - Çar 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Okumalardan Notlar > Muvâfakât Okumalarından Notlar: 3. Mukaddime

Muvâfakât Okumalarından Notlar: 3. Mukaddime

Fıkıh usulünde aklî deliller, naklî delilleri desteklemek veya açıklamak için kullanılır. Aklî deliller tek başına delil olarak kullanılmaz.

Çünkü yapılan iş, şer’î bir konuda düşünmek ve bir neticeye varmak için çalışmaktır; akıl ise şâri’ (hüküm vaazına salahiyetli) değildir.

Şer’î deliller (Edille-i şer’iyye) temel referans kaynağıdır. Ancak, bu delillerin delâletinin kesinliği konusunda genel kabul gören bir durum yoktur ya da çok nadir bulunur. Başka bir deyişle, şer’î delillerin çoğu, mutlak kesinlik taşımaz; onların uygulanması ve yorumunun nakille örneklendirilmesi gerekir.

Deliller haber-i vâhid ise kat’îlik ifade etmedikleri açıktır. Mütevatir haberler iseler, bunların kat’îlik ifade etmeleri de, tamamı ya da büyük çoğunluğu zannî olan mukaddimelere önermelere bağlıdır. Zannî olan bir şeye bağlı olan şey de zannî olacaktır.

Mütevatir haberlerin kat’îlik ifade etmesi kesin bilginin[1] bulunmasına bağlıdır.

Şer’î delillerin kat’îlik ifade etmesi nadirdir. Geçerli olan kesinlik ifade eden deliller, bir konunun kat’îliğine delâlet etmek üzere ilgili bulunan pek çok zannî delillerin tümünden tümevarım yolu ile çıkarılan sonuç dolayısıyladır.

Çünkü beraberlikte, dağınık ve farklılıkta bulunmayan bir güç vardır. Bu yüzdendir ki, tevatür (nakledilen haberin sıhhatinde) kesinlik ifade etmektedir ve bu tevatürün bir nevidir. Konu ile ilgili delillerin tümevarım neticesinde kesin bilgi ifade eden bir sonuç ortaya çıkmışsa, işte bu aranılan delil olmaktadır. Bu bir nevi manevî mütevâtire benzemektedir, hatta bizzat onun kendisidir.

Hz. Ali’nin şecaatinin, Hâtim’in cömertliğinin kendilerinden nakledilen pek çok sayıdaki olaylardan çıkarılan sonuç neticesinde bilinmesi gibi İşte bu yolladır ki, namaz, zekât vb. Gibi İslam’ın beş esasının farziyeti (vücûbu) sabit olmuştur. Eğer böyle değil de, mesela bir kimse, namazın vücûbunu “namazı kılınız.” âyeti ya da bir başka delille ortaya koymaya kalkışsaydı, yalın olarak bu ayetle yaptığı delillendirme birçok açıdan geçersiz sayılacaktı.

İcmâ’nın sağladığı delil, herhangi bir şüphe veya itirazı kesip atan, net ve kesin bir delildir.

Birbirlerini destekleyen çok sayıda delil bulunduğu zaman, bunların tümünden o konu ile ilgili kesin bir (delâlet) ilgili oluş durumu çıkar.

Şeriatin şu zarurî beş esasın korunması için konulmuş olduğunda ittifak edilmiştir. Bunlar: din, nefis (can güvenliği), nesil, mal ve akıldır. Bunlardan her biri kendi başına ele alındığında dayandıkları deliller zannîdir. “namazı kılınız!” emri, nefsin korunması konusu vs. buna benzer daha nice hükümler ve bunların zannî delilleri neticesinde namazın vacibliğini ve öldürmenin haramlığını ‘yakin’ derecesinde öğrenmiş oluyoruz. Diğer şer’î kaidelerle ilgili durum da aynıdır.

İslam hukukunda “usûl” (temel prensipler) ile “furû” (uygulama kuralları) arasındaki fark: Furû: teker teker delillere dayalıdır. Bu nedenle, delillerin dayanağı zannidir. Sonuç olarak, furû’nun kendisi de kesin değil, zannî olarak kabul edilir.

Usûl: Usûl, delillerin genel sonuçlarına dayanır ve tümevarım yöntemiyle elde edilir. Yani, teker teker delillere değil, bu delillerin ortaya koyduğu genel sonuçlara dayanır. Bu nedenle, usûl daha genel ve kesin (kat’î) olarak kabul edilir. Bu fark, usûl ve furû arasındaki temel ayrımı ortaya koyar ve İslam hukukunda önemli bir kavramsal ayrımdır.

Belli bir nasla belirlenmemiş, şeriatin genel tasarruflarına uygun ve manası delillerden çıkarılmış her şer’î esas sahihtir; üzerine ahkâm bina edilebilir, kendisine müracaatta bulunulabilir. Tabiî bu esasın delillerin istikrası neticesinde ortaya çıkmış ve kat’îliği sabit olmuş olması gerekmektedir.

Çünkü daha önce de geçtiği gibi, deliller birbirlerine eklenmedikçe tek başlarına bir hükmün kat‘iliğini ispat etmezler; bu hemen hemen imkânsız gibi bir şeydir.

Küllî esas, kat’î olması durumunda, belli bir esasa eşit olur; hatta bazen belli esasın güçlülük ve zayıflık derecesine göre ondan üstün de olur. Bazen da belirli esaslar karşısında ikinci derecede (mercûh) kalır. Tercih bahsinde söz konusu olan birbirleri ile tearuz (çatışma) halindeki sâir belirli esasların hükmü burada da geçerlidir.


[1] Kullanılan kelimelerin anlamları ve nahiv (Arapça dilbilgisi) ile ilgili görüşlerin aktarılması. Kelimenin hem gerçek (müşterek) hem de mecaz anlamlarının kullanılması. Dini ve geleneksel (örf) yollarla bilgi veya hüküm aktarımı. Bir şeyi açıkça belirtmeden ima etmek veya gizli bırakmak gibi anlam farklılaşmaları. Genel bir hükmü sınırlamak veya belirli bir duruma indirmek. Kesin bir ifadeyi sınırlamak veya şarta bağlamak. Önceki bir hükmü geçersiz kılan yeni bir delil veya kanıt. Bir şeyi öne almak veya geriye bırakmak. Mantık veya akıl kurallarına ters düşen durumlar. Gibi hususların bulunmadığına dair kesin bilgi.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir