Hüseyin Alan:
İnsanı etkinliklerini “siyasi, ekonomik, hukuki, ahlaki, sosyal, kültürel, sanatsal, inançsal..” olarak ayrıştıran Sekülerizm yahut laiklik,
Özünde dünya işleri ile din işlerini birbirinden ayırma paradigması temellidir.
Tarihten beri bilinen Paganizm bu paradigmadan çıkar..
Bu paradigma “toplumsal” ilişkileri de “kamusal-özel” diye ayrıştırır..
Hz Muhammed’in Hudeybiye sonrası krallara, şehir devlet başkanlarına, eyalet valilerine yolladığı İslam’a davet mektuplarından birini eline alan bir kral, mektubu okuduktan sonra şöyle demişti:
“Ne güzel bir din! Dünya işleri ile ahiret işlerini birleştiriyor.”
Bir mektuptan bu çıkarımı yapan bir zihin, peygamberin davetini dosdoğru anlamıştı.
Aydınlanma filozofları, bilimcileri, sanatçıları..
Dinin ve metafiziğin geride kaldığını, dine ve metafiziğe dayalı bilgilerin yeni toplumsallıkta ve hayatta artık geçersiz olduğunu söylemişti
İnsanlık bilim çağına girmişti. Dolayısıyla bilimsel verilerle ispat edilemeyen dinin reddi kolaylaşmıştı.
Tanrı öldü diyenler, tanrısal her şeyi öldüreceklerdi.
Bilincin maddenin zihne yansıması, bilginin kaynağının doğa/insan/toplum olması geçerliydi artık..
Bir süre sonra toplumda anomali/değersizlik baş gösterdiğinde, maddi terakkinin her şey olmadığını gözleyen filozoflar/bilginler, anlamın ve değerin kaybolduğunu söyleyecekti.
Zira modern insan yaratılmış, bu insan tüm ilişkilerini menfaat temelli kurmaya başlamıştı..
Bu sistemi çözmek kolay değildi çünkü insanların gözü teknolojik ve maddi inkişafla kör olmuştu.
Durkeim dinin bir daha geri dönmeyeceğini söylediğinde
Şayet dönecek olsa bile kendini yeniden/bilimsel olarak icat ederek döneceğini buyurmuştu. Ama diyordu, buna rağmen din yok olmaktan kurtulamayacaktı.
Ahlakı konuşuyorken neyi konuştuğumuzu biliyor olduğumuzdan şüpheliyim.
Tevhidin modern akıl ve bilimle yeniden kavrandığı modern çağda ahlak olamazdı!
Çünkü ahlakın bir tek kaynağı vardır: din. Oysa din kendi aslıyla anlaşılan din değildi.
Ahlaktan bahsedenler, ahlakın insan kaynaklı, toplum kaynaklı olduğunu idrak edemezdi!
İnsan hangi insandı, toplum hangi toplumdu? Burayı çözemeyen zihin ahlakı çözemezdi.
Nitekim ahlaksız bir Müslüman normalde olmaz bir şeydir ama modern çağda ve düşünüşte doğaldı!
Ahlak, elle tutulan, gözle görülen bir şey değildir. Maddi varlıklarla kurulan ilişkilerde ortaya çıkar.
Ahlak, normatif bir müessesedir: Değer bildirir.
Bir şeyin “iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış” olduğunu söyler.
Bir şeyin bu ikiliklerde ölçüsünü koyan ahlak, ancak din temelli olandır..
Aydınlanma çapının Müslüman sosyologları, filozofları, mütekellimleri ne diyordu?
Bir şey “kendiliğinden” mi iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlıştır, yahut buna insan mı karar verir demeye başladıklarında Durkeim’i takip edecekti.
İnsan akıllıydı! Bilimi keşfetmişti! Dolayısıyla ahlaki normları kendi tespit ederdi!
Yahut zaten bir şey kendiliğinden normatifti, insan sadece keşfederdi!
Akıl ile nakil zorlaşırsa hangisi tercih edilir sorusunu bilmeyen yoktur.
Bu soru pagan bir zihnin sorusudur. Cevabı da paganist olacaktır.
Dolayısıyla “bilimsel ahlak” diye bir şey icat edildi!
Aslında bu ahlak değil “etikti.” Bilimsel etik, sanatsal etik, ekonomik etik, siyasi etik.. burdan yol buldu.
Yani insan etkinlikleri/filleri/amelleri/eylemleri parçalanmıştı..
Modern paradigmada din pagan bir dindir! Böyle dedik mi belki murat daha iyi anlaşılır.
Ahlak, hulk kelimesinden türeme; ahlak kelimenin çoğulu. Hukuka işaret eder, normatif ölçü koyar..
Çünkü hukuk normatiftir.
Burda ahlak hukuk derken, yazılı kanun maddeleri akla gelmesin: normatif ölçünün dayanağı, maksadı, tahlili de var: özetle “fıkıh usulü” bu.
Usul başka hukuk başkadır.. Hukuk yazıya geçirilmiş kanun maddeleridir. Usul, o maddeleri üreten kaynaktır..
Bitirelim:
“Haddini aşan zıddına dönüşür.”
İslam âlimleri “vergi” konusunu ele alırken “adalet-zulüm” buradan ölçülebileceğini söylediler.
Bir yönetici “haksız yere bir dirhem vergi alırsa, hazineden bir dirhemi haksız yere harcarsa” bu zulümdür, bunu yapan zalimdir dediler..
Şimdi gel bunu modern devlet yöneticilerine uygula!
Dinlisi dinsizi zalim olmayan bir yönetici görülebilir mi?
Ve bu zalimlerden bazılarını “bizdendir” diye destekleyenler zalim olmaz mı?
Yöneticinin adil-zalim olması mı önemlidir, bizden olup olmadığı mı önemlidir?
Buyurun ahlaka! Nerelere kadar uzanıyor; nereleri de kapsıyor!
Bir tüccar haksız kazanç sağladığında ahlaksız olmaz mı?
Bir esnaf müşterisini kazıklayınca bunda ahlaksız olmaz mı?
Eşine şiddet uygulayan bir erkek ahlaksız olmaz mı?
İllizyon yapıp insanları aldatan sanatçı-siyasetçi-medya ahlaksız olmaz mı?
İmkanı ve gücü varken zorbalık eden biri ahlaksız olmaz mı?…
…………………
Ahlak neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylüyorsa;
Ahlak İslam’ın en üst çatısı olur..