22 Kas 25 - Cts 9:09:am
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Farkı Fark Etmek: Hudeybiye Penceresinden Günümüze Bir Bakış (2)

Farkı Fark Etmek: Hudeybiye Penceresinden Günümüze Bir Bakış (2)

      

       Bir önceki yazımı , Hudeybiye antlaşmasının maddelerini vererek sonlandırmıştım. Bu maddeleri kısaca hatırlamakta fayda var:

       1. Hz. Peygamber ve ashabı bu sene değil gelecek sene umre yapacaklar, yanlarında kılıçtan başka bir şey bulunmayacak ve Mekke’de üç gün kalacaklar.

        2. Mekke’de müslüman olup Medine’ye gelen bir kimse Mekke’ye iade edilecek, fakat Medine’den Mekke’ye giden geri iade edilmeyecek.

        3. Antlaşmanın süresi on yıl olacak.

         Önce bir tespitte bulunmak istiyorum . Bu antlaşma ile , Mekke müşrik devleti karşılarında  siyasi bir erk olarak Peygamberi ve müslümanları kabul etmiş oluyor. Bu durum hareket sistematiği açısından önemli bir aşamadır. Söz konusu olan bu maddeleri yorumlamadan önce, şu iki ayeti dikkatlerinize sunmak istiyorum . Çünkü bu iki ayeti dikkate almadan ,ya da bu ayetlerin manevi atmosferine bürünmeden önce yapılan değerlendirmeler

 biraz sonra göreceğimiz gibi, ya eksik ,ya da hatalı olabilir. Şimdi bu ayetleri verelim:

       “ Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları O’ndan başkası bilmez.O, karada ve denizde ne varsa bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitaptadır “ ( En’âm, 6/59).

       “… Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat Allah ( gaybı bildirmek için) peygamberlerinden dilediğini seçer. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin; inanır ve sakınırsanız sizin için büyük bir ecir vardır “ (Âl-İ İmrân, 3/179).

             Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki ,böyle bir Rabbimiz varken sahte rabler edinmenin hiç bir mantalitesi, gerekçesi olamaz… Elhamdülillah…Şimdi soruyorum, bu sahte rabler yukardaki ayetlerde söz konusu olan özelliklerden hangisine sahipler?  Hiç birine sahip değiller . Unutmayalım ki vahyi devre dışı bırakıp hayatı düzenlemeye kalkanlar, helalı- haramı belirleme noktasında , yani günümüz tabiriyle  serbesti- yasağı belirlemede kendilerini yetkili görenler , rablık pozisyonuna soyunmuşlar demektir. Maalesef günümüzde helal , haram kavramları  sadece yeme- içmeye indirgenmiştir. En büyük haramlardan birisi ,Allah ‘ın hükmünü devre dışı bırakarak insan yapısı olan beşeri kaynaklı hükümlerle hükmetmektir. Bu öyle bir anlayıştır ki , sahibini İslâm dışı bırakır( Bkz. Adyy b. Hâtem hadisi).Şimdi bu ayetlerin ışığında maddelere geçebiliriz. Bu ayetlerde vurgulanan iki temel özellik var. Birincisi gaybın bilgisi mutlak anlamda sadece Allah’a aittir. Onları O’ndan başkası bilmez. İkincisi Allah Azze ve Celle gaybın  bilgisini sadece peygamberlerden dilediğini seçip ona bildirir. Aslında Hudeybiye’de vuku bulan olay da budur. Burada bir noktanın altını çizmem gerekiyor. Bildiğiniz gibi Rasûlullah( as) çoğu işlerde müslümanlarla istişare ederdi . İstişare etmediği konularda da ise bunun bir hikmete mebni olarak yapıldığını , daha açık bir ifadeyle vahiyle hareket ettiğini düşünmemiz gerekir.Bunun bir istisnai durumunu Bedir savaşında görüyoruz . Şöyleki, Resulullah( as) Bedir’de sahabileri savaş için konuşlandırmıştı.

Kısaca olayı mealen aktarmak istiyorum: Sahabenin birisi, “Ya Rasûlullah bu konuşlanmayı vahiyle mi yaptın, yoksa kendi görüşün müdür” diye sordu. Peygamberimiz kendi görüşü olduğunu söyleyince, sahabi : Burada asıl mesele su kuyularına yakın olmaktır, onun için şuraya konuşlanalım , dedi. Peygamberimiz de bu görüşü uygun buldu. Aslında burda, Peygamberimize soru sormanın da bir adabı olduğunu, sıralamaya dikkat etmemiz gerektiğini öğreniyoruz.

Çünkü vahiy söz konusu ise bize düşen görev “ İşittik ve itaat ettik” demekten ibarettir. Bu açıklamadan sonra  maddelere geçebiliriz.Çünkü benim asıl maksadım maddeler üzerinde konuşmak ve burdan günümüze bir bakış tarzı sunmaktır.

           Madde 1.Hz.Peygamber ve ashabı bu sene değil gelecek sene umre yapacaklar ,

yanlarında kılıçtan başka bir şey bulunmayacak ve Mekke’de üç gün kalacaklar.

            Düşünebiliyor musunuz ki , sadece umre yapmak için  dört yüz küsür km.yolu o zamanın şartlarında bir çok meşakkatlere katlanarak ,yaklaşık on beş gün süren bir yolculukla kat edeceksiniz ,Mekke’ye kalmış on yedi km… . Umre yapmadan geri döneceksiniz. Gerçekten tahammülü çok zor bir durum bu… Bir önceki yazımda müslümanların halet- i ruhiyesi üzerinde detaylı bir şekilde durduğum için bu kadarla iktifa edelim.

           Madde2.Mekke’de müslüman olup Medine’ye gelen bir kimse Mekke’ye iade edilecek, fakat Medine’den Mekke’ye giden  geri iade edilmeyecek.

          Zahiren bakıldığında tamamen müslümanların aleyhine imiş gibi görünen bu maddenin ,  Takdiri İlâhi’nin bir sonucu olarak nasıl müslümanların lehine döndüğünü yakinen göreceğiz.

           Peygamber efendimizle Süheyl b. Amr arasındaki antlaşma maddeleri kaleme alınmış, fakat henüz onaylanmamıştı. Tam bu sırada Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel Mekke’de hapsedildiği yerden zincirlerini kırarak kaçmış ve Hudeybiye’ye gelmişti. Çok eziyet çektiği her halinden belli idi . Ebû Cendel müslümanlara sığındı. Antlaşma gereği babası oğlunun kendisine verilmesini ve tekrar Mekke’ye gönderilmesini istedi . Resulullah( as) henüz antlaşmanın onaylanmadığını ve bu sebeple bunun hariç bırakılmasını istediyse de Süheyl b. Amr , oğlu olmasına rağmen kabul etmedi. Burda Süheyl b. Amr’ın kendi davası uğruna oğluna bile acımadığını görüyoruz. Bu da bir karakter örneğidir. Şu bilgiyi de vermek isterim ki daha sonra Süheyl b.Amr ‘da müslüman oldu. Ebû Cendel ,feryat içersinde müslümanlara bağırarak beni nasıl geri gönderiyorsunuz, dinimden geri çevrilmem için mi ,dedi .Resulullah( as) ,git Allah sana bir hayır kapısı açacaktır, dedi. Hz. Ömer bütün bu olup bitenleri görüyordu. Artık bu bardağı taşıran son  damla oldu. Bundan sonra Peygamberimizle ,Hz. Ömer arasında şöyle bir diyalog  geçiyor:

           Sahih-i Buharî ve Sahih- i Müslim’de , kaydedildiğine göre  Hz. Ömer şöyle söylüyor:

