ÖZGÜNDER/İZMİR Cuma Hutbesi
Şahid-şehid Kur’an’da türevleriyle birlikte yüz elli kadar yerde geçmektedir. Bu türevlerden en çok kullanılan ‘şehid’ (çoğulu=şüheda), ‘şahid’ (tanık olan, gözleyen), ‘meşhud’ (gözlenen, tanık olunan), ‘istişhad’ (tanıklık, gözleme, görerek bilip öğrenme) kelimeleridir.
Şehid: Şahid olan, tanıklık eden, dosdoğru güvenilir bir bildirici (haberci), kesin bir haberi veren, hazır olan anlamına geldiği gibi, ‘bilinçli’ şahid olduğunu düşünce ve hayatında sürekli yaşayan, tanıklığıyla yaşatan, hazır-hazırlıklı, görkemli ve düzenli bir kararlılık, bütün gözlerin ona dikildiği kimse, ‘’örnek’’ ve ‘’örnek alınan’’ anlamlarına da gelir.
Şehid, Rabbimizin güzel isimlerindendir, Esma-ul Hüsna’dan biri olan şehid, kendisinden gizli veya açık, geçmiş veya gelecek hiçbir şey saklanamayan her şeye şahid/tanık olan ve hiçbir şeyi unutmayan demektir. Şehadet ve şuhud, Kur’an’da gaybın karşıtı olarak kullanılmaktadır. ‘’O, gaybı ve müşahede edileni bilendir. Pek büyüktür, yücedir.’’ 13/RAD/9
Allah’ın şehid oluşu, her şeye mutlak anlamda şahidliği O’nun yegane ilahlığının göstergesidir. ‘’Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur.’’ 3/AL-İ İMRAN/18
Şehid kelimesi Kur’an’da yirmi kadar ayette Allah c.c. hakkında kullanılmıştır. Allah her şeye şehid’dir. ”Doğrusu Allah, her şeyin üzerinde şehid olandır.’’ 22/HAC/17
Peygamberlerin ve mü’minlerin şahidliği/şehidliği:
Mutlak anlamda (gizli, açık, zaman ve mekanla sınırlandırılmaksızın ‘’münezzeh’’) şahidlik Allah’ ait iken, kulların şehadeti; bir şeyi ancak ona ulaştıkları zaman, o şey kendileri için hazır olduğu zaman bilirler ve şahid olurlar. Tanıklık etme, hazır olma, kesin haber verme yönüyle peygamberler de şahid-şehid’dir. ‘’Şüphesiz, Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik’’ 48/FETİH/8
Mü’minler, daha geniş ifadesiyle İslam ümmeti de, diğer insanlar üzerine şüheda-şahidler olarak seçilmiştir. ‘’Allah adına gerektiği gibi mücadele edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi “Müslümanlar” olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.’’ 22/HAC/78
Rabbimiz, iman eden kullarına şahidliği bir yükümlülük, sorumluluk ve görev olarak vermiştir. Müslüman, yaşadığı zamana-çağa şahidlik-tanıklık etmekle emrolunmuştur. ‘’Böylece biz sizi, insanlara şahidler (ve örnek) olmanız için vasat (orta) bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde şahid olsun.’’ 2/BAKARA/143
Allah, imtihana mebni olarak şahidliği kullarından beklemekte ve ayırdedici olduğunu bildirmektedir. ‘’Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri (zafer, hakimiyet, üstünlük, hüzün) Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez; (Yine bu) Allah’ın, iman edenleri arındırması ve inkar edenleri yok etmesi içindir. Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?’’ 3/AL-İ İMRAN/140..142
İman edenler, Rahman’dan korkup sakınanlar, minneti sadece Allah’a duyanlar ve O’ndan başkasından korkmayanlar, kulluğu sadece O’na, yardımı da sadece O’ndan isteyenler şahid-şehid olarak Allah’ın huzuruna çıkmayı isterler. ‘’Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz.’’ 3/AL-İ İMRAN/53
Şehadet: Allah’tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna iman etmektir. Bu tanım, Tevhid dini olan İslam’a giriş ve ilk adımdır. Fakat girilen ve atılan ilk adımın geçerli olabilmesi için, girilen bu dinde ‘İslam’ da kalabilmek için şehadet ettiğimiz hakikatin bütün öğretilerini kabul etmek ve inşa ettiği akideye-inanç sitemine, hayata dair bütün müdahalelerine şeksiz-şüpesiz-amasız-fakatsız teslim olup içselleştirerek hayatımıza şahid tutmaktır. ‘’Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir.’’ 2/BAKARA/163
Hz. Peygamberin ‘’La ilahe İllallah deyin kurtulun’’ sözünün anlamı tabiî ki, ilahlık taslayan-iddia eden, düşünce sistemini, hayatın nasıl kurgulanacağına yönelik bütün tasavvurları üreten canlı-cansız bütün kutsal addedilen putları, putperest algıları, ideolojileri, batıl dinleri reddederek sadece tek ilah olan Allah’ı ve öğretisini tasdiklemek-kabullenmek-iman etmek, hayatımıza şahid tutmaktır.
