06 Kas 25 - Per 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Farkı Fark Etmek: Hudeybiye Penceresinden Günümüze Bir Bakış (1)

Farkı Fark Etmek: Hudeybiye Penceresinden Günümüze Bir Bakış (1)

      Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, Hudeybiye’den günümüzü değerlendirebilmek için, şüphesiz Hudeybiye’yi çok iyi idrak etmemiz lazım Bunun için konumuzu , “ Hudeybiye’yi tanıma “ ve “ sonra da “ Hudeybiye Penceresinden Günümüze Bir Bakış “ başlıkları altında iki yazı olarak takdim etmek istiyorum. Önce birinci konu üzerinde duralım:

       Hudeybiye’yi Tanıma

Konuya girmeden önce şunu vurgulamak istiyorum.  Hudeybiye’yi; Hudeybiye yapan esas umde, Mekke’ye elçi olarak gönderilen Hz. Osman’ın şehadet haberinin Peygamberimize ulaşması ve İslâm tarihinde “ Bey’atü’r – Rıdvân “ ismiyle şerefyap bulmuş olan Rıdvan Biatının, Hudeybiye Antlaşmasından önce ,6 H/ 628 M  yılında Hudeybiye’deki bir ağacın altında  , Hz. Peygamberle sahabileri arasında yapılan bir biatlaşmadır.

       Bu öyle bir biattır ki, başta peygamberimiz olmak üzere müslümanlar Mekke’ye girecekler ve tek fert kalmayıncaya kadar müşriklerle çarpışacaklar…

       Bu öyle bir biattır ki, sadece Rasûlullah ( as) ile sahabeleri arasında yapılan bir biat değil, ayni zamanda âlemlerin Rabbi olan Allah Azze ve Celle ile yapılan bir biattir. Öyle değil mi? Şu  ayete bir bakar mısınız ! ???

      “ Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir “ ( Fetih, 48/10).

        Evet, Hz. Peygamber ( as) ,söz konusu olan o ağacın altında sahabelerle tek tek biatlaşıyor ve son olarak da bizzat elini kendi eline vurarak bu da Osman için diyor. Böylece Hz. Osman( ra) da bu biatin onur ve şerefine dahil oluyor. Gerçekten de bir kul için bundan daha büyük bir onur olabilir mi … ???? Ne demek Allah Azze ve Celle ile biatlaşmak… Ne büyük bir nimet bu …Bu doğrudan  doğruya Rabbimizin bir lütfudur …Bu girişten sonra konumuza dönebiliriz.

       Rasûlullah (as), hicretin 6. Yılı gördüğü bir rüya üzerine, yaklaşık bin dört yüz civarındaki ashabıyla birlikte Umre yapmak niyetiyle Medine’den ayrılıyor. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Peygamberlerin gördüğü rüyalar, sıradan bir rüya olmayıp, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir eylem olarak değerlendirilmelidir. Bu amaçla Peygamberimiz derhal yola koyuluyor. Nitekim Allah Azze ve Celle de bu rüyayı

        “ Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid’-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi” (Fetih,48/27)

ayetiyle de teyit etmiştir.

     Rasûlullah ( as) da rüyasında Kâbe’yi tavaf ettiklerini ve saçlarını kısalttıklarını ya da kestiklerini görmüştü. İşte yukardaki mezkur ayet bu rüyayı bire- bir doğruluyordu. Gerçekten, idrak edenler için, bu olay Resulullah( as) için ne büyük bir onurdur. Çünkü yapılacak ya da yapılan bir eylemin, Allah Azze ve Celle tarafından doğrulanması, tasdik edilmesi, Rabbimizin bir ikramıdır, bir lütfudur…

      Rasûlullah( as) ,Zülhuleyfe’de iken Mekke’nin tutumu hakkında bilgi almak için bir kişiyi görevlendiriyor. Gönderilen kişi, Kureyş’in, Resulullah’a( as) karşı hazırlık yaptıklarını, savaşacaklarını ve kendilerini Mekke’ye sokmayacaklarını söylüyor. Rasûlullah( as) ,Kureyş’in bulunabileceği yollardan farklı yolları kullanarak Hudeybiye’ye varıyor. Devesi çöküyor ve kalkmıyor. Deveyi kaldırmak için uğraşıyorlar. Rasûlullah( as) şöyle buyuruyor: Bırakın deveyi, fili durduran İlâhi irade onu da durdurdu. İlâhi iradeye teslim olmak, hayatı anlamlı kılmaktır. Bu teslimiyeti gösterenlere selâm olsun… Bu gün İlâhi iradeye teslim olmamış, özgürlüğü, izzet ve şerefi başka yerlerde arayan yığınlarca insan toplulukları var. Onlar “ deve” kadar bile olamıyorlar. Hey hat… Ne gezer…

