İngiliz sanayi devrimi ve Fransız siyasal devrimi sonrası dünyada önceden ulusal birliğini sağlayanlar ulusal pazarlarını rakiplerinden korumak, kendi vatan sınırlarını gümrük duvarlarıyla korumak için uğraştılar. 17. Yüzyıl Viyana anlaşmasıyla bunu sağladıktan sonra o işleri yapamayan ülke ve milletleri sömürge yaptılar.
İngiliz Fransız Hollandalılar bu işte ilkler oldu.
Sonradan sanayileşerek ve ulusal birliğini tesis ederek aynı kervana katılan İtalya Almanya gibi
Daha sonradan Yunan, Bulgar, Romanya gibi
Daha da sonra Araplar, Afrikalılar gibi
Tümünde aynı şeyler oldu. Bu kervan böyle dizilmişti. Fransız devriminin dünyaya yaydığı bu virüs kimi bünyede kanser yaptı, felç etti, kimi bünyede nezle grip yaptı. Ama yaptı.
Yeni Türkiye’de olan bundan başka bir şey değildi. O şartlarda başka seçenek sunulmamıştı.
Zira tarihin akışı bu yöndeydi, tersine gitmek isteyenlere yaşam hakkı yoktu. Sosyal Darwincilik, güçlüyü hakkı çıkartmış, zayıfa yem olmayı takdir etmişti.
İlk ulusallaşanlar en sona Osmanlıyı koyup parçalamasının, parçaların sömürgeleştirilmesinin arkasında yatan bu nesnel gerçeklik unutulmamalı, bu gerçeklik dışındaki tezler ciddiye alınmamalı.
Cumhuriyeti kuranlar dünyanın bu gidişatını ve bu işleri iyi biliyordu. Tercihlerini de bu yönde yaptılar.
Dolayısıyla kurucular veya kurucu ilkeler ırkçı Türkçülüğü savunamazdı, anayasal dayanaklı, bu vatanda yaşayan, kendini Türk hisseden, Türkçe konuşan herkesi Türk saydı. Üst kimlik olarak Türkçülüğü var etti. Bu Türkçülük ulusçuluktur, ırkçılık değildir…
Tarihsel akışın gösterdiği bir gerçeklik var: Irkçılar olmasa ırkçılık denen şey olmaz. Kapitalistler olmasa kapitalizmin, demokratlar olmasa demokrasinin, liberaller olmasa liberalizmin olmayacağı gibi.
Çünkü bunlar doğal şeyler değildir. İnsanlık tarihinde başından beri var olan şeyler değildir. Sonradan icattır. Tarihsel dönüşümün ve sosyal şartların ürünleridir.
Binlerce yıllık insanlık tarihinde, sadece Batı Avrupa’da ortaya çıkmış, oradan dünyaya yayılmış bir düşünce sisteminin, medeniyet evreninin ürünleridir: şunun şurası üç yüz yıllık ömürlüdür. Sürgit devam edecekte değildir…
Kürtçüler bu işlerde çok geç kaldılar! Dahil oldukları Maveraünnehir, Akdeniz medeniyet havzasının ve kültürünün aksine, Kulaklarına fısıldanan emperyalist vahye tabi oldular. Ellerine silah, ceplerine para, emirlerine eleman verilerek “örgütçülük” oynuyor! Bunu da ulusal bağımsızlık davası adına yapıyor!
Dolayısıyla bu işlerden menfaatlenen ama dava diye süreci götüren bazı Kürtler var. Süreçte zaten onları ve davasını fikren besliyor.
Kürtçülük davası güdenler Aynı bizdeki partiler, Fethullahçılık, tarikatçılık gibi
Veya aynı Kemalistler gibi
“Kendileri gibi
olanlardan müteşekkil örgüt” olmayı, iktidar olurlarsa örgüt yönetir gibi devlet yönetmeyi marifet sanıyorlar.
Çünkü işler böylesi kabilecilik asabiyeti çerçevesinde yürütüldüğünde, bu işlerden menfaat devşirmektedirler. Yoksa ne Kürtçünün Kürtlük, ne İslamcının İslam, ne Kemalist’in Atatürk diye bir derdi var; yok, ama sembol olarak kullanıyorlar!..
Konunun doğru anlaşılması için bir tecrübemi aktarmak istiyorum. Açılım sürecinde bir süre doğudaydık. Üç şehirde bizzat izledik.
Şehirlerin giriş çıkışları PKK denetiminde, içi emniyet özel kuvvetlerin denetiminde.
PKK Mahkemeler kurmuş, Kürtleri iki kategoriye ayırmış, kendinden yana olanlar ve olmayanlar listesi çıkartmış. Bildik klasik “vatansever-hain” ikilemi. “Bizden öteki” anaforu.
Tüccarların listesi çıkartılmış, vergi salınıyor. Rakamlar hayli yüksek. Torpil bulan biraz düşürttürüyor. Ödeme yapmayan infaz ediliyor. Müteahhitler kuyumcular büyük tüccarlar en başta emlakini satıp, işini bozup kaçmak istiyor, piyasa her zamanın kapitalist piyasası, fiyatlar oldukça kelepir. Satan şanslı çünkü alıcı nerdeyse yok.
Daha devlet değil, egemen olduğu bir vatan ve yönettiği bir ulus yok. Türk devletin verdiği bir şansı kullanıyor. Bunlar bi de devlet olsa ne olurdu?
(Devam edecek)