Hz. Peygamber’in (a.s.) Mekke cahiliyesinde ve müşrik zihinlerde yankılanan Tevhidi davetine itiraz edenlerin kimlik ve kişiliklerini şöyle tasvir edebiliriz.
Sınırsız, doyumsuz, kabileci, tefeci-tüccar, putperest, kendi zulüm düzenlerinin devamı için ürettikleri ve ‘misyon’ yükledikleri putları kullanan, kadının kişiliğini yok sayarak dişiliğini bir meta gibi harcayan, kız çocuklarını diri diri toprağa gömebilecek kadar vahşi, köleleştirilen insanların bir meta gibi ticaretini yapan, bölgeler-uluslar arası ticaret yapabilen, zenginlerden ve güç sahiplerinden oluşturdukları meclisleriyle halka fasılasız zulmeden kimliklerden oluşuyordu.
Mekke müşriklerinin öncüleri geri zekalı-aptal değillerdi. Çünkü uluslar-bölgeler arası ticaret yapabilen, bir toplumu zulümle de olsa yönetebilen-yönlendirebilen, kendi müşrik düzenlerini koruyabilmek için her türlü hesabı yapabilen insanlardı.
Peygamberi davetin özü-özeti olan ‘’la ilahe İllallah’’ davetini bilerek, isteyerek, düşünerek, bilinçli olarak reddediyorlardı, çünkü bu davetin kabulü demek bütün düzenlerinin bitişi yok oluşu demekti, kula kulluğun, kulun ruhsuz-işlevsiz putlara kulluğunun, güçsüzlerin aleyhine güçlülerin lehine olarak kurgulanan sistemlerinin, kabile-soy-sop-ırk-cinsiyet, güç ve mali üstünlük algılarının-kabullerinin yerle yeksan olacağını görüyor olmalarıydı.
Onlar, ‘’La ilahe İllallah’’ cümlesinin-mesajının neye takabül ettiğini, neyi içerdiğini, düşünceye nasıl müdahale edeceğini, hayatın bütün saha ve safhalarını kurgulayan bir öğreti olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu muhteşem cümleyi-mesajı kabullenmek demek, düşünce ve hayatlarını tümüyle yok saymak, atalar dininin bitişi, meclislerinde oluşturdukları zulüm çarkının sonu demekti.
Onlar, kendi elleriyle yapıp-ürettikleri, kendi müşrik algıları ve zulüm düzenlerine payanda olmak üzere istek ve arzularını ‘ruhsuz-işlevsiz’ olduklarını bilerek, gizleyerek kullandıkları putların üzerlerinden yapıyorlardı. Yani hayatlarına müdahale etmeyen-edemeyen, karışmayan bir ilah-ilahlar anlayışı vardı ve hayatlarına müdahale etmeyen ve istedikleri gibi ilahlarını kullanan ve onlarla insanları korkuttukları, rant sağladıkları, yönlendirdikleri için ‘ilahlarından’ çok memnundular.
Oysa, Hz. Muhammed’in davet ettiği dinin ilah vurgusu, düşünceden başlayarak hayatın tümüne müdahale eden bir ilah vurgusudur, O öyle bir ilah ki, yaratan, düzenleyen, hüküm koyan, hayatın nasıl ve ne şekilde yaşanacağını inzal ettiği vahiyle ve seçtiği elçilerin örnekliğiyle belirleyen, bütün insanları kulluk bazında eşitleyen tek ilah olan Allah.
İşte onlar, neyi reddettiklerini, hayatiyetleri için neyi reddetmek zorunda olduklarının şüphesiz farkındaydılar. İster Kur’an’da ister tarihi vesikalarda müşriklerin önde gelenlerinin söylemlerine bakıldığında bu bilinçli inkâr görülecektir.