Hz. Peygamber’e geldim ve dedim ki ‘ Sen gerçekten Allah’ın Peygamberi değil misin?’ O’ da’Evet öyledir’ dedi. Ben ‘ Sen hak yol üzere,  düşmanımız da batıl yol üzere değil mi?’ dedim. ‘ Evet,öyledir’ dedi.Ben ‘ Bizim ölülerimiz cennete, onların ölüleri cehenneme  gitmez mi ?’ dedim.O ‘Evet öyledir’ dedi. Ben ‘ Öyleyse niçin dinimizde alçaltılmış olanı yapıyoruz ?’ dedim. O ‘ Ben Allah’ın Resulüyüm ve O’na başkaldırmam. Bana yardım edecek olan O’dur’ dedi. Ben ‘ Beyt’e varacağımızı ve onu tavaf edeceğimizi söyleyen, sen değil miydin?’ dedim. O da ‘ Evet, öyledir ‘dedi . Peki, ben , bu yıl  Beyt’e gideceğini  söyledim mi?’ dedi. Ben ‘ Hayır’ dedim. O ‘ Öyleyse,Beyt’e gidecek ve onu tavaf edeceksin’ dedi. Ömer , sabretmedi ve Ebû Bekir’e gidip, Resulullah’a sorduğu gibi, ona da sormaktan kendini alamadı.  Ebû Bekir ‘ Ey Hattab’ın oğlu! O, Allah’ın Resulüdür, Rabbine isyan etmez ve Allah onu asla yalnız bırakmaz’, dedi. Tam o sırada, Resulullah’a ( as) Fetih Suresi nazil oldu ve Ömer’i çağırtıp inen ayetleri ona okudu. Ömer ‘ Bu fetih midir Ya Resulullah? ‘ dedi. Resulullah ‘ Evet’ dedi.  Böylece Ömer’in gönlü hoşnut oldu ( Muttefakün aleyh), ( Ramazan el- Buti,Fıkhu’s Siyre,s.303).

           Şimdi bu olay üzerinde bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum . Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, Hz.Ömer( ra) daha sonra , Resulullah( as) ‘ ma karşı yapmış olduğu bu davranışın yanlış olduğunu itiraf etmiş ve Allah ( cc) katında affedilmesi için çok ibadet ettiğini, oruç tuttuğunu ve köleleri azad ettiğini söylemiştir. İnsan yanlış yapabilir. Asıl önemli olan yanlışta ısrar etmemektir.Hata yapabileceğini kabul eden bir insan az hata yapar. Çünkü haddini bilir. Aksi halde nefsinin kulu- kölesi olur. Gurur ve kibiri onu hep hata yapmaya zorlar. En büyük hatayı da , İblis’te olduğu gibi,kendisini Yaratana karşı yapar.

           Bu konuşma diyaloğunda Resulullah( as) , Hz. Ömer’e hep ben Allah’ın Resuluyum ifadesini öne çıkarmış ve ben O’na baş kaldırmam demiştir. Hatta Hz. Ebû Bekir de ,Hz.Ömer’e karşı ayni şeyin altını çizmiştir. Yani Hz. Ömer’e verilmek istenen ,Resulullah’ın ( as) bu işi kafasından yapmadığı, mutlaka Allah’ın yönlendirmesiyle yaptığı mesajı idi.Kanaatim odur ki ( Şüphesiz Rabbimiz en doğrusunu bilir) eğer Hz. Ömer olayı En’âm 59, ÂL-İmrân 179 ayetleri ışığında değerlendirseydi, o da gerçeği görürdü. Tabii ki Ebû Cendel olayı Hz.Ömer ‘i çok sinirlendirmişti . Onun için Peygamberimiz  , Hz. Ömer’i uyarmasına rağmen sağlıklı düşünemiyordu.Peki bizim burdan kendimiz için çıkartacağımız ders nedir? Resulullah( as) şu anda yanımızda değil ama hadis elimizin altındadır.Sahih hadis karşısında esas duruşumuzu ,ama – fakat demeden muhafaza etmek ve hadisin gereğini yapmaktır.