        Şimdi ara noktaları geçelim, esas Hudeybiye üzerinde odaklanmak istiyorum. Resulullah( as) Hudeybiye’de konakladıktan sonra, Hudeybiye ile Mekke arasında elçiler gidip gelmeye başlıyor. Önce Mekke elçisi olarak Hudeybiye’ye Urve b. Mesud geliyor ve Rasûlullah ‘a ( as) şöyle diyor: “ Sen Araplardan kendi kavmini yok eden hiç bir kimse gördün mü? Şu derme – çatma  insanlar seni yalnız bırakacaklar “. Orada bulunan Hz. Ebu Bekir, Urve’ye hak ettiği cevabı veriyor. Bu arada Urve Resulullah’ın mübarek sakalı ile oynuyor. Bunların başında dikilen seçkin sahabi Muğire b. Şube : Çek elini o mübarek sakaldan ,yoksa kellen gidecek, diyor. Aslında bu Urve’ye verilen bir mesajdı. Urve, sahabelerle Peygamber arasındaki ilişkileri de yakından takip ediyor ve kavmine dönerek şöyle diyor: Ey halk! Vallahi ben kralların huzuruna çıktım; Kayser, Necaşi ve Kisra’nın huzuruna çıktım. Muhammed’in ashabının Muhammed’e gösterdiği saygı ve sevgi kadar hiç bir kralın kendi tebaası tarafından sevilip sayıldığını görmedim, diyor ve şunu ifade ediyor: Size iyi ve doğru bir yol öneriyor. Kureyş halkı, Urve b. Mesud’a sen de büyülenmişsin diyorlar ve onun önerisini dikkate almıyorlar. Giriş kısmında da detaylı bir şekilde bahsettiğim gibi Rasûlullah ( as) , Mekke’ye Hz. Osman( ra) ‘ı elçi olarak göndermişti. Bundan sonra Mekke eşrafı, Hudeybiye’ye elçi olarak Süheyl b. Amr’ı gönderdi. Uzun konuşmalardan sonra antlaşma maddeleri kaleme alındı. Olay kısaca şöyle gelişti:

             Rasûlullah( as) katip olarak Hz. Ali’yi çağırdı ve “ Bismillahirrahmanirrahim “ yaz dedi. Süheyl b. Amr hemen buna itiraz etti ve biz “Rahman ve Rahim” diye bir şey tanımıyoruz, “ Bismikallahümme“ olsun dedi. Şimdi burda bir nebze duralım. Süheyl b. Amr’ın buradaki telaşı ve iddiası ne idi ? Benim anladığım kadarıyla ( Şüphesiz Rabbimiz en doğrusunu bilir)Süheyl b. Amr, aslında hayat tarzını düzenlemek için gönderilen vahye karşı çıkıyordu. Çünkü vahiy; Rabbimizin “Rahman ve Rahim “sıfatlarının bir gereği olarak yeryüzüne gönderilen Allah’ın bir lütfudur. Allah’ın ( cc) sonsuz rahmetinin ve merhametinin yeryüzüne bir tezahürüdür. Bir başka ifadeyle Rabbimizin yeryüzünde de tek ilah olarak kabul edilmesi gerektiğine bir atıftır, bir işarettir. İşte bu anlayış Süheyl b. Amr’ın  ve dolayısıyla Kureyş ekabirlerinin işine gelmiyordu. Onlar yeryüzünde kurdukları zulüm ve sömürü düzenini devam ettirmek istiyorlardı. Vahye uyarsalar bunu yapamayacaklardı. Onlar bunun farkında idiler. Peki, günümüzde durum nedir? Daha da vahimdir. Vahimdir diyorum, çünkü bir yandan “Bismillahirrahmanirrahim “ diyorlar, yani Allah’ın “Rahman ve Rahim “ sıfatlarını zikrediyorlar, öte yandan vahyi hayat tarzı olarak kabul etmeyip onun yerine, laik- seküler bir hayat tarzını hakim kılıyorlar …

             Bu açıklamadan sonra tekrar konumuza dönelim. Peygamberimiz tamam “Bismikallahümme“olsun diyor ve şu ilaveyi yapıyor: Bu Allah’ın Resulü Muhammed ile Süheyl b. Amr arasındaki bir antlaşmadır. Bu ifadeye de Süheyl b. Amr tekrar itiraz ediyor ve şöyle diyor : Biz senin Allah’ın Resulü olduğunu kabul etseydik, ne seni Beyt’ten geri çevirirdik ne de seninle savaşırdık .

Muhammed b. Abdullah olsun, diyor. Bunun üzerine Peygamberimiz, beni yalanlasanız da ben Allah’ın Resulüyüm, diyor ve Hz. Ali’ye onu silmesini söylüyor. Hz.Ali de, vallahi ben onu silmem, diyor. Peygamberimiz bana yerini göster diyor ve o mübarek eli ile söz konusu olan ifadeyi siliyor. Peygamberimiz ben hem Allah’ın Resulüyüm hem de Abdullah oğlu Muhammed’im ,diyor. Suheyl b. Amr’ın istediği gibi yazılıyor. Burada bir noktayı açıklamayı zaruri görüyorum. Zahiren bakıldığında yapılan bu değişikler bir taviz gibi görünebilir. Ancak, Sevgili Peygamberimizin ben hem Allah’ın Resulü hem de Abdullah oğlu Muhammed’im ifadesinde buyurduğu gibi,yanlış olan bir şey yoktur. Kaldıki antlaşma demek tarafların ortak bir metin üzerinde mutabık kalması demektir.Mesele bundan ibarettir. Şimdi gelelim antlaşma maddelerine:

           1.  Hz.Peygamber ve ashabı bu sene değil , gelecek sene umre yapacaklar, yanlarında kılıçtan başka bir şey bulunmayacak ve Mekke’de üç gü                                                                                                                                                                                          n kalacaklar.

           2.  Mekke’de müslüman olup Medine’ye gelen bir kimse Mekke’ye iade edilecek, fakat Medine’den Mekke’ye giden geri iade edilmeyecek.

           3.  Antlaşmanın süresi on yıl olacak.

           Zahiren bakıldığında müslümanların aleyhine gibi görünen bu maddelerin gelecekte ne büyük hikmetler taşıdığını ve gerçek anlamda bir zafer olduğunu göreceğiz. Bu da inşaAllah “ Hudeybiye Penceresinden Günümüze Bir Bakış” başlığı altında Allah’ın( cc) yardımıyla bir sonraki yazımızın konusu olacak.

              Selâm ve muhabbetle,

              Ekrem Öztürk

               ◦

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir