Ne zaman modern varoluşun kurucu prensipleri vatancılıktan, milliyetçilikten, milli devletten, ulusal bağımsızlık ve egemenlik söyleminden kurtulur; bu sınırları aşıp insanlığa hitaba dönerse o zaman kendisi olarak var olur!
İnsanları dil, tarih, toprak gibi milli varoluş sınırlarının dışına taşırabilirse o zaman var olabilir!
Liberalizm “serbest pazar ekonomisi, demokrasi, insan hakları, özgürlük” prensipleriyle bunu yaptı!..
İslamcılar daha o seviyeye gelmedi mi daha?
Hayır. Osmanlı’nın yıkılışındaki tarihsel ve siyasal şartlarda mecbur kaldığı ulusal devletçilik, vatancılık, milliyetçilik reçetesini henüz terk etmedi. Liberallerin aştığı sınırları aşamadı!..
Dünyada sömürü, baskıcı rejimlerle sürdürülüyor: Baskıcı rejimlerin iki tür meşruiyet dayanağı var: Din ve milliyetçilik.
Latin Amerika, Uzak Doğu, Afrika, Ortadoğu, Balkanlar.. aynı dertle muzdarip. Emperyalizmin geldiği yer burası!
Latin Amerika’nın solcuları isyan geleneğine sahip Hristiyan kiliselerle ortak hareket eder. Diğer yerlerde bu ikili ittifak pek görülmez. Çünkü solculuğun kategorik din karşıtlığı doktrini buna engel. Kiliselerin ulusalcılığı da engel!
İran devriminde solcuların molla liderliğine verdiği destek, şah rejiminin yıkılışıyla sınırlıydı. Sonradan ayrıştı zaten..
Türkiye’de İslamcılar milliyetçiliğin kıskacını kıramadı. Ayrıştı ayrışıyor dedikodusu, dedikodudan öte geçemedi. Resmi söylemde antitezi olan Kürt milliyetçi hareketine veya bölücü etiketine karşı güçlü müttefik oldular..
Her şeye rağmen bu coğrafyada iktidarlar dindar ve milliyetçi söyleme sarılmak zorunda; solculuk burda tutmuyor! Osmanlı toplum ve kültür yapısı içinden sosyalizm çıkartmaya çalışanlar çoktan tasfiye edildiler..
Memleketin İslamcısının en temel kurucu söylemi; devletçiliktir. “Devletsiz olmaz” kültü Müslümanı zihinsel olarak kilitlemiş! Varlığını bekasını devlete bağlamış!
Oysa tarihte Müslümanlık devletsiz olarak var oldu. Devletlere rağmen var oldu. Devletler karşıtı olarak var oldu: Cemaat formu zaten bunu gösterir.
Müsteşriğin dediği gibi, tüm peygamberlerin en büyük düşmanları, zamanlarındaki devletlerdi. Devletlû sınıftı.
Biz henüz burayı anlayacak düzeyde değiliz. Bu bildik devlet karşıtı sosyalist tez değil. Başka bir şey..
Kur’an’da “itaat etmeyin şunlara” denen zümre “devletlû” olan zümredir. Kabile şefidir, şehir devlet meclisidir, kraldır, imparatordur. Bunların ortaklarıdır..
Biz devletsiz olmanın, devlete rağmen var olmanın imkânlarını konuşamıyoruz. İslam’ın bu husustaki prensiplerini anlayamıyoruz. Çünkü peygamberleri gereği üzere tanımıyoruz!
Siyasi literatürde kendisi tanrı olan modern devleti tanımıyoruz. Devletin görüşünün her alanda referans olduğunu, bunun hilafına görüş bildirmenin hıyanet olduğunu düşünmek istemiyoruz.
Uzatmadan; devlet neden mutlak doğrucu olsun? Onu sığaya çekecek, hesaba çekecek, yanlışını düzeltecek olan nedir? Kimdir?
Devletten istifade edenler mi? Varlığını devlete borçlu olduğunu düşünenler mi? Bekasını ve ahirini devlete bağlayanlar mı?..
İslamcı ne zaman kendisi olur?
Bir tarih felsefesine, toplum yapısına, siyasi tarza sahip harekete dönüştüğünde.
Bunlar yoksa elde bir yol haritası yok demektir; her toplumsal yapının veya siyasal değişimin içinde istihdam edilmeyi marifet sanmayı sürdürür!