………………
Birçok İslamcı düşünür ve hareket, çoğulculuğun ve laik uluslararası düzenin kökten reddi yönünde bir çözüm getirmiştir. Dindar akademisyen ve Müslüman Kardeşler ideoloğu Seyyid Kutub bu görüşün belki de en etkili versiyonunu ifade etti. 1964’te, Mısır Cumhurbaşkanı Nasır’a yönelik suikast planına katılma suçlamasıyla hapisteyken, mevcut dünya düzenine karşı savaş ilanı anlamına gelen ve modern İslamcılığın kurucu metinlerinden birine dönüşen Yoldaki İşaretler’i yazdı.
Kutub’a göre İslam, yegâne gerçek özgürlük tarzı sunan evrensel bir sistemdi, yani başka insanlar, insan üretimi doktrinler ya da “ırka ve renge, dil ve ülkeye, bölgesel ve ulusal çıkarlara dayalı alçakca ortaklıklar” (yani, öteki tüm modern yönetim ve sadakat biçimleri ve Vestfalya düzeninin bazı yapı taşları) tarafından yönetilmekten özgürleştiriyordu. Kutub’a göre İslam’ın günümüzdeki misyonu, bunların hepsini devirip yerlerine Kuran’ın kelimesi kelimesine ve sonunda küresel çapta uygulamasını getirmekti.
Bu sürecin sonucu, “insanın dünyadaki -tüm dünyada tüm insanlığın- özgürlüğünün kazanılması” olacaktı. Yedinci ve sekizinci yüzyıllarda ilk İslam yayılması dalgasıyla başlayan süreç böylece tamamlanacaktı; sonra da, “bu dinin hedefi tüm insanlık ve eylem küresi tüm dünya olduğundan, dünyanın her yerine taşınacaktı.
Tüm ütopyacı görüşler gibi bunun da uygulanması için aşırı yöntemler gerekecekti. Kutub, bu görevi bölgedeki -hepsini “İslam dışı ve gayri meşru” saydığı- egemen yönetim ve toplumları reddedecek ve yeni düzenin getirilmesinde inisiyatifi ele alacak, ideolojik açıdan saf öncülere veriyordu.
Engin bir ilmi ve tutkulu bir coşkusu olan Kutub, birçok Müslüman’ın gizliden gizliye yakındığı bir gidişata -Ortadoğu’da I. Dünya Savaşı sonrası toprak düzenlemeleriyle onaylanmış katı laik moderniteye ve Müslümanların bölünmüşlüğüne- savaş açmıştı.
Savunduğu şiddet içeren yöntemlerden çağdaşlarının çoğu rahatsızlık duysalar da, takipçilerinden bir çekirdek -tasavvur ettiği öncüler gibi- oluşmaya başladı. “Tarih”in ideolojik çatışmalarını aşmış olduğunu düşünen küreselleşmiş, büyük oranda laik bir dünyaya Kutub’un ve takipçilerinin görüşleri, ciddiyetle dikkate alınmayı hak etmeyecek kadar aşırı görünmüştür. Batılı seçkinlerin birçoğu hayal gücü eksikliğiyle, devrimcilerin tutkularını anlaşılmaz bulmuş ve aşırı beyanlarının metaforik ya da yalnızca pazarlık kozu olduğunu sanmışlardır.
Ancak İslamcı köktencilere göre bu görüşler, Vestfalya uluslararası düzeninin -ya da herhangi bir düzenin- kural ve normlarını geçersizleştiren hakikatleri temsil eder. Bu düşünce yapısı, Vestfalya dünya düzeninin neredeyse toptan tersyüz edilmesini temsil eder. İslamcılığın saflaştırmacı uyarlanmasında, devlet uluslararası sistemin kalkış noktası olamaz, çünkü devlet laik, dolayısıyla gayri meşrudur; en iyi olasılıkla, daha geniş ölçekte bir dini yapıya giden yolda geçici bir tür statü kazanabilir.
Başka ülkelerin iç işlerine müdahale edilmemesi bir yönetim ilkesi olamaz, çünkü ulusal bağlılıklar gerçek inançtan sapmayı temsil eder ve cihatçıların görevi Darülharp’ı, yani inanmayanların dünyasını dönüştürmektir. Bu dünya düzeni anlayışının kılavuz ilkesi ise istikrar değil, saflıktır.
……………….
Yeni Dünya Düzeni, Henry Kissinger, Boyner yayınları, sayfa 133