İşte, Tevhidi düşünceyi ‘’La ilahe İllallah’’ı reddeden kasıt, zihinlerdeki arkaplan, reddediş gerekçeleri-nedenleri neler ise, iman edenlerin de en az o şiddette ve kararlılıkta bu muhteşem cümleye-mesaja şehadet etmeleri, düşünüşlerinin ve hayatı kurgulamalarının da şehadet ettikleriyle örtüşmesi ve bütünleşmesi zorunludur, aksi takdirde şahidlik etmiş olunmaz.
Şahid-lik: Allah’a, yaratmada, rızık vermede, hüküm koymada, düşünce ve hayatın ‘kırmızı çizgilerinin’ belirlenmesinin tek müdahili olmasında, sadece O’na kulluk/ibadet yapılmasında ve sadece O’ndan yardım istenilmesinde/dilenilmesinde, sadece O’ndan korkulup ve O’na minnet duyulmasında, bütün güzel isimlerinde Allah’a hiçbir şeyi eş/ortak koşmamaktır.
Şahid-lik: Kur’an’ın, insan, ahlak, hayat tanımını-tasvirini-tasavvurunu önce nefsimizde, sonra yeryüzünde inşa etme eylemidir.
Şahidlik: Peygamberlerin varisleri ve takipçileri olarak, insanları tağuttan (Allah’ın hükmüne rağmen hüküm/yasa koyan kişi ve kuruluşlar) uzaklaştırıp Allah’a kulluğa davet etmektir.
Şahid-lik: Tevhidi düşünceyle, kulluk bilinciyle, ümmetçi bir duyarlılıkla hayatı kuşanarak, mazlumun, mağdurun, mustazafların, zulme uğrayanların yanında yer alarak zalimlerin karşısında dik durmaktır.
Şahid-lik: İlahi öğretinin ve vahyi hayatıyla örneklendiren-gösteren Hz. Muhammed’in (a.s.) rehberliğine rağmen, üretilen bütün izm’leri, ideolojileri, tahrif edilmiş kitaplardan üretilen dinleri, aciz beyinlerden üretilen her ne varsa reddetmektir.
Şahid-lik: insanın düşünsel ve eylemsel bütün yönelişlerini vahye göre düzenlemek demektir.
Yukarıda Kur’an’ın ışığında tanımlanan şahid-şehadet kavramını bilen, idrak eden, iman eden ve hakka şahidlik ederek hayatı kuşananlara şahid ve bu uğurda mücadele ederken öldürülenlere, can kuşunu feda edenlere de şehid denilir.
Şahid-şehid: İster gözle, isterse basiretle olsun, müşahade edilenle beraber bulunmaktır. Şehid’e tanık anlamına gelen bu kelime isim seçilmiştir. Şehid, hazır bulunan kimsedir ve melekler onun yanında hazır bulunurlar, cennetle müjdelerler ve şehadeti esnasında Allah’ın kendisi için hazırladığı nimetlere tanıklık eder. ‘’Şüphesiz: Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) ‘Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin’. ‘’ 41/FUSSİLET/30
Şahid-lik: Kalp ile imanın, akıl ile idrakin, dil ile beyanın, kanla-canla ispat edilerek atılan imzasıdır, yiğitliktir, kahramanlıktır, korkuyu alt etmektir, onu Allah’tan başka korkutabilecek ne bir güç ne bir silah yoktur. Korkusuzluğun ve hakka şahid olmanın dünyaya en yüksek sesle haykırılmasıdır.
Şairin sözüyle;
‘’Vicdan bile duymaz, sesi çıkmazsa bir ahı.,
Sessiz kölelerdir üreten bin bir ilahı’’
Hülasa; Şahid, yaratana ve yaratılış gayesine-gerçeğine, Halıg/Hallag olanın kullarına yüklediği sorumluluğu bilerek hayata taşımanın ve yaşadığı zaman diliminde bütünsel olarak tanıklığın, hizbullah/Allah’ın tarafı olduğunun zamana ve bu zamanda yaşayanlara haykırmasıdır.
Şahid-lik; mutlak ve her şeye şahid olan Allah’ın koruyuculuğunu, rızık vericiliğini, imtihana tâbi tutma iradesini ve bunun üzerinden gözetleyiciliğini ve hesaba çekecek oluşunu bilmenin ve bu bilinçle hayatı inşa etme cehdinin gösterilmesi demektir.