         Resulullah( as) Medine’ye döndükten sonra Kureyş’ten müslüman olup Medine’ye gelen kahraman bir kişi vardı. Bu sahabinin adı Ebû Basîr idi. Kureyşliler onu tekrar geri getirmek için Medine’ye iki kişi gönderdiler. Resulullah( as) antlaşma gereği bu kişilere Ebû Basîr’i teslim etti. Zülhuzeyfe’ye vardıklarında Ebû Basîr onları gafil avlayarak birisinin kılıcını alıp onu öldürdü, diğeri Mekke’ye kaçtı.Ebû Basîr ise tekrar Peygamberimizin yanına döndü ve şöyle dedi. ‘ Ey Allah’ın Resulü, sen üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdin. Allah beni onların ellerinden kurtardı. Resulullah( as) , Ebû Basîr’i  Seyfu’l-Bahr’e gönderdi. Burası Mekke- Şam ticaret yolu üzerinde bir yerdi.Daha sonra Ebû Cendel ve Mekke’de müslüman olup Medine’ye gelen diğer müslümanlar da Ebû Basîr’in yanına geldiler. Böylece Seyfu’l-Bahr Kureyş’e karşı bir üs haline geldi. Ebû Basîr komutasında müslümanlar, Kureyş’in ticaret kervanlarına saldırıyorlar, onları öldürüyorlar, mallarına el koyuyorlardı. Zaten bu malların bir kısmı , Mekke’de malını bırakıp Medine’ye hicret eden müslümanlara aitti. Bu durum Kureyş’i zor durumda bıraktı. Kureyş , Resulullah (as) ‘ma elçi göndererek bu maddenin kaldırılmasını istediler. Artık çark tersine dönmeye başlamıştı. Böylece Ebû Basîr ve arkadaşları Medine’ye döndüler. Son olarak bir noktaya daha temas etmek istiyorum.

            Hudeybiye antlaşmasından sonra peyderpey kadınlar da Medine’ye gelmeye başladılar.Bu meyanda Medine’ye Ümmü Gülsüm Bint Ukbe b.Ebû Muayt geldi. Müşrikler bunu da geri istediler.

Resulullah( as) , antlaşma metninde geçen “ Racul “ sözcüğünün sadece erkekleri kasdettiğini ifade ederek bu teklifi kabul etmedi. Müşrikler de buna itiraz etmediler. “Racul” sözcüğünün hangi manalara geldiği konusunda bir çok spekülasyonlar yapılmıştır. Bu sırada Mümtehine suresi ayet 10 ,nazil oldu. Bu ayette meseleye cinsiyet açısından değil ,inanç açısından bakılması gerektiği ve dolayısıyla her ne şekilde olursa olsun inancından dolayı gelenlerin asla iade edilmemesi gerektiğinin altı çizildi.

           Madde 3. Antlaşmanın süresi on yıl olacak

           Günümüze bakış açısından bu maddeyi çok önemsiyorum. Hudeybiye barış antlaşmasına kadar müslümanlarla müşrikler hep savaş atmosferinde idiler. Savaşın verdiği hamaset ve müşriklerin müslümanlara karşı besledikleri kin duyguları onların kalplerini bürümüş , hakkı duyma konusunda büyük bir engel oluşturmuştu. Bu engellerin ortadan kalkması için bir barış ortamına ihtiyaç vardı. Gerçekten bu on yıllık süre değerlendirme, düşünme açısından çok iyi bir süre idi. Müslümanlar Mekke’ye geldiler, arı kovanı gibi çalışmaya başladılar. Müslümanlar önce kendi akrabalarına daha sonra da ulaşabildikleri herkese gittiler. Onlara hem İslâmı tebliğ ediyorlar hem de tebliğ ettikleri İslâm’ın  nasıl pratiğe geçeceğini yaşantıları ile gösteriyorlardı.Mekkeliler müslümanlar arasındaki sevgi , saygı ve kardeşlik bağlarını gördükçe kalbleri İslâm’a daha çok ısınıyordu. Artık kale içten fethedilmişti. Kısa bir zaman sonra da Mekke fiziki anlamda da feth olundu. Bu bir kahramanlık ve çarpışma fethi olarak değil, rahmet ve barış fethi olarak gerçekleşti . Kısacası bu bir gönül fethi idi. Mekke’nin en azılı düşmanları da dahil olmak üzere insanlar fevç fevç Allah’ın dinine giriyorlardı.Bir zamanlar Sevr mağarasından üç kişi olarak ayrılan sevgili Peygamberimiz onbinlerce müslümanlarla beraber büyük bir tevazu içinde , başı devesinin üzerinde eğilerek Mekke’ye girdi…

            Son Söz

            Yol uzun ve meşakkatli, yol azığı sabır ve namaz , hedef müttakîler için hazırlanmış olan cennet…

            Selâm ve muhabbetle,

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir