Ali Bulaç’ın İslamcılık üzerine kaleme aldığı yazılar, yaklaşık on yıllık bir süreçte belirgin bir düşünsel dönüşümü yansıtır. Bu dönüşüm, devlet–İslam ilişkisi, modern ideoloji eleştirisi ve İslamcılığın imkânları gibi meselelerin etrafında gelişmiş; zamanla daha kapsamlı ve teorik bir sorgulamaya evrilmiştir. Bulaç’ın yazıları dikkatle takip edildiğinde, İslamcılığı savunan eleştirel bir çizgiden başlayıp, onun modern bir ideoloji olarak sorunlu yönlerine işaret eden bir ara döneme; oradan da İslamcılığı aşan daha köklü bir dinî düşünce arayışına geçtiği görülür. Bu üç aşamalı değişim, özellikle 2014’ten 2021’e uzanan yazılarında net biçimde izlenebilir.
2014–2015 yıllarına ait yazılarında Bulaç, Türkiye’deki İslamcı çevrelerin yaşadığı krizlere ve devletle kurulan ilişkinin yol açtığı yozlaşmalara odaklanır. Eleştirileri serttir, fakat bu dönemde hâlâ “mümkün bir İslamcılık” fikrini tamamen terk etmiş değildir. Asıl problem, ona göre, İslamcı hareketin devlet iktidarına eklemlendikçe ahlaki ve toplumsal iddiasını kaybetmesidir. Bu yıllarda sık sık “devletin İslamcısı olmamak” tematiği etrafında yazdığı görülür. AK Parti iktidarıyla kurulan ilişkideki gerilimi, 28 Şubat tecrübesiyle karşılaştırır ve Türkiye İslamcılığının bir tür “iktidar testini” geçemediğini ima eder.
2015’ten 2016’ya doğru uzanan ikinci evrede eleştiri sertleşir ve teorik zemini belirginleşir. Bu dönemin temel teması, İslamcılığın giderek bir ideolojiye dönüşmesi ve dinle arasında tehlikeli bir mesafe oluşmasıdır. Bulaç artık yalnızca devletle yakınlaşmayı değil, İslamcılığın modern siyasal düşünce kalıplarına benzemesini de problemli görmektedir. Ona göre din adına konuşmayı bir tekelleştirme biçimine dönüştüren ideolojik siyaset, hem toplumda karşılık bulamamakta hem de dinin asli yapısını aşındırmaktadır. “Siyasal İslam”, “itikadî ve fıkhî alanın siyasete indirgenmesi” ve “dinin ideolojileştirilmesi” gibi kavramlar bu dönemin anahtar ifadeleridir. Bu yıllar, Bulaç’ın İslamcılıkla arasındaki mesafeyi en fazla açtığı dönemdir.
2016 sonrası, özellikle 2017–2018 yazıları, İslamcılığın yalnızca problemli değil, aynı zamanda tarihsel olarak tükenmiş bir proje olduğu fikrine yaklaştığını gösterir. Arap dünyasında yaşanan kırılmalar, devrimlerin başarısızlığı, Türkiye’de İslami söylemin devletleşmesi gibi gelişmeler Bulaç’ın teşhislerini sertleştirmiştir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Bulaç’ın İslamcılık üzerine zaten var olan eleştirel yaklaşımını “yeniden teyit” etmeye hizmet etmiş; belki söylem netleşmiş, belki vurgu yönleri biraz değişmiş — ama düşünsel özde bir “yeni yönelime” geçiş değil; zaten var olan eleştirinin derinleşmesi söz olmuştur. Bu süreçte kaleme aldığı metinlerde İslamcılığın artık toplumsal bir çekim gücü bulunmadığını, teorik üretme kapasitesinin ciddi biçimde zayıfladığını söyler. İslamcılık burada “çöküş”, “dağılma” ve “yorgunluk” gibi kelimelerle tasvir edilir. Bu, önceki dönemlerdeki “düzeltilmesi gereken bir hareket” söyleminden belirgin biçimde ayrılır.
2019’dan 2021’e uzanan daha yeni yazılarda ise Bulaç, İslamcılığı artık savunulabilir bir model olarak görmediğini açıkça ifade eder. Bu dönem, çözümün İslamcılıkta değil, doğrudan İslam’ın ahlaki ve tevhidî bütünlüğünde aranması gerektiği düşüncesiyle öne çıkar. Modern ideolojilerin, ulus-devletin ve kapitalizmin dayattığı çerçevelerin dışında bir düşünce imkânı arar ve İslamcılık kavramını bu çerçevelerden biri olarak değerlendirir. Artık daha geniş bir medeniyet söylemi, ahlakî temelli bir toplumsal yeniden inşa fikri ve klasik-modern ikileminin ötesine geçme çabası dikkat çeker. Bu dönemde yazıları Türkiye siyasetinden çok İslam dünyasının genel durumuna ve küresel düzene yönelik teorik değerlendirmelere yoğunlaşır.
2014 yılından bu yana bakıldığında, Ali Bulaç’ın İslamcılığa ilişkin düşünsel seyri üç aşamalı bir çizgi izler: Önce eleştirel bir iç muhasebe, ardından ideolojik formlaşmaya yönelik köklü bir itiraz ve sonunda İslamcılığı aşan daha geniş, daha dinî merkezli bir yaklaşım. Bu dönüşüm, yalnızca Türkiye’deki siyasal koşullardan değil, aynı zamanda Arap devrimlerinden küresel düzeyde yaşanan kırılmalara kadar uzanan geniş bir bağlamdan etkilenmiş görünmektedir. Bulaç’ın yazıları, İslamcılık tartışmalarının Türkiye’deki en tutarlı tarihsel izleklerinden birini sunar; bu nedenle kronolojisi incelendiğinde hem yazarın kendi fikrî yolculuğu hem de Türkiye ve İslam dünyasının son on yıldaki dönüşümü aynı anda görülür.
