Sözün doğruluğu söyleyenin doğruluğuyla doğru orantılıdır. Hz. Nebi’nin El Emin (eminlerin içinde en emin olan) oluşu-kişiliği-örnek ahlakı-vefası-duyarlılığı-adaleti ve gıpda edilen muhteşem şahsiyeti, toplumuna götürdüğü mesajla örtüşmekteydi. Onu yakınen tanıyanların getirdiği mesaja hemen icabet etmelerinin öncelikli nedeni muhteşem bir ahlak üzerinde oluşuydu. Resulün getirdiği mesaja ilk iman eden eşi Hz. Haticenin şu muhteşem sözleri davetçi kimliğinin zirvesi-örneği-önderi olan Hz. Muhammed’i s.a.v tanımlamaktadır.
“Vallahi, Allah seni kesinlikle mahçup etmez.., çünkü sen sözüne güvenilir bir adamsın.., akrabalık bağını gözetirsin.., kimsesizleri korursun.., konuğuna ikram edersin.., haklının hakkını almasına yardım edersin.”
İşte davetçinin özelliklerine yönelik mü’minlerin annesi hz. Hatice’nin duvarlara-gönüllere asılacak sözleri. Hz. Peygamberin getirdiği dine şüpheyle bakmalarına ve henüz kabul-tasdik etmemelerine rağmen, emanetlerini Hz. Nebi’ye bırakmaları, davetçi kimliğinin ne-nasıl olması gerektiğine yönelik muhteşem bir örnektir. İnsanlar, güvendikleri-sevdikleri-saydıkları kişilerin sözlerine itimat ederler ve dikkate alırlar. Bunun tersi, söz ne kadar doğru olursa olsun söyleyen yamuk ise söz de muhataplar nezdinde kabul görmemekte ya da en azından şüpheyle yaklaşılmaktadır. Yani doğru söz doğru dilden sadır olursa muhataplarda mâkes bulması söz konusu olabilmektedir.
Resulün şahsiyetinden yola çıkarak getirdiği davete ilk icabet eden sahabelerin sonraları dile getirdikleri şu sözleri çok anlamlıdır. “Biz önce güvenmeyi, sonra Kur’an’ı öğrendik ve güvenimiz daha da arttı” Davet edene güvenleri, davet edildiklerine de güvenmelerine vesile olmuştu. Risaletin ilk günlerinde iman sözcüğünün karşılığı (ilk muhatapların zihninde) güvenmekti, yani tereddütten uzak olmak, haber verenin doğruluğu konusunda kuşku duymamak, güven ve emniyet içinde olmaktı. (Endenozya-Malezya-Filipinler gibi ülkelere İslam, emin-güvenilir tüccarlarla girmiştir-gitmiştir. Seferler düzenlenmemiş ve kılıç kullanılmamıştır)
Mekke toplumunda kişilerin güvenlik şemsiyesi soy-kabile-aşiret aidiyetiyle sağlanıyordu, tabi bu ait olduğu soy-kabilenin inanç değerleriyle ters düşen kişiler bu güvenlik şemsiyesinden azade kılınıyorlardı. Zeyd b. amr buna bir örnektir. Hanif olan ve ait olduğu kabilenin putperest inancını reddeden ve bunu da deklare ettiği için güvenlik şemsiyesinden uzaklaş(tırıl)an Zeyd b. amr bir yolculuk esnasında kolaylıkla öldürülmüştür.
İşte ilk iman eden mü’minlerin, soy-kabile aidiyetinden kaynaklı güvenlik şemsiyesini yitirdikleri zaman sığındıkları yer iman kardeşliği güvenlik şemsiyesi olmuştur, artık mü’minlerin yeni güvenlik şemsiyeleri aynı davayı paylaştıkları iman kardeşliği güvenlik şemsiyesidir. Bu güvenlik/dostluk şemsiyesi ve mü’minler arasındaki bu hasbi dayanışma başlı başına bir çekim merkezi olmuştur. Çünkü mü’minler birbirlerinin velileri-yardımcıları-yoldaşlarıdır, (9/71) ve onlar topluca mutlak/yegâne kudreti dost-veli edinenlerdir. (10/62)