Şahid: Şeksiz-şüphesiz iman ettiği Hakikati, sadakat ile hayatına taşıdığı mesajını, yaşayarak yansıttığı davetini en yalın-net-açık, arı duru, en hikmetli ve anlaşılır bir söylemle ve dahi diğergamlığını hissettirerek anlatır. Bu anlatımın hiçbir giriftliği-anlaşılmazlığı yoktur, entelektüel polemikleri-gevezelikleri, sığ tartışmaları, enaniyetçiliği, samimiyetsizliği, riyakarcılığı, vurdumduymaz durağanlığı derleyip-toparlayıp çöp sepetine atandır.
Şahid-lik: Topukları üzerine geri dönmemenin, sevgililerden en sevgiliye yürümenin, kaçmamanın, sözü kıvırmamanın, ‘’yanlış anlaşıldım’’ korkaklığına düşmemenin, ayakların sabit kadem olduğu onurlu duruşun ve adam gibi adam olmanın adıdır, kanıtıdır.
Şahid olarak yaşayanın şahid-şehid olarak öl(ebil)mesi mümkündür, şehidliği; ‘’en iyi Müslüman öldürülen Müslümandır’’ gibi bir kategorizeye indirilmemeli, aslolan, hakka şahid olarak yaşayabilmek ve şehidliği arzulayarak hazırlıklı olmaktır, amaç Rahman’ı razı etmektir. Her şey O’nun elinde olduğu gibi şehadet de Allah’ın izniyledir.
Hz. Ebu Bekir (r.a) yatağında vefat etmiştir, Hz. Ömer (r.a.) ise öldürülmüştür ‘şehid edilmiştir’ fakat her ikisi arasında bu sebeple bir ayrım gözetmek kimsenin aklına gelmemiş, dillendirilmemiştir.
Kur’an’da, iman eden erkek ve kadınların salih amellerinin karşılığı olarak cennetle mükafatlandırılacakları, hesapsızca rızıklandırılacakları müjdelenmektedir. (2/25), (40/40)
“Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü’min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler.” 40MÜ’MİN/40 Bu nevi mü’minleri müjdeleyen çok ayetler vardır.
Allah’ın izniyle cennete girebilmenin ön şartı, Rahman’a hiçbir şeyi eş koşmadan iman etmek, ilahi öğretinin hayatın bütününe müdahale ettiğini kabul etmek ve şahidliğini/tanıklığını salih amel işleyerek hayata taşımaktır.
Şehid olan Allah, şahidliği/tanıklığı zorunlu kılmaktadır, kul ister küfür ile ister iman ile kendi kendinin tanıklığına mahkumdur ve bunu elbet ahirette yaşayacaktır.
Şahidlik; yaşama fırsatı verilmesinin doğal sunucu ve kaçınılamaz gerekliliğidir.
Şah damarımızdan daha yakın ve her şeye şahid olan Allah’a iman eden rasuller ve mü’minler ihsan ile Rablerine kulluk yapanlardır.
”De ki “Şahidlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki “(En yüce şahid olan) Allah benimle sizin aranızda şahiddir. Bu Kur’an bana kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarıp-korkutmam için vahyolundu. Siz Allah’la beraber başka ilahların da bulunduğuna şahidlik mi ediyorsunuz?” De ki “Ben (buna) şahitlik etmem.” De ki “O ancak bir tek ilahtır ve ben sizin şirk koştuklarınızdan kesinlikle uzağım.” (6-En’âm 19) Şahid olan kul-rasul şehid olan Rabbini şahid tutarak müşriklere meydan okumaktadır.
Aslında konunun temel noktalarından birisi de; şirk ile şehid olan Allah inancı aynı kalpte-yerde barınamaz, çünkü şirkin gerekçesi ya da argümanı ‘uzak Allah tasavvurudur’. Şirkin arkaplanında uzak ilah-rab anlayışı hakim olduğu için uzak olana ulaşmak için aracılar tedarik edilir ve tapındıkları aracıların Allah’a ulaşabilmek için vesile kılınmasıdır. ” İyi bil ki halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler “Biz bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (derler). Elbetteki Allah onların ihtilaf ettikleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Muhakkak ki Allah, yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete (doğru yola) eriştirmez.” (39-Zümer 3)
Hayatını imanına şahid kılabilenlerden olabilmemiz duasıyla.